Murat SERİM

Müslüman Yönetmen Ve Senaristlerin 7. Sanattaki Sorumluluğu

Murat SERİM

Yönetmen ve Senarist Mesut Uçakan’la sinema üzerine söyleşimize devam ediyoruz. 

Hocam, Hollywood sinemasında derdi olan sanatçılar var mı, yoksa bu bir endüstrinin rol dağıtımı mı?

Bu bir araştırma meselesi. Hangi oyuncu iyi niyetli, hangi oyuncu sağduyulu, hangi oyuncu değil,  bazen bu konu ile ilgili haberlere rastlayabiliyoruz. Kimi magazin haberler. Aralarında oyuncuyu pazarlamaya dönük olanlar olabilir tabii ama bu tür haberlerin kaynaklarının genelde Yahudi kökenli olabileceği göz ardı edilmemeli. Bugün insan hakları konusundaki hassasiyetiyle öne çıkan Angelina Jolie’yi alkışlıyoruz;  filminde Hz. İsa’yı Yahudilerin öldürdüğü tezini işleyen Mell Gibson’ı, Çağrı filminde Hz. Hamza’yı canlandırdığı için Anthony Quinn’i hemen Müslüman yapıyoruz; bu ne kadar doğru? Gerçekte doğruysa bu söylentilerin başımızın üstünde yeri var ama bir anlamda içinde bulunduğumuz zilleti dışarı vuran bir saflık, bir öykünme içerisine girdiğimizi de fark etmemiz gerekiyor. 

Hocam, orada birkaç ismi anmak istiyorum. Christopher Nolan, Terrasse Malik, Martin Scorsese gibi bazı Hollywood yönetmenleri metafizik ya da dini temalara yer veriyor. Bu yönetmenleri nasıl değerlendirirsiniz?

Nihayetinde bunlar insan. Küfür içerisinde de olsalar, bazıları bambaşka bir kültürle de yetişiyor olsalar, onların içine de vicdan diye bir peygamber koymuş Rabbim. Bir Allah dostu ‘’Vicdan, Allah Azze ve Celle’nin kulunun içine yerleştirdiği peygamberdir.’’ diyordu. Kefere de olsa az çok düşünen, tefekkür eden vicdanın sesini duyar. Bunların içinden elbette, içinde bulunduğu sistemin kirli tarafını ve İslâm’la muhatap oldukça güzel taraflarını gören kimileri çıkacaktır. Onları takdir ederiz ama imanla küfrün ayrıştığı yerde sözleri bir hüküm ifade etmez diye düşünüyorum. İnsan bildiği kadar düşünür. Söylenecek çok fazla bir şey yok. Bu konularda daima Müslümanın farkını ortaya koymak durumundayız. Bazılarının Müslümanım demedikleri kalıyor; o kadar yaklaşıyorlar. Tanrı’yı doğru algılamakla, Hıristiyanlığın üçlü varsayımını reddetmekle, dinsizliğin yanlış, kötü taraflarını görmekle çok iyi yerlere geliyorlar. Allah’a inanıyor musun? diye soruyorsun, inanıyorum, diyor. İslam nasıl bir din? diyorsun, çok güzel bir din, diyor. O zaman Müslüman ol, deyince orada duruyor. İşte burası işin nirengi noktası. Hidayet çok farklı şey vesselam. 

Hocam, izninizle konuyu şu soruyla pekiştirip bu bölümü tamamlamak isterim. Bir röportajınızda ‘’Sinema bugün işgal zihniyeti içerisinde Batı hegemonyasına odaklı çalışıyor ki biraz önce ifade ettiniz. Bu bir ihanettir, inancımızı ve yeryüzü Müslümanlarının bekasına ihanet.’’ diyorsunuz. Bu ihanetlerin anlatılması noktasında Türkiye'deki yönetmen, senarist, sinema yazarları ve bu konularda kaygısı olan sinemaseverler ne yapmalı?

Bu kaygıyı duyan herkes farklı yerde duruyor. Kimi işin başında, kimi biraz elini sokabilmiş, kimi kafasını ya da gövdesini… Herkes bulunduğu yerde biraz daha ileri gitmek için kavga verecek. Başka formülü yok. Mesele sinemaysa, bu alanda eserler verip irşat ve tebliğ ise o doğruları halka, seyirciye göstermekse nasıl film çekerim ve nasıl filmi çektirimin derdine düşecek. Somut adım budur. Sürekli çekmek… Durmadan insanlara gerçeği anlatabilme fırsatı oluşturabilmek... Ama biz maalesef, bu konuda çoğu gençlerimizi heba ediyoruz. Bir yatırım  projesiyle, ortak bir yapım teşebbüsüyle bu gücü oluşturabilme eylemine geçemiyoruz. Şu an böyle bir eylemi düşünebilecek ruhi bir kapasiteye bile sahip değiliz. Çünkü sinemayı hâlâ benimseyemedik. Hâlâ sinema yapmak çoğu zaman günah kavramımız içinde. Bu yüzden idrak, tebliğ, kültür çerçevesinde camia olarak sinemaya uzak duruyoruz. Gene hatırlatalım. Mecit Mecidi diyor ki: ‘’Peygamberimiz yaşasaydı tebliğini sinema ile yapardı.’’ Yani kısacası herkes kendi bulunduğu yerde bir şeyler yapacak. 

5. bölümün sonu

 

Yazarın Diğer Yazıları