Murat SERİM

Rufâîlikte Cehri Zikrin Usulü

Murat SERİM

Erzurum’da Abdülbaki Çınar Hocamızla Rufailik üzerine söyleşimize devam ediyoruz.

Hocam, kaynaklarda Rufailer için söylenen ehl-i sünnet mezhebi içinde erkân-ı aleviyye ve zikr-i cehri üzere olmak ne demektir?  

Erkân-ı aleviyye yani Hz. Ali’nin usulü üzere olmak. Mesela şu ayet-i kerime gelince إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا innema yuridullahu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathira. Allah, beyti olan evini ankumur ricse o hayvan pisliği mesabesinde olan lat, uzza, menat, hubel isimli putlardan arındırılarak tertemiz görmek istiyor. Hz. Resulü Zişan Efendimiz zat-ı âlileri bir mucize gereği en uzun boylu adamın yanına geldiğinde ondan uzun, sol göğsünün altına ulaşacak bir âsâ taşıyor. Dilerse o heykelleri oradan yerinden yere düşürüp kırmak suretiyle imha edebilir. O zaman buyuruyor ki: ‘Ya Ali, gel, omuzlarımın üzerine çık, şu âsâyı al ve bu putları kır.’ ‘Ya Resullullah, ben zat-ı âlinizin nasıl omuzları üzerine çıkarım? Edep ederim.’ Allah Resulü buyuruyor ki: ’ الأمر فوق الأدب  El emrü fevkal edep. Benim emrim senin edebin önüne geçer.’ Çıkınca diyor ki: ‘Başımı kaldırdım, Resulullah’ın başını arş-ı âlâda; yere baktım, yedi kat yerin altında.’ Resullullah’ın hakikat-i muhabbetiyesini gönül gözüyle gördüğünü söylüyor. Bir mizahında da diyor ki, Hz. Resulü Zişan Efendimiz buyurdular ki: ‘Cebrail bana 60 kez geldi. أنا مدينة العلم وعلي بابها Ene medinetü’l ilmi ve Ali babuha. Ben ilmin merkeziyim ama kapısı Ali’dir. O Ali kapısından girin.’ Hz. Ali Efendimiz de diyor ki: ‘Bana da 12 bin defa uğradı.’ ‘Ya öyle mi? Ya Resulullah zat-ı âliniz dediniz ya giriş kapısı Ali’dir. Her giriş ve çıkış kapıdan olur. O zaman Cebrail bana da 12 bin defa uğradı.’ diye mizah yapıyorlar. Ali kapısından girmekten kasıt budur.’’

Hocam cehri zikirlerin Rufailikteki yapılış usullerini açıklar mısınız

‘’Usulleri şöyle söyleyeyim: Ayet-i kerimelerden hareketle önce uudi, yerde edeple ibadet oturuşu, iki diz üzere oturulur. Hz. Kuran okunur. O Kuran biraz da o günün mana ve ehemmiyetini diyelim ki Fetih suresi okunduğu zaman insanda uyandıracağı bir heyecan vardır. İşte hicretle alakalı bir mevzuyu okuyunca hüzün vardır ila ahir. Mesela Hz. Resulü Zişan Efendimizin Nasr suresi geldiğinde Abdullah ibn Abbas diyor ki: Vallahi Resulullah’ın vefat haberini getirdi. Orada ayrılığın verdiği bir firkat vardır, ateş vardır anlayanlar için. Onlar okunurken dizde dinlenilir. O ruhta damıtılır. Orda esmalara başladığı zaman gözler zihni meşgul edecek dış dünyadan tecrit edilir, yumulur. Yumulduğu zaman tıpkı Seyyidin Ahmed Er Rufai Hazretleri diyor ki: Seher yelinin ekin tarlalarını ırgaladığı gibi sağa sola ırgalanın, zira mukarreb melekler büyüklerin -Hz. Adem Safiyullah’ı kastediyor- arş-ı âlâda zikrettiklerini görmüş. Mesela namazda salınım mekruhtur, zikirde sağa sola zikir mutlaktır, mukayyettir, kayıt altına alınmıştır ama şekil biçimi var diyemeyiz. Mesela namazda var ayakta oturarak. Kişi orada kesrette adeta vahdet gibi olur. Yani yirmi, otuz, kırk kişi zikredince sanki bir kişi zikrediyor gibi olur. Herkes La ilahe illallah ismini zikreder. Tıpkı ordakiler birer damla, deryaya kavuştuktan sonra da damla olur, coşkun akan bir su misali olur. Ayağa kalktığında da üçlü esmalarda La ilahe illallah esmalarımız vardır. İllallah kalpten alınıp başı arş-ı âlâya dönüşünü ifade eder. Yani nevi şahsına münhasır şekil, ahenk ve üslubu vardır.’’

Ordaki zikirleri zikri yaptıran zakir belirliyor anladığım kadarıyla

’Bu geçmişten bugüne, Hz. Ali Efendimizden Hz. Resulullah’tan bugüne, bugünden kıyamete safiyeti bozulmadan -nakletme hususunda borular gibi diyoruz ya- borular gibi nakledilir. Yani bir insan kalkıp da ‘Bana göre zikir şöyle olur.’ deyip de ona yeni bir kanun koyamaz.’’

Kıyamda yani ayaktayken cehr-i zikir çekerken musiki aleti çalınıyor mu?

’Çalınabilir. Mesela Allah ve Resulullah’a muhabbet uyandıran defler çalınır. Gazelhanlar ilahi söyler. Tıpkı savaşta tam tam çalarak cengaverleri coşturmak için olduğu gibi, burda da nefisle olan cihatta insanları coşturur. Mesela İstanbul’dan gelen kardeşlerimiz otururken mutribanlar öyle çaldı ki o anda kalbimi saatin zembereğine benzettim. Böyle içinde salındı salındı, bir yere geldi, öyle bir enerji coştu ki Allah Allah diye, herkes kendinden geçti. Gaye odur zaten. Cezbeye ulaştırmak. Zikri tam ve noksansız yapabilmek, onun içine girebilmek. Mesela bu cezbeden yoksun insan kurumuş kavak gibi olur. Kurumuş ağaç gibi olur. Ona ulaşamaz. Ona o zaman eziyet gelir. Eğer aşk olmazsa, aşk ibadeti yapma enerjisidir. İbadet kuru, yalın, kısır olur. Feyiz vermez.’’ 

Açıkçası içinde olmadığım için şu anda sadece dinlemekle yetiniyorum. Hocam kadınlar cehr-i zikir çekebilir mi?

‘’Kadınlar için usul şudur: Seslerini erkekler duyarsa namahrem olur. Kendi içinde aynen düğünlerde de Hz. Resulü Zişan Efendimize sorulmuş. Erkeklerin görmediği, kendi içinde eğlenmesine müsaade edildiği gibi kadınlar da kendi içinde ibadet yaparken elbette onlarda maneviyatını geliştirici Allah ve Muhammed muhabbetini artırıcı Kur’an okuyabilir, gazel söyleyebilir, zikir edebilir ama nerede? Erkeklerden uzakta.’’

Yine ayakta çekiyorlar değil mi hocam cehr-i zikri?

‘’Onlar da oturarak ayakta kendi içlerinde yapabilirler.’’

Fark etmiyor.

‘’Tabi tabi.’’

Bu ritüellerin İslam’daki yerini ve nereden doğduğunu açıklar mısınız?

‘’Şöyle diyelim: Mesela Peygamber mescidine baktığımız zaman Efendimiz Hazretleri mescidin ön safında Müslüman erkeklerin yaşlılarını, ardında gençlerini, ardında çocuklarını, onun peşine -buraya dikkat buyurun- hünsaları kadınlar içinde erkeksi, erkekler içinde kadınsı- hünsaları koymuş. Onun ardında Müslüman hanımların yaşlılarını, gençleri ve Müslüman hanımların çocuklarını yerleştirmiş. Dolayısıyla bu usul ve esasta böyle gelmiş. Yani Peygamber Efendimiz Hz. Ali kerremallahu veche hazretlerini çağırıyor. Diyor ki: ‘Ya Ali! Yum gözlerini, üç kez ben La ilahe illallah diyeyim, sen dinle.’ Dinledikten sonra fakr, kalbinde Allah ve Resulullah’tan başka bir şey olmayan bu Türkçemize fakir, yoksul manasında gelmiş, oysa ki orada fakr kelimesi git, sen onlara Hz. Ali Efendimiz mesela cenk meydanına çıkacak cengaverleri de eğitmiş. Âlim olarak ilim meclisini de, zikir meclisinin talim ve terbiyesini de o yapmış. Hanımlara da öyle bir ölçü koymuşlar. Hz. Ayşe annemiz bizatihi onun yetiştirdiği ordaki o müteselsil geliş de böyle sağlanmış.’’

14. bölüm sonu
 

Yazarın Diğer Yazıları