Değerli dostlar, yeni bir söyleşi ile beraberiz. İstanbul Taksim Talimhane’de Yönetmen ve Senarist Mesut Uçakan’la ofisinde sinema üzerine konuşacağız.
1978’de ‘Lanet’ filmi ile başlayıp 1995’te ‘Ölümsüz Karanfiller’ ile bir dönem ara verdiği film yönetmenliği kariyerini Kavanozdaki Adam(1987), Reis Bey(1988) Yalnız Değilsiniz(1990), Kelebekler Sonsuza Uçar (1993) gibi kült yapımlara imza atarak adından söz ettiren yönetmen ve sanarist Mesut Uçakan, 2006’da ‘Anne ya da Leyla’, 2007’de ‘Anka Kuşu’ ile sürdürmüştür. Uçakan, ‘Anka Kuşu’nun ardından yine uzun bir ara verdiği film yönetmenliği kariyerinde 12 yıl sonra yeni filmi ‘Suveydâ’ ile seyirci karşısına çıktı.
2019 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen Mesut Uçakan, alanında yazılan tek müstakil kitap özelliği taşıyan ‘Türk Sinemasında İdeoloji’ kitabı ile ‘Sıkı Tut Ellerimi’ adlı bir şiir kitabının da yazarıdır.
Bir dönem inancından dolayı mağdur olan insanların sesi, bir tanımlama olarak İslami veya beyaz sinema ya da Müslümanca sinemanın öncülerindendir.
Uçakan, değerlerimizi titizlikle sinemasına işlemiş, toplumumuzun inanç değerlerini kimlik bunalımına sokan yakın tarihimizin sorunlarını sinemaya cesurca yansıtmış ve milli sinema diliyle evrenseli yakalamayı başarmıştır.
24 yaşındayken çıkardığı ‘Mutlak Fikir Estetiği’ ve ‘Sinema’ adlı dergiyle çok sevdiği Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle Türk sinema sektörüne ‘‘Durun kalabalıklar, bu yol çıkmaz sokak.’’ diyebilen bir sinema mütefekkiridir.
Yönetmen ve Senarist Mesut Uçakan’la sinemayı özelde ise Türk sinemasını, İslami duyarlılıkla milli ve ahlaki sinema üretmenin zorluklarını, konuşacağız.
Söyleşimizde ayrıca yakın tarihte yaşanan kimlik bunalımları ve inancından dolayı ötekileştirilmiş insanların hikâyelerinin sinema diliyle nasıl görünür kılındığını, Müslümanların sinemadaki yerini, Hollywood sinemasının hegemonik anlatısını ve bu anlamda görsel hafızamızın nasıl biçimlendirildiğini ele alacağız.
Bu söyleşinin hazırlanmasında desteklerini esirgemeyen Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vahit İlhan’a, Erciyes Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Talha Turhan’a ve Yapımcı-Yönetmen Kerim Abanoz’a teşekkür ederim.
Değerli hocam, sinema üzerine konuşmaya başlamadan önce sizce sinema nedir? Sinemayı nasıl tanımlarsınız?
Sinema dendiği zaman aklımıza kapalı salonlarda oynayan film geliyor. Ama bu sadece o değil. Sinema sanatı dersek bütün görsel alanlarda oynayan görsel anlatımlara dönük çalışmaların hepsini sinema olarak tanımlamak gerekir. Yani bir dakikalık short filmden veya bir reklam filminden belgesele varıncaya kadar tanıtımlara varıncaya kadar diziler, filmler zaten sinema sanatının kapsamına giren çalışmalar. Dolayısıyla sinema, bir sanat alanını vurgulayan sektörün ismi.
Bu sanat ne? Bu sanatı 7. sanat diye belirleyebiliriz yani bunun adına 7. sanat deniliyor. 7. sanat diye niye demişler? İşte sanatları saymışlar resim, müzik, edebiyat, tiyatro gibi. Nasıl tahsis ettilerse? Altı sanat var, buna da 7. demişler. Aslında altıdan da fazla birçok sanat var. Sanat ve sanatkâr ayrımları da var biliyorsunuz. Normal bir işçilik de sanattır aslında.
Çok doğru söylüyorsunuz.
Ama hayır onu ayırmışlar. O çerçevede sinemaya 7. sanat demişler. Ama önemli olan 7. sanatın karakteristik yapısı şu: Diğer önemli duyguları dışa vurmaya çalışan sanat alanlarının hepsini kapsıyor. Nedir o? Müzik bir sanat dalıdır ama sinemada müzik var.
Müziği de kapsıyor diyorsunuz.
Onu da malzeme olarak kullanıyor. Orda da sanatsal icralar, müziğin sanatsal icraları çok önemli. Resim 7. sanatın mükemmel şekilde ana yapılarından biri.
Resim sanatı da işleniyor.
Çünkü resimlerle anlatıyorsunuz duygularınızı. Yani o karelere ne dersen de. Fotoğraf dersiniz her kareye, her kareye tablo diyebilirsiniz. Bu da bir görsel sanat. Şiir derseniz zaten sanatın temeline inenler o karelerin dizilişinden, kurgudan, oyuncunun oyunundan ve metnin anlatım biçiminden şiirsel bir tat alırlar. Yani şiirselliği izah etmek öyle kolay değil ama çünkü sanatın ne olduğunu anlatmak lazım.
Sanatı anlatmak zor. Bir arkadaşımız o andaki yaşanan duyguyu toparlayabilirseniz, yaşatabilirseniz, doğal olarak yaşatabilirseniz bu sanat oluyor işte. Dolayısıyla şiir, en güzel şekilde bunu yapar. Şiir, duygumuzu çeşitli mısralarla yaşatır. Siz, 1940’ta yazılmış klasik bir şiiri bugün şairin duyduğu duyguyu aynı şekilde yaşar ve hissedersiniz. Şimdi birtakım maddeler artık enerjiye dönüştürülerek yaşatılabiliyor biliyorsunuz. Nedir mesela? Taze bir salatalığı enerjiye dönüştürüp onunla moleküllerine komut veriyorsunuz. 20 yıl sonra aynen burada, şu saatte hazır ol diye. Oksijen moleküller hâliyle zaman içerisinde havaya yayılıyor. Nitekim o saat, o gün geldiğinde aynı taptaze salatalığı önünüze koyuyor. Yani sanat da böyle bir şey. Diyelim ki 1920'lerdeki bir şairin o çevresel şartlarda, o atmosferde hissettiği duygu, bu dijital dünyanın insanı için çok farklı olması lazım. O farklılığı bugün şiiri okuduğunuz zaman sanatçı yaşatıyor. O dönemdeki duyguyu ta bugüne taşıyabiliyor. Sanat budur yani.
1.bölümün sonu