
Hristiyan Batı Nereye?
Nihat KURTOĞLU
HRİSTİYAN BATI NEREYE? ORTADOĞU ZULÜM VE MAZLUMLAR Her ne kadar içimizden birileri geçmişimize yönelik karalamalar ve reddi miras yapsalar da ortalama 1000 yıllık koca bir tarihin ve birçok devletin mirasçıları olarak bizler Osmanlı devletinin tarihi devamı, yasal ve doğal mirasçılarıyız. Geçmişte kurduğumuz devletlerde ve yönettiğimiz toplumlarda ülkü, amaç, ve kader birliği yaptığımız insanlarla son derece uyumlu millet birlikteliklerimiz ol(uş)muştur. İdil-Bulgar devleti ve sonrasında Karahanlılarla beraber İslam’ı devlet olarak kabul etmesiyle beraber çok uluslu ve farklı milletlerin oluşturduğu bir büyük ümmet devleti birçok alanda başarılar getirmiştir. Osmanlı devletinin kuruluş ve yönetilişinde Türkler başı çekmiş olsalar da tebaasının çeşitli milliyetlerden teşekkülü nedeniyle asla ve hiçbir zaman ırkçı bir devlet yapılanmasına gidilmemiştir. Oluşturdukları devlette büyük oranda liyakate dayalı görevlendirmeler yapılmıştır. 1789 Fransız ihtilalinin başlattığı ve sanayi devrimiyle devam eden ulus devletlerin çoğalması, ırk ve ırkçılık üzerine yapılanması, ve Hristiyanlığın baskın ve etkili ruhban sınıfının tasallutundan kurtulmalarına ön ayak olmuşsa da, Yeni Dünyada üstün ırklar ve üstün olmayan ırklar gibi ayrıştırılan toplumsal sistemlerin ve ırkçı devletlerin zulmettiği yeni bir Dünya’nın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Charles Darwin’in ortaya koyduğu doğal seleksiyon ve ancak güçlünün hayatta kalabileceği, yine güçlünün zayıflar üzerine her türlü zorbalığı ve haksızlığı yapabileceğini savunması, bunun doğanın kendi kanunu olduğu şeklindeki absürt ve zalimane anlayışı, hatta hayatta kalmak için gereğinde zayıfların yok edilebileceği gibi son derece vahşi görüşleri bu yeni dünya düzeninin düzenbazları için bir ilham kaynağı olmuştur. Ne Hristiyanlık ve Yahudilik gibi dinler, ne hümanizm benzeri ideolojiler, ne de İslam’ın evrensel ilkeleri onları bağlamıyordu. Ancak onlar bütün dinleri gerektiğinde araç ve kılıf olarak kullanabiliyorlardı. Dinler arası diyalog teraneleriyle bütün dünyaya ne kadar da hoşgörülü, insancıl, sevgi ve merhamet dolu olduklarını göstermeye çalışırken, yapmacık gülücüklerini ve samimiyetten maddi menfaatten uzak, insancıl bir tavır sergilemeye çalıştıklarını anlatmak isterken gerçekleri gizlemeyi beceremiyorlardı. İşlerine geldiğinde Nietzsche gibi felsefi olarak kendi kafalarındaki Tanrı’yı öldürüyorlar ve yerine kendi nefislerini, güya bilimsel aklı ve türevlerini yerleştiriyorlardı. Bu da doğal olarak ateizm, deizm, agnostisizm vb. yollarını açıyor ve dini ve insani değerlere karşı hızla cephe alan ve büyüyen bir dünya sistemi oluşturuyordu. Dedikleri gibi kurdukları yeni dünya düzeni dünyaya ve insanlara huzur getirmiş olsaydı bir milyarı açlıktan ve diğer bir milyarı da tokluktan ölecek duruma gelmezdi. Bugün Avrupa ve Amerika’da birçok insan obeziteye bağlı nedenlerden dolayı ölürken, Afrika ve Asya da birçok insan da gıda yetersizliğine bağlı nedenlerle ne yazık ki ölüyorlar. Hani şairin dediği gibi; “Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa. Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul.” Dünyada bilinen en meşhur dinlerin aslında ve temelinde İslam dini mevcuttur. Bunu konuya vakıf olan herkes bilir. Zira Allah’ın peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu tek din İslam’dır. İslam’ın yeri ve zamanı değişir ancak temel ilkeleri asla. İlkel kabile dinlerini ve beşerî dinleri bir kenara koyacak olursak, yeryüzündeki birçok dinin temelde İslam olma ve sonradan zaman ve mekânın değişmesiyle dejenerasyon yaşadığı ve ancak bugün bile kırıntı olarak da olsa içlerinde İslam’ın parçalarını görmek mümkün. Tabiri caiz ise ben bu kırıntı İslam kalıntılarına parça İslam veya İslam’ın kalıntıları diyorum. Tabi ki tevhidin olmazsa olmazı tek Tanrı sistemine kadar değişiklik yaşanmışsa o dine artık hak din demek imkansızdır. Kur’an’daki; “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler mutlak surette kafir olmuşlardır.” İfadesi teslis; üçleme, trinite; yani Baba, Oğul, Kutsal ruh yanılgısına düşen Hristiyanları eleştirmektedir. Bunun yanında Allah Kur’an’da ; “Müşriklerin taptıklarına sövmeyin kötü söz söylemeyin. Zira onlar da sizin taptığınıza söverler.” buyurmaktadır. Müslümanlar bugün Dünya’da İslamofobi adı verilen İslam’la ve Müslümanlarla topyekün savaş ve yok etme mücadelesine girmişlerdir. Ne yazık ki karşılarında iki milyar insan olmasına rağmen İslam birliği veya ümmet birliği gibi kurum ve kuruluşları, birlik be beraberlikleri olmadığından ruhlarını ve güçlerini kaybetmişlerdir. Bu yüzden İslam karşıtı senaryo ve icraatlarla gereği gibi mücadele edemediklerinden, Batılılar, ABD’liler ve bütün islam düşmanları İslamofobik saldırılarda belli oranda başarılı da olmuşlardır. Bu millet iki yüz yıl süren medeniyet krizinden inşallah çıktığı zaman yine Türk- İslam dünyasına lider ve sancaktar olma kapasite ve salahiyetine sahiptir. Birlik ve beraberlik içinde ortaya koyabileceğimiz misyon ve vizyon elbette ki dünyaya yeni bir adalet sistemi getirecek ve dünya çok daha adil ve huzurlu bir yer olacaktır. Ama o zamana kadar kurumsalları olmayan veya yetersiz olan Müslümanlar geçici de olsa realiteye uygun yol haritası çizmek zorundadırlar. Tabi ki bu yol haritası realiteye ve konjonktüre uygun olacaktır. İslam’ın kişiyi ve toplumu inşası için gerek fetret dönemi ve gerekse özlediğimiz ve olması gereken kurum ve kuruluşlarıyla müesseseleşmiş ve devlet olma imkanına kavuşmuş olduğumuz dönemlerde belli bir strateji kuran ve sünnet eksenli siyaset oluşumu, adalet ve liyakate dayalı bir yapılanma ile ancak arzu edilen dünyevi sistem elde edilebilecektir. Bu sistem İslam dininin inşa ettiği sistemdir. Bu sistemin bağlılarını İslam inşa edecek hem dünya ve hem ahiret saadeti yakalanabilecektir inşallah. Müslümanlar Gayr-i Müslimlerle olabildiğince iyi geçinecekler ve hatta onlar ne kadar zalim gaddar ve insafsızca davransalar bile onlarla mücadele ederken Müslümanca davranacaklar, asla onların seviyesine düşmeyeceklerdir. Bugün Gazze kasabı Netanyahu’ya ne kadar kin duyarsak duyalım, asla bir Netanyahu olamayız. Müslümanlardan Netanyahu çıkmaz. Çıkıyorsa veya öyle görünüyorsa koyun postundaki kurttur o. İslam’ı temsil edemez. Müslümanlar arasından ancak Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Yavuz, Fatih vb. çıkar. “Abdullah İbn Ömer’den (r.a) gelen bilgiye göre de Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: İleride mutlaka Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle bir hal olacak ki taşlar dile gelip “Ey Müslüman bak arkamda bir Yahudi var saklanmış, gel onu öldür, diyecektir” , (Müslim, el-Fiten ve eşratu’s-saa, 18). Bugünkü Siyonist Yahudilerin Filistin’de yaptıkları zulümlere baktığımızda bu zulmün mutlaka sona ereceğini ve bu zulmün altında kalacaklarını söylemek her halde kehanet değildir. Küfür devam edebilir ancak zulüm asla devam edemez. Siyonist devlet ile işbirlikçisi ve koruyucusu olan ABD, İngiltere ve Fransa ile Almanya’nın de aynı zulme düçar olacağı günler yakındır. Biz buna inanıyoruz.” (Ahmet AĞIRAKÇA, Müslümanların Yahudilerle Savaşı)) Ümmet olarak zor zamanlardan, zor sınavlardan geçiyoruz. Başarmak veya başaramamak elimizde. Sonuç odaklı değil yolunda olmayı ve de ölmeyi hedeflemeliyiz. Bir Arap atasözü ile bitirelim; “Devlet küfür içinde yaşayabilir, ancak zulüm içinde asla yaşayamaz.” Zulüm ile abat olunmaz. Vesselam. SENSİZ MÜ’MİNLER Hep senin ardından baktı buğulu gözler, Aşkınla kavruldu o mazlum gönüller, Sensizliğin ateşiyle bîkarar oldu, Nasıl bahtiyar olurlar, sensiz müminler?! El-hak yetim kaldık, Muhammed (as) ayrılalı, Onsuz huzur vermez, ne dünya, ne de malı, Kimseye yar olmadı bu dünya kurulalı, Nasıl bahtiyar olurlar, sensiz müminler?! İslam GÜLİSTANLI (Nihat KURTOĞLU) İstanbul-2022