Prof. Dr. Ünal Çamdalı

İnsan Denen Varlık: Farklı Bir Pencereden Bakış

Prof. Dr. Ünal Çamdalı

İnsan Denen Varlık: Farklı Bir Pencereden Bakış

Yıllar önce Nobel Ödülü sahibi, Fransız Hekim Alexis Carrel’in, Türkçeye İnsan Denen Meçhul veya Bilinmeyen İnsan (Man, The Unknown) olarak çevrilen kitabını okumuş ve oldukça etkilenmiştim. Carrel bu kitabında “insanın modern bilim tarafından en çok incelenmesine karşın en az tanınan varlık olduğu” tezini savunmakta ve bilimsel ilerleme ile bilgelik arasındaki kopuşu ortaya koymaktadır. O, insan hakkında bu kadar çok şey bilinmesine rağmen neden bu kadar çok yanıldığımıza yanıt aramaya çalışmaktadır. Ona göre modern bilim, insanı incelemiş ama parçalamıştır. Organlar, hormonlar, hücreler, refleksler tek tek anlaşılmış olsa da parçaların oluşturduğu bütün gözden kaçmıştır. İnsan adeta ayrıntılarda boğulmuştur. Ayrıca Carrel, ölçülebilenin kutsallaştırılmasına da karşı çıkmaktadır. O, ahlâk, inanç ve iç disiplin gibi alanlar ihmal edildiğinde, insanın eksik tanımlanacağı, bilimin nasıl yaşadığımızı açıklamasına rağmen nasıl yaşamamız gerektiğini açıklayamayacağı dolayısıyla oluşan boşluğun, modern insanın en büyük krizi hâline geldiği sonucuna varmıştır. Bana göre insan hâlâ bu derin krizden kurtulamamış, gelişen ve oluşan soruna bir çare bulamamıştır.

Gerçekten de bu tespitler ve yaklaşımlar, ilginç ve kayda değerdir. Ancak en nihayetinde insanı bilim üzerinden anlamaya, anlamlandırmaya ve tanımlamaya çalışan da yine insanın kendisidir. Bu noktada insan sanıldığından daha akıllı hatta daha kurnazdır. Bırakın insanın kendisi, hekimlere göre beden bile sanıldığından daha akıllıdır. Dolayısıyla insanın meçhul yani bilinmez olması oldukça doğal ve bir o kadar da anlaşılmazdır. Tıpkı sonsuz evrenin, sonlu zihin yapısıyla anlaşılmasının anlaşılmaz olması gibi. 

Sosyal yaşamda da insan ve davranışları ile ilgili pek çok anlaşılmaz ve tahmin edilmez olaylarla karşılaşılması oldukça yaygındır. Örneğin birine inanırsın, güvenirsin belki de seversin fakat gün gelir hiç beklemediğin bir davranışı ortaya koyabilir, beklenmedik sürprizler yapabilir, kırabilir, üzebilir ve başkaca nice şeyler olabilir. Bunlar yaşamda sıkça görünen, olağan sayılabilecek şeylerdir. Bir özdeyişimizdeki “insanoğlu çiğ süt emmiştir” ifadesi, yaşamdaki beklenmeyen davranışların ve sonuçlarının olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan hayatı ve doğayı kendi özgün yapısıyla anlamaya çalışmak, fazla beklenti içine girmemek, sağlıklı bir anlayış ve yaşam için önemli olsa gerek. Belki de bu yüzden, gönül makamındakilerin “Bizde böyledir, gelene niye geldin? Gidene de niye gidersin diye sorulmaz. Gelenin yeri, gidenin de yolu hazır...” şeklindeki deyişi, evrensel ölçü olarak kalır. Ancak yine de insanoğlu tüm bu gerçekleri bilse de zaman zaman bilmiyormuş gibi davranmakta, farklı hayallere kapılmakta ve farklı beklentiler içine girmektedir: Tüm insanların kardeşçe, barış içinde yaşamasını ve her günün de bayram olmasını dilemektedir. 

Pek çok yatırımlara, çalışmalara, robot ve yapay zekâ benzeri gelişen teknolojilere, birçok konuda alınan mesafelere rağmen insanı anlama konusunda istenen noktaya ulaşılamamış olması, bana doğadaki mevcut limitleri ve sınırları hatırlatmaktadır. Doğada hemen hemen pek çok şeyin limiti ve sınırı vardır. Hızın limiti var (ışık hızı), verimin limiti var, pi sayısının tüm basamaklarının bulunmasının limiti var hatta aklın bile bir limiti ve sınırı var. Ancak duyguların, hayallerin, beklentilerin limiti ve sınırı yok. Einstein dediği gibi akılla ancak A’dan B’ye gidersin, hayalle ise her yere

Her yere gitmek hayalle mümkün olsa da fiziksel olarak bu da mümkün değildir. Einstein burada hayale biraz fazla anlam yüklemiş olsa gerek. Çünkü gidilir demekle gitmek aynı şey değildir. O yüzden sınırlı bir âlemde, yüzde yüz çözüm ve güllük gülistanlık bir yaşam beklemek, çok da mümkün görünmemektedir. 

Anladığım kadarıyla bu kadar limitli bir evrende limitsizliği, teknik anlamda sınırsızlığı, mükemmelliği, hayali ve diğerlerini arayan insan belki de bu dünyaya ait olmasa gerek. Bu noktada kutsal kitabımız Kur’an’da “dünya hayatının aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey olmadığı ve insanların imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik demekle sonuca ulaşamayacağı “vurgusu aslında ortaya konmaya çalışılan gerçeğin farklı yansımalarıdır. Belki de asıl sorun: insanın eşyayı ve evreni tanımaya çalışırken, kendisini ve diğerlerini ihmal etmesi ve bu ihmalin bedelini de yine en çok kendisinin ödemesidir. Zira bilgi artsa da bilgelik ve anlam azalmaktadır. Bu durum ilerlemeden daha çok yığılma olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Sonuç olarak modern çağın en büyük yanılgısı, insanın çözüldüğünü ve anlaşıldığını sanmasıdır. Oysa insan tıpkı kuantum alanı gibi çözüldükçe kaybolan, anlaşılmaya çalışıldıkça derinleşen bir varlıktır. Bu da entropinin olağan sonucu ve doğanın bir başka yüzüdür…

Yorumlar 1
FALCON 24 Aralık 2025 12:39

Yazar insansanı farklı bakış açısı ile bir değerlendirme yapmıştır. Aslınds et ve kemikten oluşan insan hala anlaşılamamıştır.

Yazarın Diğer Yazıları