
Tasavvuf Mistisizm Değildir -3
Suat DAĞ
Bu başlık altında bu üçüncü yazım. Ama okurlarımdan mahcubum! Çünkü bu üçüncü yazımı yazmakta geç kaldım. Araya bir dolu mazeretler sokuşturarak, okurlarıma özür beyan etmemi haklı gösterecek gerekçelerim vardır. Ama hiçbir gerekçe, içinde bulunduğu her hal ve şartta zamanını iyi kullanmasını bilmeyen insan için geçerli bir gerekçe sayılamaz, mahcubiyeti telafi edici bir özür beyanı olamaz. Bu nedenlerle dileğim odur ki Yüce Mevla gafletimizi elimizden alsın! Ömürden geçen aziz vaktin kıymetini bizleri bilenlerden eylesin! (Âmin!)
***
Evet, ’ tasavvuf mistisizm değildir’ demiştik... Bunu böyle demekte kastımız, ’ mutasavvıfın gayesi ruhsal melekeleri geliştirerek, Hint fakirleri örneğinde mistik marifetler göstermek olmadığını ve kişinin kendi potansiyel hinterlandındaki ruhi rezervleriyle yetinmesinin, ufuk fukaralığı olacağını belirtmek’ istedik. Tabi ki sıkıntılı sosyal gerçeklerden ruhi dinginlik arayışı içinde kıvranan ve birçok şekilde hayat mutsuzu olan insanların teselli ve teskin edici buldukları felsefelere yönelmeleri mümkündür. Manevi / ruhi inanç ve yaşam biçimlerine sığınmaları bilinen realite ve vakıadır. Kendilerini toplumsal yaşamdan tecrit etmiş Hıristiyan Ruhbanların ve adeta maddi ve sosyal yaşam biçiminden kendilerini soyutlamış diğer beşeri din mensubu, keşişlerin / mistiklerin, medeniyet gerçeğiyle örtüşmeyen ruhsal yaşam biçimleri buna pek açık örnektir. Tasavvuf kültürü ömürlük inziva ve uzletleri /tecritleri medeni gerçeklerle uyuşmadığını için, "Halk içinde Hak'la olmak" ilkesini telkin etmiş ve önemsemişlerdir. Yine belirtmeliyim ki: Çekilmez derecede olumsuz hayat şartlarından kaçış saikı ve kurtuluş düşüncesiyle de Tasavvufa girmiş olmaları, yani tabiri caizse farklı bir kültüre mitil atmış insanlar olabileceği pek tabiidir.. Ancak Tasavvuf kültürü, onların tevhit gerçeğine uymayan her türlü beklenti ve yönelimlerine ve şirk unsuru olarak yanında getirdikleri folklorik alışkanlıklarına disiplin getirerek, tevhidi bakımdan olumuz alışkanlıklarını tedrici tasfiyeyi esas alır.
Şu bir geçektir ki, Tasavvuf Kültüründe mesafe almak demek Yüce Allah’ın (C.C.) varlığına, birliğine erilmiş itminanla, mürit tekâmül edip, mesafe alırken, nihai olarak hedeflenen aşktır. Tarikat yolcusunun aşk ve kemal basamaklarında ilerleme kaydettikçe Yüce Rabbimizin, ilham gibi, keramet gibi ikramları olmayacağı anlamında değildir. Mutasavvıfta keramet ve ilham gibi tezahürler, her ne kadar ruhi tezahürler olarak telakki edilip mistisizmle irtibatlandırılırsa da mutasavvıfın, genelde irade buyurmadığı ve amacının dışında gelişen bir ihsanı ilahidir.
Selam ve saygılarımla