
Tasavvuf Mistisizm Değildir - 1
Suat DAĞ
Tasavvuf mistisizm değildir… Konuya böyle giresim geldi… Sanki hemen yazının gelişme bölümüne atlamak gibi.. Balıklama bir giriş işte… Okurum nakisamızı bağışlasın…. Dinlediğim televizyon sohbetlerinde kaç kişinin tasavvufu mistisizmle karıştırdığını gördüm… Ve bazılarının da tasavvufu mistisizmin dar kalıpları içinde değerlendirerek, kutsal tasavvuf ekolünü hafifleştirmek için bahane arayışı içinde oldukları, aklı erenler tarafından acıyla izlenilen ve bilinen bir gerçektir! Tekraren söylemeliyim ki: 'Günümüzde tasavvufu inkâr edenler kadar onu, bir takım disiplin, çaba ve çilelerle (riyazat, murakabe ve mücahede gibilereden…) ruhi meleklerin gelişmesini konu alan ve genelde sırf dünyaya dönük şeytani marifetleri konu edinen "mistisizm" sananlarda vardır. Oysa mistisizmin konusu olan ruhi meleke geliştirme tekniğine dayanan ve mistikleri nihai gayesi olan "Nirvana" (konsantrasyon - vecd) olayı koskoca insan bütününde yani tevhidi bilinç ufkunda ufacık bir parça, Yüce Allah (C.C.) keremiyle, sonsuz "kemal vakıasının" nihayetsizliğinde hacimsiz bir gök cismi gibidir… Yani insan ufkunun enginliğinde ciddiye alınmayacak negatif kazanımlardır…. Yukarıda "gibi" dedik... Bu "…gibi" olunuş, yani mistik erginlik öyle bir şeydir ki: Mutasavvıflar tarafından sabıkalı bulunmuş; bu sırf ruhun gizemlerinin marifetine erme cehdi, sakıncalı yol kesenler cümlesinden olarak değerlendirilmiştir. Bu gibi şeylerde eğleşip kalmak, yani kesrete takılmak, zül telakki edilerek, bilinçlerini düşük irtifalardan, biiznillah korumuşlardır. Tabi İslam mutasavvıflarında bu gibi kesretten korunabilmeleri de sağlıklı bir kültürle mümkündür. Aslında bu kesretin, yani ruhi mrifetlerin içinde öyle cazibeler vardır ki, aklı çelen cinstendir. Gerçekten de mistiklerin akılları çelinmiş ve taassuba dönüşmüş, yani o ruhi keşiflerinde eğleşip kalmış olmasalardı, merak artırıcı ruhani marifetler / şaklabanlıklar sergilemekten ziyade, insanlığı güçlü ışıklarla aydınlatıcı aziz kimlikler olurlardı. Halkı aydınlatıcı bir erdem ortaya koymak yerine, aksine pasaklı Hint Mistikleri, bir ömür ruhun gizemlerini halka sergilemekten başlarını bulup da, pasaktan arınmak için bir bakraç suyun yolunu bulamazlar mıydı? Tasavvuf Kültürü ise, beşerin insani ve ilahi olarak aktif ve potansiyel taleplerinde boşluk bıraktırmayan bir süreçte seyrettirir inananları… Yani insanları eğitici bu şahika faktör, öyle olmalı ki: İnsana himmetini yüksek tutturmalı; duyguların istikamet çizgisinde istikrarlı kılmalı, davranışlarına pozitif disiplin sağlamalı ve ufkunu aşkınlığa motive edebilmelidir. "Yoksa dünyadaki ateşle barışık yaşayan ateşperestlerin, mistik erginliği, ahiretin ateşiyle barışık olacakları anlamına gelmez…" mantığını en iyi kavrayan mutasavvıflar ve gerçek tarikat dervişleridir. Efenim bu aşkınlıktır… Buna "kemal de" diyebiliriz… İşte bu kemal kültürünün bilinci ve duyguları dengeli ve sağlıklı inşa etmesiyledir, aşkın insanın, inşa süreci… Yani müminin kendisini Yüce Allah'tan başka her şeyden tecrit etmesiyle kemalin mükemmelliği mümkün olabilir… Bu tecrit etme olayı ruhbanlık değil, insanın eşyayla ilgisini makul düzeyde tutmasıdır. Az sonra gelecek cümlede de geçtiği gibi "halk içinde Hak'la olunması" tabirinde anlamını bulan bir olgudur, sırf Hak'la oluş bilinci… Yani insanı, canına ve cananına, (Nefsani arzuların tümüne) bağımlı kılan cahilliğin, tutkuların, alışkanlıkların, eğilim ve sevgilerin hücrelerimize koordinatladığı, bizi tutsak kılan; bir başka ifadeyle, himmet ve medeni gayretimizi değersizliğe atomize eden ilintilerden bağımızı biiznillah koparabilme öğretisidir tasavvuf… Daha doğrusu bizi eşyaya = kesrete tutsak kılan zincirleri, Yüce Allah'ın (C.C.) keremi ve izniyle, kırmak ve gerçek özgürlüğe erme, yani Sırf Yüce Allah'a (C.C.), müminin kul olabilme çabasıdır… Hani "halk içinde HAK'LA olmak" gibi… Bir başka ifadeyle tasavvuf; beşerin varlığında adeta bir NÜVE / TOHUM olarak bulunan insanlık cevherinin beşer varlığında bedenleşmesi, kökleşmiş, dal budak salarak, görenlerin ve bakanların içine ferahlık veren yeşillenen yaprakların arasından meyveye durma sanatıdır. Şunu anti parantez içinde belirtmeliyim ki; bütün başarı ve muvaffakiyetler Yüce Allah'ın (C.C.) inayetiyledir) ' Bin seneden fazla zamandır, dehalar çıkartmış, akıl ve ahlak bakımından, insan kimliğinde kültürel şahikalar ortaya koymuş, abide önderler ve rehberler yetiştirmiş ve kütüphaneler dolusu ( bazı felsefi mevzular hariç,asıl konularda birbirleriyle çelişmeyen) insaanlığa eserler sunmuş bir ekol düşünün ki inkâr edilip safsata sayılarak, arayış içinde olan akıllardan gizletilecek… Bu vebal değil midir? Oysa tasavvufun temel referanslarından olan Vahiy, hadis, akıl, ilim, mücahede ve murakabe= tefekkür terkibinin ışığıyla, evrensel kültür semasında gökkandili olmuş şahika insanları araştırma konusu yapmak ve onların kültürünü tanımak aklın vecibelerinden değil midir? Tasavvuf gibi, ilmi bakımdan potansiyel dinamizm olan bir realite karşısında aklı pasif bırakmanın bir müeyyidesi olmalıdır. Zaten akıllarını dinamik tutup, aktif kılan, ecnebi milletler tarafından sık sık tokatlanışımız, o müeyyidelerin, cezai anlamda, infaz edilişi olmalıdır? Bu tasavvuf dinamizmini, ileri gören, detaylı bilen, derin düşünen bakışlarından gizlerken gülünç duruma düşüp, medeni kaybımızın öyküsü olan cahiliyetimizi izhar etmiş olmayacak mıyız, tasavvufu inkar ederken?