
Bilim ve Allah (c.c)
Ünal TAYFUR
Kâinatın dili konuşuyor. Güneşin konumu, ayın yörüngesi, mevsimlerin dönüşü, insan bedeninin dengesi… Her şey bir düzen içinde yaratılmış. Bir milimlik sapma, bir saniyelik gecikme, bir hücrenin eksikliği tüm sistemi altüst etmeye yeter. Güneş bir adım yaklaşsa yakar, bir adım uzaklaşsa dondurur. Ay yörüngesinden çıksa denizler taşar, mevsimler şaşar. İnsan bedeninde ise her şey yerli yerindedir: Ne bir fazla, ne bir eksik. Tırnağın kırılması bile onun ne kadar gerekli olduğunu öğretir. Kaş, saç gibi beslenir ama saç gibi uzamaz. Dişler saç gibi uzasa hayat çekilmez olurdu. Bu detaylar tesadüf değil, hikmettir.
Kur’an-ı Kerim, bu düzenin Allah’a ait olduğunu açıkça bildirir: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de dengesi ve düzeni bozulurdu” (Enbiyâ 21/22). “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin 95/4) ayeti ise yaratılışın estetik ve işlevsel mükemmelliğini vurgular. Ancak bu düzeni gören gözler, çoğu zaman susar. Allah’ın eserini görmek kolaydır; onu dile getirmekse çağın en büyük imtihanıdır.
Bugün fizik, kimya, biyoloji gibi bilimler Allah’ın eserini incelerken O’ndan hiç bahsetmemek, ilmin ruhunu eksiltir. Peygamber Efendimiz (sav), “İlim, Allah korkusunu artırır” (Buhârî, İlim 10) buyurarak bilginin Allah’a götüren bir yol olduğunu ifade eder. Oysa modern kürsülerde, üniversite amfilerinde, lise sıralarında Allah’tan bahsetmek sanki bir tabu haline gelmiştir. Bilgiyi Allah’tan koparan bir eğitim, bilgeliği yitirir. Çünkü her bilgi, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisidir.
İnananlar, “Ya Rabbi, ne güzel yaratmışsın” diyerek hamd eder. İnkar edenler ise O’nu bildikleri hâlde anmaz. Bu sessizlik, kâinatın diline karşı bir suskunluktur. Oysa her şey O’nu anlatır: Döndüren O’dur, söndüren O’dur, öldüren ve dirilten O’dur. Zamanı dakikasına kadar yöneten O’dur. O’nu tanımadan hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Çünkü kıymet anlamla gelir; anlam ise Yaratan’ı bilmekle başlar.
İmam Gazâlî’nin “Kâinat, Allah’ın kudretini gösteren bir aynadır” sözü, bu hakikatin özlü bir ifadesidir. İbn Rüşd, “İlim, Allah’ı tanımakla başlar; O’nu tanımayan, neyi bildiğini sanabilir ki?” diyerek ilmin merkezine Allah’ı yerleştirir. Necip Fazıl Kısakürek’in “Her şey O’nu anlatır; susan biziz” cümlesi ise çağın suskunluğunu çarpıcı biçimde dile getirir.
Kâinatın diliyle konuşmayı öğrenmek, Allah’ın eserini görmekle yetinmeyip O’nu anmakla mümkündür. Sessiz şahitlikten, sesli şükre geçmenin vaktidir. Çünkü Allah’ı tanımayan, hiçbir şeyi tanımamış demektir.
---