
Devletin Kılcal Damarlarındaki Gizli Yapı: FETÖ
Ünal TAYFUR
Devletin Kılcal Damarlarındaki Gizli Yapı: FETÖ’nün Örgütlenme Modeli ve Mücadele Süreci
FETÖ, modern Türkiye tarihinde devletin en kritik kurumlarına sinsice yerleşmiş, dini görünümlü bir istihbarat ve kontrol örgütü olarak dikkat çekmiştir. Eğitim ve sınav sistemini kullanarak bürokrasiye sızan bu yapı, uzun yıllar boyunca devleti içeriden şekillendirme çabasında bulunmuştur. 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi, bu örgütün gerçek kimliğini ve niyetini milletin gözleri önüne sermiştir.
Polis teşkilatı, yargı ve bürokrasi gibi kilit alanlarda örgütlenen FETÖ mensupları, sınav sorularının çalınması, mülakat manipülasyonları ve referans zincirleriyle etkin konumlara getirilmişlerdir. Takiyye stratejisiyle kendi mensuplarını saklayan örgüt, uzun yıllar boyunca kamu vicdanında “hizmet” olarak algılanmış, bu da mücadeleyi daha da karmaşık hale getirmiştir. 15 Temmuz sonrasında başlayan yeniden yapılanma süreci, sadece personel değişimiyle değil, kurumsal kültürün ve denetim mekanizmalarının dönüşümüyle anlam kazanmıştır.
Örgütün uluslararası alanda varlığını sürdürmesi, Türkiye'nin dış politikasına da ciddi etkiler yapmıştır. ABD ve Avrupa’da bazı ülkeler tarafından sivil toplum kuruluşu gibi kabul edilip korunan FETÖ yapılanmaları, küresel düzlemde medya ve eğitim ağlarıyla algı mühendisliğini sürdürmektedir. Türkiye’nin iade talepleri çoğu kez hukuki veya diplomatik engellerle karşılaşmakta, bu da mücadeleyi yalnızca içerde değil, dışarıda da gerekli kılmaktadır.
Toplumun bu yapıya karşı tepkisi ise çok katmanlıdır. Kimi insanlar sadece bankaya para yatırmak, yurtta yemek yemek gibi basit gerekçelerle görevden alındıklarını ifade etmekte; kimileri selam vermek gibi hafif temasların bile cezalandırıldığını dile getirmektedir. Bu anlatılar, örgütle gerçek bağları olanların sorumluluktan kaçma eğilimini gösterirken, bazı masum bireylerin de mağduriyetine yol açabilmiştir. En dikkat çekici noktalardan biri ise gerçek mensupların pişmanlık göstermemesi, “biz kandırıldık” diyememeleri ve örgüt liderine dair herhangi bir ahlaki kopuş yaşamamalarıdır. Bu, örgütün bireylerde oluşturduğu zihinsel ve duygusal bağların ne kadar derin olduğunun göstergesidir.
Sonuç olarak, FETÖ ile mücadelenin sadece hukuki değil, ahlaki, psikolojik ve sosyolojik bir zeminde yürütülmesi gerekmektedir. Toplumun pişmanlık kültürünün teşvik edilmesi, etkin pişmanlık mekanizmasının daha insani bir dille anlatılması ve bu sürecin bir “moral arınma” olarak görülmesi elzemdir. Bu yazının amacı, yaşananları unutmadan, geleceğe daha güçlü bir hafıza ve bilinçle yürümek için zihinsel bir pusula ortaya koymaktır. Çünkü bu mücadele bir dönemin değil, bir uyanışın hikâyesidir.