Ünal TAYFUR

Dünyada ve Türkiye'de STK 'lar

Ünal TAYFUR

Sivil toplum kuruluşları, devletlerin eksik kaldığı alanlarda toplumsal ihtiyaçları karşılamak, adalet ve huzuru sağlamak için gönüllülük esasına dayalı olarak faaliyet gösterir. Türkiye’de Kızılay, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet Vakfı ve Maarif Vakfı gibi kurumlar, insani yardım, kültürel diplomasi ve eğitim alanında önemli işler yapmaktadır. Ancak bu çabalar, savaşların ve zulümlerin önlenmesinde çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Çünkü devletler ve uluslararası kurumlar, önleyici tedbirler almak yerine krizler patlak verdikten sonra yardım ulaştırmayı tercih etmektedir. Bu yaklaşım, Anadolu’da söylenen “terörist diye vurup şehit diye cenazesini kılmak” sözündeki çelişkiyi hatırlatır: önceden engellenebilecek felaketler, ancak yaşandıktan sonra telafi edilmeye çalışılır.  

Filistin örneği, bu durumun en açık göstergesidir. Gazze’de yıllardır süren saldırılar, binlerce çocuğun, kadının ve masum insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun yayımladığı raporlarda, İsrail’in Filistin’deki işgal ve saldırılarının uluslararası hukuka aykırı olduğu, sivillere yönelik sistematik hak ihlalleri ve savaş suçları işlendiği açıkça belirtilmektedir. Dünya kamuoyu ise bu yıkımı çoğu zaman “seyirci” gibi izlemekte, ancak şehirler yıkıldıktan sonra imar ve yardım projelerinden söz etmektedir.  

Benzer bir trajedi Doğu Türkistan’da yaşanmaktadır. Çin’in bölgedeki politikaları, Uygur Türklerini sistematik asimilasyon ve baskı altında tutmaktadır. Araştırmalar, bölgeye Çinli nüfusun hızla yerleştirilerek demografik yapının değiştirildiğini, yerli halkın kültürel ve dini kimliğinin yok edilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır. Uluslararası raporlarda, keyfi tutuklamalar, zorla çalıştırma, dini özgürlüklerin kısıtlanması ve işkence vakaları dile getirilmektedir. Buna rağmen dünya kamuoyu, tıpkı Filistin’de olduğu gibi, bu zulme karşı sessiz kalmaktadır.  

Filistin ve Doğu Türkistan örnekleri, uluslararası sistemin insani krizleri önlemede ne kadar yetersiz olduğunu göstermektedir. Siyasi çıkarlar, ekonomik dengeler ve diplomatik hesaplar, insan haklarının önüne geçmektedir. Birleşmiş Milletler gibi kurumların karar alma süreçleri ağır ve etkisiz kalmakta, devletler ise çoğu zaman gerçekçi adımlar atmaktan kaçınmaktadır. Bu nedenle STK’ların sahadaki çabaları hayati olsa da, zulmü önlemek için yeterli değildir.  

Sonuç olarak, insanlığın vicdanı olan STK’lar, devletlerin eksiklerini tamamlamaya çalışsa da, zulmü önlemek için yalnızca yardım değil, önleyici tedbirler şarttır. Filistin ve Doğu Türkistan örnekleri, dünyanın gözleri önünde yaşanan trajedilerin, önceden engellenmediğinde nasıl bir yıkıma dönüştüğünü göstermektedir. İnsanlık, ancak adalet merkezli siyaset, önleyici diplomasi ve güçlü toplumsal bilinçle gerçek anlamda huzura kavuşabilir.

Yazarın Diğer Yazıları