
Gözyaşıyla Ödenen Bedel
Ünal TAYFUR
Gözyaşıyla Ödenen Bedel, Tuzlu Su Olarak Geri Verilemez
— Amin Maalouf’un “Yüzüncü Ad” romanından ilhamla
Bazı cümleler vardır, insanın içine bir hançer gibi saplanır; ama aynı zamanda bir pusula gibi yön gösterir. Amin Maalouf’un “Yüzüncü Ad” romanında geçen şu cümle de öyledir: “Gözyaşıyla ödenen bedel, tuzlu su olarak geri verilemez.” Bu ifade, sadece bir edebi metafor değil; insanlık vicdanına yazılmış bir uyarıdır. Çünkü gözyaşı, insanın en mahrem acısını, en derin pişmanlığını, en sessiz çığlığını taşır. Ve bir kere döküldüğünde, geri alınamaz.
Gözyaşı, istemsizce akar. Bazen sevinçle, bazen hüzünle, bazen de içsel bir çöküşle. Ama biz burada, gözyaşının bir bedel olduğu hâlleri konuşuyoruz. Yani bir insanın, bir toplumun, bir medeniyetin yaşadığı sıkıntıların ardından dökülen gözyaşlarını. Bu gözyaşları, öyle kolayca “telafi edilemez.” Çünkü onlar, yaşanmışlığın, kaybın ve vicdanın izidir. Bir annenin evladını yitirdiğinde döktüğü yaş, bir göç yolunda yitip gidenlerin ardından kalan sessizlik, bir toplumun kendi değerlerinden uzaklaştığında duyduğu içsel sızı… Bunlar tuzlu suya dönüşmez. Bunlar, hafızaya kazınır.
Bizim kültürümüzde gözyaşı, sadece bir duygu değil; bir tanıklıktır. Aşık edebiyatında “gözyaşıyla yazılmış mısralar” vardır. Karacaoğlan şöyle der: “Gözüm yaşı sel oldu, aktı gitti yâr yoluna.” Bu dizelerdeki gözyaşı, bir sevdanın değil, bir bedelin ifadesidir. Mevlânâ da “Gözyaşı, kalbin konuşmasıdır” diyerek, onun manevi bir dil olduğunu söyler. Tasavvufta gözyaşı, nefsin kırılmasıdır; inançta ise tevbenin ve Allah’a yakınlaşmanın işaretidir. Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Allah’ın gazabından korkarak ağlayan kimse, cehennem ateşine haram kılınır.” Gözyaşı, burada bir arınma biçimidir.
Ama ne yazık ki günümüzde bazı acılar, bazı bedeller hafife alınabiliyor. “Biz bunu telafi ederiz” deniyor. Oysa gözyaşıyla ödenmiş bir bedelin telafisi olmaz. Çünkü o bedel, insanın içinden kopup gelen bir şeydir. Maddi karşılığı yoktur. Bir annenin gözyaşı, hiçbir tazminatla eşitlenemez. Bir toplumun vicdanı, hiçbir siyasi söylemle onarılamaz. Gözyaşı, bir kere aktığında, artık sadece bir izdir. Ve bu iz, zamanla denize karışmaz; tarihe kazınır.
Maalouf’un cümlesi, işte tam da bu noktada bir vicdan çağrısıdır. “Unutma,” der, “hafife alma, küçümseme.” Çünkü gözyaşı, tuzlu su değildir. O, bir bedeldir. Ve bu bedel, insanın hem kendisiyle hem geçmişiyle hem de geleceğiyle kurduğu en derin bağdır.
Bugün bir köşe yazısında bu cümleyi konuşuyorsak, belki de hâlâ gözyaşının anlamını unutmamışızdır. Belki de hâlâ vicdanımızda bir yer, bu tuzlu izleri taşıyordur. Ve belki de hâlâ, edebiyatın, inancın ve kültürün ışığında, bu izleri anlamaya çalışıyoruzdur.