
Susmak mı Susturmak mı?
Ünal TAYFUR
Tplumların çöküşü çoğu zaman gürültülü bir patlamayla değil, sessiz bir kabullenişle başlar. Haksızlık karşısında susmak, zulmü meşrulaştırmak demektir. Bu yüzden halk arasında “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözü yaygınlaşmıştır. Her ne kadar bu söz sahih hadis kaynaklarında doğrudan yer almasa da, anlam itibariyle İslam’ın zulme karşı duruşunu yansıtır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin; buna gücünüz yetmezse dilinizle, buna da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)
Kur’an-ı Kerim de zulme karşı sessiz kalmayı değil, hakkı savunmayı emreder: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.” (Maide, 5/8) ve “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 11/113) ayetleri, zulme karşı durmanın sadece bir erdem değil, aynı zamanda bir farz olduğunu gösterir. Sessizlik, zulmün sürmesine katkıdır.
Bugün toplumda sıkça duyulan “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözü ise bireysel çıkarı toplumsal sorumluluğun önüne koyan bir zihniyetin ürünüdür. Oysa biz, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Bu söz, bir milletin vicdanını susturmak için uydurulmuş bir zehirdir. Sessizlik zamanla susturulmaya dönüşür. Bugün susan, yarın susturulur.
Yanlış yapanı usulünce uyarmak, hem İslami hem insani bir görevdir. Her insan hata yapabilir; önemli olan hatada ısrar etmemek ve uyarıya açık olmaktır. Eğitimle, irşatla, hikmetle yapılan uyarılar toplumu yeniden inşa eder. “Sen öğüt ver! Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zâriyât, 51/55) ayeti bu görevi bize yükler.
Susmak mı susturmak mı? Bu sorunun cevabı vicdanın aynasında görünür. Hakkı söylemek, zulme karşı durmak, yanlışı usulünce uyarmak—bunlar hem bir müminin hem de bir insanın asli görevleridir. Sessizlik bazen bir erdemdir ama zulüm karşısında sessizlik, erdem değil ihanettir.
---