Filiz TURHAN

Özgür Ol!

Filiz TURHAN

Özgür Ol!

Toplumumuza yeni bir kimlik giydirmek isteyenler, bu toplumun utanma duygusunu söküp atmak için modern çağın en ustaca hamlesini yaptılar; değerleriyle kavga ettirdiler.

“Özgür ol” diyerek fitili ateşlediler.

Gelenek “geri”, edep “baskı”, sabır “eziklik”, din ise “bireysel tercih, bireysel hobi” ilan edildi.

Bağlarından kurtul, yüklerinden arın. Kimseye hesap verme…
Annen, baban, ailen, dinin, kültürün seni anlamayan herkes; seni ifade etmeyen her duygu, her fikir sana yüktür, at ve kurtul. “Sen özgür bir bireysin” dediler.

İnsan hafiflediğini sandı; oysa sadece bağsız kaldı.
Bugün bu kadar öfkeli, bu kadar huzursuz, bu kadar yorgun olmamızın sebebi budur.

Toprağa tutunacak kökü olmayan ağaç hafiflemez, devrilir.
İnsan nisbet sahibidir; nisbet kurar. Yaratılışı itibarıyla bağımsız yaşayamaz. Bağ kopunca özgürlük gelmez, boşluk gelir. Kalp boşluk kabul etmez; ya hak ile dolar ya da başka şeylerle.
Bu yüzden insan “hiçbir şeye inanmıyorum” dediğinde bile mutlaka bir şeye tutunur.

Aile ile bağını koparan “özgürüm” zanneder ama yalnızdır.
Dinle bağını koparan “akıllıyım” der ama anlam arayışındadır.
Kültürü ile bağını koparan “modernim” diye övünür ama tutunacak bir dalı yoktur; boşluktadır.

Sonra bu boşluğu ya ideolojilerle, ya kimlik kavgalarıyla ya da sanal kalabalıklarla doldurmaya çalışır. Ama hiçbiri yetmez. Çünkü bunlar bağ değildir; geçici oyalamalardır.
Eric Hoffer’in dediği gibi: Mevcut düzen yıkılmadan yeni bir düzen kurulamaz.

Kitleleri harekete geçirmek isteyenler yıkıma zihinle başlar. Önce insanın geçmişle, değerle, ahlakla kurduğu bağları parçalar. Çünkü kökleri sökülmüş insan yönünü kaybeder. Yönünü kaybeden insan ise her sese kulak verir; artık ne söylendiği değil, nasıl bağırıldığı önemlidir. Onu harekete geçiren şey fikirler değil, anlam boşluğudur.

Geçmişiyle bağını kaybeden, kendini değersiz hisseden, geleceğe dair ümidi olmayan insan belirsiz vaatlere sorgusuz inanır.
İnanç yoksa öfke devreye girer.
Umut yoksa düşman icat edilir.
Böyle toplumlar üretmez, tepki üretir.

Bugün yaşadığımız kaosun arka planında da bu vardır. Üretemeyen, yeni bir söz söyleyemeyen, sahici bir değer inşa edemeyen toplum elinde ne varsa onu tüketmeye başlar. Gelenek tüketilir, ahlak tüketilir, aile tüketilir; en sonunda insan insana düşer.

Bu bir saldırganlık değil; daha çok kendini yiyen hasta bir beden hâlidir. Dışarıdan bakınca hareket var sanılır, oysa içeride bir tükeniş yaşanıyordur.

Bugün ahlaki çöküşün vitrini hâline gelen sosyal medyada gördüğümüz öfke tam olarak bunun sonucudur. Sürekli provoke edilen, kışkırtılan, aşağılanan bir kitle var. Her gün yeni bir linç, yeni bir hedef, yeni bir öfke dalgası… Kimse durup düşünmüyor; herkes bir şeye kızgın ama neye, niçin kızdığını tam olarak bilmiyor.

Fakat siyonist uşağı provokatörler bunu çok iyi biliyor. Biz unutmuşuz: öfkenin şeytandan olduğunu, öfke geldiği vakit aklın gittiğini… Ama onlar unutmamış olsa gerek ki ateşe odun atarak toplumun öfkesini besliyorlar. Çünkü öfke hızlı yayılan bir eylemken düşünce zahmetlidir. Düşünceyle değil, öfkeyle beslenen toplumun ahlaki bünyesi zayıflar. Öfkenin olduğu yerde sevgiden, itaattan bahsedilemez.
Öfke boşluğun sesidir.

Bağını kaybeden insan sesini yükselterek var olmaya çalışır. Oysa çıkardığı gürültü hakikatin önüne geçer.

Hilmi Ziya Ülken’e göre:
“İnsan sevmeden inanamaz; inanmadığı şeyi de ahlak hâline getiremez. Ahlak, kuraldan önce bağ meselesidir. İnsanın kendisini aşan bir değere içten bağlanmasıyla ahlak oluşur ve kaynağı sevgidir. Değerlerle bağı kopan insan ahlakı da sürdüremez.”

Değerlerinden kopmuş insan arafta kalmış gibidir; iç pusulasını kaybetmiştir ve her esen rüzgârla savrulur.

Hz. Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:
“Aslından uzak düşen kişi yine aslına dönmeyi ister.”
Belki de toplumun bünyesini zayıflatan asıl kayıp, Allah’ın isimleri ile kurulan dengenin bozulmasıdır.

"El-Adl" kalpten çekilince adalet insanın vicdanında ya da mahkeme duvarlarında tecelli etmez, intikama dönüşür.
Merhamet sadece acıyana değil, güçlüye de" Er-Rahîm" olarak öğretilmelidir.

Acele ile hüküm veren çağın karşısına" El-Halîm’in" sükûneti konulmadıkça öfke akıl kılığına girer. Kimse beklemez, kimse tahammül etmez. "El-Hakîm" ile gelmeyen ilmin hikmeti değil, zulmü dolar akla." El-Kayyûm" idrak edilmezse aile çözülür, değerler ayakta duramaz.

Toplum artık inşa etmiyor, tüketiyor; ama başkasını değil, kendini. Değerlerini yerken kendi bağışıklık sistemini de yok ediyor. Bu yüzden herkes yorgun, herkes huzursuz, herkes biraz öfkeli. Çünkü insan fıtratına aykırı yaşadığında yorulur. Bağsızlık insanı rahatlatmaz; içten içe çürütür.

Halk bunu büyük cümlelerle söylemez ama bilir:
Dalından kopan yaprak rüzgâra mahkûmdur.
Suçu rüzgârda arıyoruz ama dalı unutuyoruz.

Kurtuluş yeni sloganlarda değil, yeni düşmanlar icat etmekte hiç değil. Kurtuluş, insanın yeniden bağını hatırlamasındadır: Allah’la, aileyle, kültürle, ahlakla kurulan bağda. Çünkü bağ onarılmadan toplum düzelmez; kalp toparlanmadan şehir ayağa kalkmaz.

Belki de bugün en büyük direnç şudur:
Öfkeye teslim olmamak, provokasyona gelmemek, bağını kaybetmemek.

Yazarın Diğer Yazıları