İhsan ÖZKAN

Şahsı Manevî

İhsan ÖZKAN

İlim adamlarımız bazı kelimeleri kullanırken ’Şahs-ı Manevisi vardır’ derlerdi. Mesela Halifelik kavramının Şahs-ı Manevisi vardır derken ne demek istiyoruz? Şahıs kişi anlamında kullanılmaktadır. Manevî ise anlamla ilgili demektir. O zaman bazı kelimelerin anlamsal kişilikleri vardır.  Bu da o kelimenin hem anlamının hem de değerinin olduğunu gösterir. Kelimelerin anlamsal kişilikleri, insanların fiillerini belirleyen en önemli etmenlerdendir. Örneğin Mustafa Kemal, padişahın mührünü taşıyarak Anadolu'ya milli mücadeleyi başlatmak için gittiğinde, Kazım Karabekir kendisinden daha rütbeli olduğu halde karşısında esas duruşa geçip selam verir. Bunun sebebi Mustafa Kemal'in Halife'nin mührünü taşıması, halifenin tehlikede olduğunu ve kendisinin milli mücadeleyi başlatmak için görevlendirildiğini söylemesidir. Devlet görevlileri ve halk, halifelik kavramının anlam değer dünyasında önemli bir yeri olduğu için topyekun bir direniş başlatmışlardır.

Peygamberlik kavramının Şahs-ı Manevisini ele alalım. Peygamberler, Allah'tan aldıkları vahyi insanlara aktarır, vahyi öncelikle kendi hayatını aktararak onu yorumlar ve insanlara güzel örnek olur (Üsve-i Hasene). Peygamberimiz şu an aramızda yok, bu onu model almayacağımız ya da iman etmeyeceğimiz anlamına gelmez. Çünkü Şahs-ı Manevi’si aramızdadır. Yani anlam değer dünyamızdadır. Örneğin bayrak maddi açıdan bir bez parçasıdır. Savaşlarda bayrağın yere düşmemesi için nice şehitler verdik. Canımızdan daha değerli görmemizin sebebi bayrağın anlam-değer dünyamızdaki karşılığıdır. Bayrak bizim için namustur. Namus yere düşürülmez.

Aynı şekilde İslamiyet, milletimiz için Şahs-ı Manevisi olan bir dindir. 1300 yıldır bizi kenetleyen çimento görevi görmektedir. Binlerce yıldır kültürümüzü yaşatma ve koruma imkanı vermiştir. Bazı toplumlar yeni bir dine geçtiğinde tarihten silinir. Bizde ise tam tersi olmuş, İslam’la şereflendikten sonra hem ilim hem siyaset hem askeri alanlarda daha çok ilerleme kaydedip kültürümüzü muhafaza etmişiz. Toplum olarak en parlak zamanlarımızı İslam’la şereflendikten sonra yaşadık.

İlim adamının da Şahs-ı Manevisi toplumumuzda önemli bir yer kaplar. Yüce Allah ilme ve ilim adamına değer verdiği için toplumumuzda ilim adamına özellikle değer vermiştir. Çünkü ilim adamları hem kendini iyi yetiştirir hem de öğrencilerine ilmin yanında edepte öğretirlerdi. Hatta önce edep öğretilir sonra ilim öğrenmeye geçilirdi. Talebe; talep eden, isteyen, istekli olan demektir. Hocalar, istekli olanlar arasından kendi tedrisatına uygun öğrencileri seçer, onlarla uzun soluklu talim ve terbiye yolculuğuna çıkarlardı. Bir de ilim adamı padişahlardan daha çok teveccüh görürdü. Fatır süresi 45. ayeti kerimede yüce Allah kendisine derin bir şekilde saygı duyanların, alimler olduğunu belirtmiştir. Yavuz Sultan Selim bir sefer dönüşü hocası aynı zamanda Anadolu kazaskeri Kemal Paşazade'nin atının çamuru kaftanına sıçrayınca hocası mahcup bir yüz ifadesine bürünür. Yavuz Sultan Selim bunun üzerine kederlenmeyiniz. ‘Sizin gibi bir alimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için ziynettir’ diyor. Yavuz bu sözüyle de yetinmeyip vasiyetimdir; öldüğümde, bu kaftanı sandukanın üzerine koysunlar diyor. Bu vesileyle 7 Mayıs 2024 günü hunharca katledilen 74 yaşındaki İbrahim Oktugan hocamızı rahmetle yad ediyorum.

Nereden nereye geldik. Şimdi biz mi ilerideyiz, Yavuz dönemindeki toplum mu? Her konuda olduğu gibi eğitimde de bir an evvel özümüze dönmeliyiz.

Bir milletin, bir kültürün içinin boşaltılması; o milletin şahsı manevisi olan kavramlarının içinin boşaltılmasıyla ve oynamasıyla başlar. Bir kültürün anlam değer dünyasını inanç veya ideolojiler belirler. Maneviyatı bozuk olan toplumların anlam değer dünyası da bozuktur. Anlamsızlığa doğru sürüklenir. İnsanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet, anlamlandırma yetisini kaybetmesidir.

Bu yetiyi kaybetmek insanı bunalıma sokar, bir süre sonra kendini imhaya sürükler. Nitekim intihar eden, yani kendi varoluşunu imha eden insanlar, ölmeden önce artık yaşamın bir anlamı kalmadı derler.
Kişilerin olduğu gibi kültürlerin, milletlerin de anlamlandırma yetilerini kaybetmeleri söz konusudur. Anlamlandırma yetilerini kaybeden milletler de bir süre sonra kendilerini imha ederler, birbirlerine düşerler, tarihten silinip giderler. Bir kültürün, bir milletin tarih sahnesinden çekilmesi maneviyatın yani anlam değer dünyasının ortadan kalkmasıyla başlar. Oryantalist yazar Massingon, İslam dünyası için; onların her şeyini mahvettik, felsefelerine, dinlerine, artık hiçbir şeye inanmıyorlar. İçlerinde sonsuz bir boşluk açıldı. Anarşinin ya da intiharın eşiğindeler demiştir.

Bir kişi, bir millet, bir kültür, kendi anlam değer dünyasını, anlamlandırma yeteneğini kaybetmeye başlarsa, kendi vicdanının önünde küçük düşer ve Aşağılık Kompleksine girer. Bu kompleksin en önemli göstergesi, öz güvenini kaybetmek, sahip olduğu dini, ilmi, siyasi, ahlaki, estetik, tarihi değerlerden önce şüpheye düşmek sonra uzaklaşmak en nihayetinde onları terk etmektir. İnsan bu terk edişiyle birlikte kendi değerlerini, maneviyatını, vicdanını, anlam değer dünyasını aşağılamaya başlar. Aşağılamak, terk edişi kolaylaştırır ve savunma mekanizmalarını devreye sokarak insan kendini rahatlatır.

Türkçemiz de hikmetli ve ilmi derinliği olan birçok kavram ve kelime varken, tabelalarımızın çoğunun yabancı dilde olması aşağılık kompleksinin bir göstergesidir. Yabancı dillerin dilimize girmesinde hiçbir sakınca yok. Su kelimesi bize Çinceden geçmiştir. Dilimizde bol miktarda Farsça, Arapça ve yabancı kelimeler mevcut. Benim eleştirim, ilmî derinliği olmayan ve karşılığı dilimizde mevcut olan yabancı kelimeleri sırf popüler diye kullanılması.

Toplumumuzun her kesiminden insanların buluştuğu en önemli ortak payda batıya karşı aşağılık kompleksi. Gençlerimizin bir kısmı, kendi geçmişinden, kültüründen, değerlerinden, memleketinden nefret ediyor. Eğitim sistemimizin içinde yoğrulan bir kısım gençler, üstün gördükleri Batı’nın çıkarlarına gönüllü olarak hizmet etmeye başlıyor. Kendi imanlarını, ahlaklarını, değerlerini, gelenek ve göreneklerini önce gereksiz daha sonra kıymetsiz görmeye başlıyorlar. İşin garip tarafı İslami çevrelerin eğitimli kesimleri bu hastalığa daha çok kapılıyor.

Dil hikmetin anahtarıdır. Kullandığınız kelimeler ve kavramlar, sizin ilim ve kültür seviyenizi belirler. Sürekli başkalarını taklit edip onların peşinden giderseniz kendiniz olamazsınız ve ancak takip ettiğinizin kuyruğu olursunuz. 

Örnek olarak son günlerde ahlak kavramı yerine etik kavramını kullanmaya başladık. Birçok kamu örgütlenmelerinde etik kurulları var. Etik Fransızca kökenli bir kelime olup toplumda hakim olan kurallara uymak anlamında kullanılır. Velev ki bu kurallar bizi, haksızlığa, zulme, sömürüye götürse bile. Ahlak ise yüce Allah’ın yarattığı fıtrata bağlanmak ve o fıtrata uygun davranmak demektir. Bizim inancımızda oturmanın kalkmanın uyumanın hatta lavaboya bile gitmenin bir ahlakı vardır. Etik kavramı asla ve asla ahlak kavramıyla eş anlamlı kullanılamaz. Çünkü etik; olanı meşrulaştırır, ahlak ise yüce Allah’ın meşru gördüğü bir davranıştır.

Köklerimizle bağımızı koparırsak sobada yanmaya yarayan odun olup, kül olur gideriz. Kültürümüze, inancımıza, değerlerimize, kavramlarımıza sahip çıkalım. Onları yaşatalım. Bunun için hayatımızı adayalım. Modernizm teknolojik aygıtlarla bizleri tembelleştirip köleleştiriyor. Ayrıca Modernizm, önce kendi çocuklarını yemeye başladı. Bizi de yemesine müsaade edemeyiz. Biz, kendini Allah'a adamış neslin evlatlarıyız. Özümüze dönüp kendimize gelelim.   
 

Yorumlar 1
Ensar ŞAHİN 21 Mayıs 2024 10:48

Eline, kalemine sağlık İhsan hocam. çok güzel didaktik bir yazı olmuş. Külleşmeye devam ediyor gençliğimiz maalesef. son cümleye kocaman bir İNŞAALLAH diyorum.

Yazarın Diğer Yazıları