ALTIN TASARIMINA KÜLTÜRÜMÜZ NASIL YANSITILABİLİR?
Osman abi bu Kazancılar Çarşısı’nda, tabi Kazancılar Çarşısı Kayserimizin eski çarşılarından, eskiden bu mesleği Rumlar ve Ermeniler yaparmış. Şimdi Kazancılar Çarşısı’nın tarihini düşününce Ermeni ve Rumlar burda var mıydı?
‘’Bildiğim kadarıyla birkaç kişi varmış duyduğum. Ben o ustayı görmedim. Gavur Hacı diyorlar işte vesaire. Ben bu insanları görmedim ama bizim burda bu mesleği icra etmişler. Şimdi Türkiye geneline baktığımızda zaten belki konudan konuya geçiyor gibi oluyoruz ama Osmanlı Dönemi’nde zaten bizim sünni kesimden sanatkâr yok.’’
Onun sebebi ne biliyor musunuz?
‘’Onun da sebebi sünni kesim cephede gayrimüslim kesim içerde. Sünni kesimi biz arabacı yapmışız, savaş olmadığında af buyur at arabası, eşek arabası bunlar bunları çektirmişiz. Gayrimüslimi cepheye götürmemişiz. Gayrimüslime denmiş ki: Sen burda içerde her türlü işi yapacaksın; sanatkârlık onda, terzilik onda, kuyumculuk onda, mütahitlik onda, inşaatçilik onda, aklınıza ne geliyorsa’’
Cizyeni ver, savaşa gitme demişiz.
‘’Sen gayrimüslümsün, savaşta yerin yok. Sünni kesimin de eli silah tutuyor mu al cepheye.’’
Dolayısıyla usta çırak ilişkisi oluşamamış.
‘’Sünni kesimin bir mesleği dahi yok. Olsa da kısa dönem olmuş. Eli silah tutmaya başlamış mı Ermeni ustanın yanından almışlar, cepheye göndermişler.’’
Haklı olarak. Önce vatan diyoruz ya sürekli. Ama böyle olmamalıydı. Daha farklı olabilirdi. Daha başka çözümler bulunabilirdi.
‘’Terzilik mesleği dahi Ermenilerin elinde. Rahmetli annem anlatırdı. Bayan terzisi Ermeni bilmem bir şey derdi. Erkek terzisi Ermeni bilmem bir şiy. Fırıncı Ermeni, ev ustası Ermeni, kuyumculuk Ermeni, demircilik Ermeni, ayakkabıcılık Ermeni. Müslüman tebaadan hoca var cami imamı. Osmanlı Dönemi sanatkârlarına bakın bir kasapla cami imamı var, başka kimse yok.’’
Sanat ve zanaat toplumun can damarı. Elbette ki imam da olacak, kasap da olacak, berber de olacak ama sanat ve zanaat olmalı ve hâlâ sanatın musiki dalı mesela çizim dalına son zamanlarda da özellikle yanlış anlamadan dolayı birazcık önem vermemişiz.
‘’Osmanlı Dönemi bizim sanatta sünni kesimin çok geri kalmasına sebebiyet vermiş.’’
Kazancılar Çarşısı’nda bavul ticareti yapılıyor mu? Türkiye’deki bavul ticareti Kayseri’de devam ediyor mu?
‘’Bavul ticareti derken bizim çanta tabir ettiğimiz ticaret yapılıyor. Aşağı yukarı Kayseri bu bavul ticaretinde büyük bir potansiyeldir. Bugün Adana’dan, Mersinden, Maraş’tan, İstanbul’dan birçok ilimizden Kayseri’ye atölyeci arkadaşlarımız üretmiş oldukları malları getirip rahatlıkla Kayseri’de pazar bulabiliyorlar. Neden bulabiliyorlar? İşte Kayserimizin eksik yönü dedik ya hani, her şey burda imal edilemiyor. Bir çocuk künyesini burda yapamıyoruz. Bir küpeyi Kayseri’de yapamıyoruz. Bir kavurga bileziği burda yapamıyoruz. Bir pırlanta mıhlamacılığı vesairemiz yok. Ağırlıkla İstanbul ve Maraş tarafı, Mersin, Adana burdaki atölyeci arkadaşlar üretmiş oldukları ürünlerini Kayseri piyasamızda rahatlıkla satıyorlar. Gelirler, her firmanın haftanın belirli günleri vardır veya ayın belirli günleri vardır. Amiyane tabirle x firması her haftanın çarşamba günü Kayseri’dedir. Sistemi öyledir, mecbur böyle olmak zorundadır. Satmış olduğu bilezik efenim sipariş verecek olsam ben çarşamba geleceğini bileceğem ki ben müşteriye çarşamba günü burda olur diyeceğim. Yani bugün geliyim, yarın gelmeyeyim ayağı olmaz. Kayseri piyasasında, Türkiye piyasasında öyledir.’’
Burda da herhalde bavulla altını getirenlere güven önemli. Güven duymayan bir esnafa satış yapılamaz herhalde değil mi?
‘’Yapılamaz.’’
Hatta referanslı geliyorlar diye biliyorum.
‘’Tabi referanslı gelinir. Eskiden ben yönetimdeydim. Derneğe gelir, İstanbul’daki tanıdığına der ki, çantacı deriz bu arkadaşlara, Falan abine var, derneğe uğrar, ayar kontrolü yaptıttırır. Falan abine var. O, senin çarşıda kimlere gideceğini, kimlere gitmeyeceğeni, eli ağır, eli hafif kim varsa onları söyler, der. Gelir, abi işte ben felan abi selamıyla geliyorum. Selamları var. Oo hoş geldin, beş gittin. Biz de Kayseri’ye yeni geliyoruz. O, zaten ondan sonra senden benden iyi olur. O çantacı dediğimiz kişi Kayseri’deki sarrafı benden daha iyi tanır. Çünkü birebir yaşıyor. Ben onu birebir yaşayamam. O dışardan gördüğü kadarıyla tanır. Benim çalışmadığım arkadaşla o çantacı çalışmıştır. Aradan bir iki ay geçti miydi o arkadaş senden benden daha iyi bilir.’’
Çantacıyı tanımıyor. Bir esnaf çantacı ticareti yapan kişiden mal alır mı?
‘’İlk etapta almaz ama firmalarda elemanlar değişiyor. Diyelim ki a firmasının elemanı devamlı Ahmet Efendi geliyordu, o Ahmet gelmiyor. O biraz tedirginlik yaratır. Ama ilk etapta kendi firması için iş yapamazlar. Bir iki ay boş gelip giderler. Bazı arkadaşlar boş çıkma der, ihtiyacı fazladır ama bir tane alır, iki tane alır. Boş çıkma hiç değilse Kayseri’ye kadar yorulmuşun, benzin paran çıksın, otel paran, yemek paran çıksın, şurdan iki tane ver der. Aynısını biz de yaşıyoruz. Mesela ben de çevre il ve ilçelere bilezik gönderiyorum, servis yapıyorum. Aynı durumla ben de karşılaşıyorum. Adam diyor: Tamam, isminizi duydum, diyormuş, elemanlara. Ne kadar da ismimizi duysa da bilmem bir şey yapsa da o anda güven teşekkül edemiyon. Neden? Daimilik ister. Bugün geleceksiniz, yarın gelmeyecek misiniz öbür hafta. Bir yerle devamlı adamın zaten bir alış verişi var. Senin caziben ne olacak? Ya ondan biraz daha kaliteli ürün işçiliğin olacak veya biraz daha fiyatın makul olacak ve o insanın her türlü istediğini gidereceksin.’’
Aslında kuyumcular altını değil, emeklerini satıyorlar. Yani altına değer katıyorlar. Hayalleriyle, çizimleriyle bunu gösteriyorlar. Bu anlamda altın sektöründe kültürümüz ne oranda tasarımlara yansıdı, yansıyor?
‘’Tasarımlarımıza fazla yansıma yok. Bugün buyurduğunuz gibi dünyanın en kıymetli madenini işliyoruz ama bunun kıymetini bilmiyoruz.’’
Tasarımlara kültürümüzün yansıması için neler yapılabilir?
‘’Örneğin dün belgeselde Avrasya Tüneli’ni izliyorum. Avrasya Tüneli’nin girişlerinde logolar var. Yeni fark ettim. Diyor ki: Mimar Sinan’ın çarkı feleğinden esinlendi, o şekilde koyduk bunları. Hiç değilse Sinan’ın eserinin yüzyıllarca dahi ayakta kalmasını istedik. Bizim Osmanlı motifleri, Selçuklu motifleri var bileziklerin üzerine rahatlıkla işlenebilecek. Biraz evvel buyurduğum gibi Erciyes Dağı’nı işledim.’’
Tam olarak ben onu soruyorum. Bunlar yansımıyor değil mi?
‘’Yansımıyor. Bir aralar vardı, döküm de vardı, lale setler vardı. Lale dökümlü setlermiz vardı. Lale bileziklerimiz vardı.’’
Osmanlı’nın bir dönem devri olmuş.
‘’Lale Devri. Bugün o motiflerin hiçbiri yok, yapılmıyor. Arz ve talepten dolayı mıdır? Belki ondan dolayı.’’
O zaman Kayseri’deki ve Türkiye’deki kuyumcular odasına büyük iş düşüyor.
‘’Tabi, bugün bir eski Osmanlı, Selçuklu halısı kilimine bakın, üzerinden binlerce model çıkartırsınız.’’
Selçuklu arması dediğiniz gibi. Osmanlı’nın yapmış olduğu birçok eserler. Mimar Sinan’ın bizzat kendisi ve şu anda daha sayamayacağımız kadar kültürümüze ait.
‘’Bugün bir Selçuklu halısını, bir Osmanlı kilimini serin ortaya, onun üzerinden size yüzlerce, binlerce model çıkartılır. Yüzük modelleri, bilezik modelleri, set modelleri. Benim ecdadım işlemiş işte ya. Bugün kafa kafaya çatıp da nasıl, ne yapacağım demeye lüzum yok.’’
Bu atölyede bunları kısmen de olsa başlatsanız ya da başlatabilir misiniz?
‘’Başlatabiliriz. Diyorum ya mesela ben Erciyes’i yaptım. Hunat Camisi’ni yaptım.’’
Başlatmışsınız daha doğrusu.
‘’Yapılmaz diye bir şey yok ama yaptığın ürünün ‘Ya usta eline sağlık, şahane olmuş.’ demeleri var ya size 1 kilo altın verseler onun yerini tutmaz.’’
İşte değer kattığınızdan.
‘’Şu sac parçasına can vermek Allah’a mahsus ama siz onu işliyorsunuz, kıymetli bir şekle getiriyorsunuz, insanlar ona erişemeyecek şekilde bakıyor, bir hayranlıkla bakıyor. Onu siz yapıyorsunuz. Siz icat ediyorsunuz. Yaratmak Allah’a mahsus. Şu sac parçasının üzerinden öyle bir şey işleyeceksin ki insanlar onu alacak. Şunu ben yola atsam kimse almaz. Değeri var diye alır. Kıymetli madenmiş der, alır. Sac parçası sac sac. Sarı bir levha ama ben onu işliyorum, üzerinde bir şeyler yapıyorum gütürdüğümün. Usta eline sağlık, şahane olmuş dediler mi dünya senin.’’
8.bölümün sonu