Murat SERİM

Rufailikte Rabıta Nasıl Anlaşılmaktadır?

Murat SERİM

Erzurum’da Abdülbaki Çınar Hocamızla Rufailik üzerine söyleşimize devam ediyoruz.

Hocam tarikatta bir de rabıta denen bir kavram var. Rabıtanın ne olduğuyla birlikte Rufai müritlerinin rabıtayı nasıl uyguladıklarını anlatmanızı isteyeceğim. Rabıta, müridin manevi gelişimi ve birtakım mertebelere ulaşabilmesi için günlük virdinde ki biraz önce anlattınız veya tasavvuf meclislerinde yapıldığını biliyoruz. Gönül Sultanlarımız isimli kitabınızda “Müridin, kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan feyiz aldığını zihninde canlandırmasıdır.” diyorsunuz. Müridin mürşidini gönlünde canlandırması, simasını hayal etmesi, mürşidini iki kaşının arasında hissetmesi ile mürşidi vesile kılarak feyzin, nuraniyetin kalbe indirilmesiyle Allah’a yaklaşma ritüeli birkaç hususta eleştirilmektedir. Birincisi rabıta neden Allah’a yapılmıyor da araya bir aracı girdiriliyor? İkincisi ise feyz yada nurun aracı konulan mürşidin siması aracılığıyla gönle akması bidat veya şirk midir?

‘‘Efendim Âli İmran suresi 200. ayeti kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:’ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اصْبِرُواْ وَصَابِرُواْ وَرَابِطُواْ وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ Ya eyyuhellezine amenusbiru ve sabiru ve rabitu vettekullahe leallekum tuflihun. Ey iman edenler! Sabredin, sabırda kalın savaş esas alınarak. Ve rabıta ederek irtibatınızı koparmayın. Şu laminantlar da birbirine geçerken rabıta oluyor. Burdan hareketle en büyük cihat Hz. Resulü Zişan Efendimiz Bedir Savaşı’nın zafer kazananı muzaffer ordusu olarak gelirken diyor ki: رجعنا من الجهاد الأصغر إلى الجهاد الأكبر Racağna min elcihadi asgari ila elcihadil ekber. Biz küçük cihaddan geldik, büyük cihada gidiyoruz. Ya Resullullah! O kiminle, nerede yapılır? O, iki göğüs kemiğiniz arasındaki nefis ile yapılır. Göklere çıksanız da yeraltına inseniz de o nefis sizinle beraberdir. İnsan rabıtayı öğretici, usta öğretici mürşidi kâmilin huzurundaki edeple tam konsantrasyon kurarsa o edeple dersinden büyük bir mesafe ve merhale kateder. Birilerinin dediği gibi rabıta hâşâ tapınma değildir. Rabıta yani siz öğretmensiniz. Sizin huzurunuzda bir öğrenci nasıl bir edeple duruyorsa sizin yokluğunuzda da o edeple dersine dostlaşırsa başarılı oluyor. Merasime hazırlayacağınız bir öğrenciye diyorsunuz ki: Oğlum! 200 kişilik grubun karşısında olduğunu nazarı itibare al yani rabıtanı onlara yap, evde öyle çalış ki bir gün karşılarına çıktığın zaman bocalamayasın. Rabıtadaki hikmet de bu. Yani müridin evrat ve ezkârını mürşidi zihninde canlandırarak demin dediğiniz ifadede Hazreti Resulü Zişan Efendimiz Burak vasıtası Cibril vesilesiyle miraca ulaşmıştır. Allah kuluna istediği an ulaşır ama kulun Allah’a ulaşması için bir mürşide, onunla rabt olmaya ihtiyacı vardır, muhtaçtır usul esas bilmesi için. Büyük padişahların huzuruna çıkarılırken görüyoruz ki insanlara ne öğretiliyor? Padişahımızın huzuruna çıkarken şöyle konuşacaksın. O, seni kendi yüzüne baktırmadığı müddetçe kafanı kaldırıp onun yüzüne bakmayacaksın. Burada ne yaptı? Burada irşat edici, öğreticinin huzurunda nasıl davranılacağını öğretti. Biz de padişahlar padişahı أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ E leysallahu bi ahkemil hâkimin. Hâkimlerin hâkimi denilen Hz. Allah’ın huzuruna çıkarken de çocukken bir öğretmenin huzuruna gitmek suretiyle taat ve ibadetimizi nasıl yapacağımızı öğrenmiyor muyuz? İşte rabıta bu demek.’’

Peki hocam rabıtanın şirke kaydırılma ihtimali var mıdır?

‘’Şöyle: Kişi hâşâ hâşâ diyelim ki mürşidini çok metusane eder de peygamber makamına getirirse, peygamberini çok metus eder haddi aşar da Allah makamına getirirse işte bu şirktir, eş koşmaktır. Yani haddi bilmek lazım. Hududları korumak lazım. Kişi dengeyi muhafaza ettiği müddetçe faydalıdır, dengeyi ölçüyü kaçırdığı esnada zararlıdır.’’

Hocam kadınların rabıta yöntemleri farklı mı?

‘’Kadınlarda da kastettiğimiz gibi orda şeyhinin huzurundaki saygı ve edebi koruduğu gibi dersine dostlaşması izah edilir. Bunun dışında tabi kadın tesettürlüdür. Mesela merhum dedem Hacı Mevlüd Baba erkeklere ders verirken -tasavvufi bir ders- iki rekat tefekkürü mevt namazı kıldırır, tövbe istiğfar yaptırır, erkeği karşısına alır, Cibril hadisinde Cebrail aleyhisselamla Peygamber Efendimizin münasebetinde olduğu gibi diz dize şöyle ellerini karşılıklı tutar, iki kaşının arasına nazar eder, mürşit de onun kalbine nazar ederek bu dersi verir. Hanımlarda bu durum söz konusu değil. Hanımlar ergenleşmiş bir çocuğu eşi, babası, kardeşi yan oturur. Göz göze bakmak, el teması koymak, mümkün değildir. Hanımlarda bir mesafe var. Hazreti şeriait-ı Muhammediyenin ölçüleri esas alınacak.’’

Ama yine rabıta yaparken bir bayan müridin yine iki kaşının arasında mürşidini mi hayal edecek hocam? Böyle mi anlıyoruz?

‘’Mürşidin huzurundaki edeple duracak.’’

Hayal etmeyecek diyorsunuz.

‘’Mürşidin varlığını nazarı itibar alırsa göz seyrettikleriyle zihni meşgul eder. Gözü yummaktan, mürşidin huzurunda olduğunu düşünmekten gaye; kalbi tüm konsantrasyonuyla bir noktaya tatbik etmektir. Yani mercek havadaki güneşi bir noktaya tatbik edince altındaki cismi yakıyor. Dağınık gelince o güneş bir şeyi yakmıyor. Tabiri caizse nefsin kötü huy ve âdetlerini mercek görevinde olan, nakletme hususunda borular gibi olan mürşitler silsilesi de nazarı itibare alınca, kişi edepli oluyor, dikkati bir noktaya topluyor, o ibadetinden terakki ediyor yani yükseliyor yani onunla ruhun bir basamağından bir başka basamağına bir makamından bir başka makamına bir seyrisüluk yolu başlıyor.’’ 

Rabıtanın Kur’an ve sünnette delilleri var mıdır? 

‘’Demin okuduğum Âli İmran suresi 200. ayeti kerime Peygamber Efendimizin yanında Hanzala ayrılıyor, Hz. Ebabekir Sıddık’ın yanına geliyor Hanzala adında bir sahabe. Diyor ki: Hanzala helak oldu. Ne oldu? Allah Resulü’nün yanındayken diyor, pür edep oluyoruz ama eve geldiğimiz zaman affedersiniz tuvalate, defi hacete, çoluğumuzun çocuğumuzun içine gidince o hâl bizden alınıyor. Peygamber Efendimiz diyor ki: Eğer benim huzurumdaki hâlinizi korursanız, melekler size selam verir. Yani burda ruh bedene galip gelir, melekleşir âdeta insan. Kastedilen o ama insan günlük hayatını idame ettirmesi için nefsin istek ve arzularına da muhtaçtır.’’

Hocam tasavvuf ve tarikattaki mükâşefe, keramet, feraset, ilham kavramlarını açıklar mısınız?

‘’Mükâşefe, Allah’ın lütfettiği dervişin de çalışmasıyla birlikte kendinde meydana gelen olağanüstü hâllerdir. Yani o olağanüstü hâllerin ilk kendinde görülme hâline mükâşefe, kendinde meydana gelen olağanüstü hâllerin başkaları tarafından görülmesine keramet diyoruz. Hâl böyle olunca ‘feraset de müminin ferasetinden korkunuz zira o Allah’ın nuruyla bakar.’ Yani tabiri caizse kör insanın düşüp kalkması onun kaderidir. Ama gören insanın nazarını alırsa gecenin karanlığında yola giden bir insan kılavuzsuz giderse sarp dağlarda yolunu şaşırır. Kendinden önce o yolu giden bir insanın bir mürşidin nezaretinde giderse, onun feraset nuruyla bakarsa artık o nefsin kuyularına düşmekten kurtarır. İlham, herhangi bir konuda yoğunlaştıktan sonra Allah’ın nurunun aksetmek suretiyle bazı gaip perdelerinin ona aralanması demektir. Bazen taat ve ibadet yaparken, söz ve sohbet ederken ağzınızdan öyle bir ifade çıkar ki dersiniz ki: Bu, benim haddim değil; bu, Allah’ın ilhamı yoluyla hikmetli bir beyan oldu.’ dersiniz.’’

Hocam, kitabınızda ‘’Keramet yeterli ölçü olmamalıdır. Zira günümüzde bu işin sahtekârlığı fazlasıyla yapılmaktadır. Aranılacak en büyük ölçü, Allah ve Resulü’nün ölçüleri içerisinde yer almasıdır.’’ diyorsunuz. Ardından da ‘’En büyük keramet sırat-ı müstakim üzere bir hayat yaşamaktır. Tarih boyunca görülmüştür ki müessir olanlar hep dosdoğru yaşayanlardır. Allah tarih boyunca metafizik dönemlerde metafizik donanımlı kulları ile peygamberinin devamı olan şahsiyetlerden kerametler sudûr etmiştir.’’ diye de ekliyorsunuz. Hocam, kerametin sahtekârlığı nasıl yapılmaktadır?

‘’Şimdi ilk girizgâhla şöyle başlayayım: Bir mürşide kâmile intisap edilirken yalnız başına âlim olması yeterli değil ille de ilmiyle âmil olması lazım. Yalnız başına piri fani öyle bir adam ki hele gör nur gibi, ihtiyar yeterli bir ölçü değil. Kılık kıyafetini mürşitlerin kılık kıyafetine benzetir de kalbi gönlü boş olursa, ondan insana fayda gelmez, zarar gelir. Günümüzde bu öz değerleri istismar ederek insanların dünyasını avlayan, onlardan maddi menfaat uman, Hz. Şeriatı Muhammediye hudutlarının dışında televizyonlarda işittiğimiz nice insanlar var. Bunlara biz kutta-i tarik diyoruz yani yol kesici.’’

Kutta-i tarik mi?

‘’Kutta-i tarik, yol kesiciler. İnsan bir yola çıkar, bakarsın ki yolun ilk çeyreğinde geri dönenler olur. Yola yatıp yolu kesenler olur. İşte bunlara biz kutta-i tarik diyoruz. Kişi bir kılavuz neticesinde hakiki bir mürşidi bulup ömrünün sonuna kadar o yolda ilerlemeyi nefsine ahd ve kastetmelidir. Asıl olan budur. Sahtekârlardan korunmak lazım.’’

5.bölümün sonu
 

Yazarın Diğer Yazıları