Murat SERİM

Tezhip Sanatında Kelamın Ruhu Nasıl Yakalanır?

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

Hocam, kurduğunuz ‘’Altından Haleler’’ isimli tezhip grubu var. Bu grubun eserlerindeki ‘’Aşk-ı Yunus’’ tezhip projenizi anlatır mısınız?

Aslında bir talebemizin projesiydi. Fakat bunu tek başına yapması çok zordu. O yüzden benden bu konuda yardım istedi. Ben 2008’de öğrencilerimin 18’ine icazet verdim. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir sergimiz oldu. Hocalarımızın konuşmalarının arkasından ne yaparız, ne yapmalıyız? Grup olarak bir şeyler yapalım, dendi. 2009’un akabinde bir toplantı yaptık. 30 kişilik kalabalık bir grubuz. Ayşe Koç isminde bir öğrencim dedi ki: Ben Yunus Emre’nin şiirlerini çok severim. Bununla ilgili uzun zamandır düşüncem var ama bir paylaşabilir miyim sizinle? Buyur, dedim, paylaş. Ne yapmak istiyorsun? Arkadaşlarımızın da desteğiyle şöyle bir çalışma yapalım: Yunus Emre’nin şiirlerini Osmanlıcaya çevirip, divanından da bakıp toparlayarak, ondan sonra bunları hattatlarımıza yazdırıp, bunların süslemelerini yapalım hocam, dedi. Gerçekten makul bir konu. Daha önce Mevlana üzerine yapıldı. Üzerine yapılan çok konu var ama Yunus Emre yoktu, yapılmamıştı. Cazip geldi konu da. Serbest tasarım yapabilme olanağı taşıyan şiirler de var. Hatta dedik ki: Ayetlerle, hadislerle, şiirleri birleştirelim. Yani levhada manasına uygun ayetlerle destekleyelim. Gerçekten de çok dikkat çekti bu kısmı. Tabii bizim klasikleri yazılar yazıldıktan sonra tezhipleriz. Serbest tasarımları hattatlarla istişare ederiz tasarımları müzehhipler yaptığı için. Hattatlar bu tasarımlara uyabilecekler mi, uyamayacaklar mı?  Bu konuları onlarla istişare ederek böyle bir proje hazırladık. O dönem için biraz erkendi ama bugün baktığım zaman şu Keşif’ten çok daha önce biz bu işi zaten yapmışız dedirtecek eserler vardı içerisinde. Yine farklı disiplinler vardı, yine minyatür kullandık kimilerinde, kimilerinde tamamen tezhiple çalıştık. Hiç yazı kullanmadık, mezar taşımız bile var. Ölümü anlatan bir levhada mezar taşı formunda yazı yazdırdık mesela. O, ölümden sonraki hayatı anlatan bir şiirdi. Böyle kimisi talik yazdırdı, kimisi sülüs yazdırdı, kimisi nesih yazdırdı, kimisi celi divani yazdırdı, yazı çeşitleri farklı farklıydı. Öğrenciler kendi seviyelerine göre çalışmalar yaptılar. Eserlerin tamamı bu şekildeydi. 

Bir konuşmanızda tezhip tasarımı yaparken ‘’kelamın ruhunu yakalamak’’ diyorsunuz. Kelamın ruhunu yakalamakla ne demek istiyorsunuz? 

Kelamın ruhu tabii ki ayet bazında benim söylemim. Yani ayet-i kerimeler yazıldığı zaman eser önümüze geldiğinde en büyük heyecanı biz orada yaşıyoruz. Kelamın önce orada ne manaya geldiğine çok dikkat ederim. Mesela bir çalışma yaptım. Bu çalışmada su hareketleri kullandım. Klasiklerde bilinen bir harekettir aslında ama orada tatlı suyla tuzlu suyun birbirine karışmadığı, arada bir perdenin olduğu Rahman suresinden bir ayet yazıyordu. O, bana direkt suyu çağrıştırır. Normalde bir hareket içerisinde su hareketi kullanmak büyük cesaret. Çünkü klasik görünümde bir levha. Yazı ortada, siz etrafında çalışıyorsunuz. Acaba ne olur? Hiç düşünmedim inanır mısınız? O levhada öyle bir ışık geldi ki bana, buna bu yakışacak, güzel duracak ve gerçekten de mana ile eşdeğer olacak diye düşünerek yaptım. Gerçekten de neden su hareketi var dedirtti bu levha. Sonra insanlar manayı düşünmek zorunda kaldı. Yani orada ne yazıyor, merak ettiler aslında. Tezhibin en önemli amacı oradaki ayeti neden bu kadar süslediği manayı merak ettirecek bir üslubu yakalamak. Ki o zaman kişiye sevdirerek yani orada bir şey yazıyor ki bu yapılmış, ne yazıyor acaba dedirtmek? Bugünün düşüncesine göre söylüyorum. Bugünün insanları ancak gördüklerinde etkilenebiliyorlar. Okuyamadıkları için, çoğu da bilmeyebiliyor tabii hattı okumak kolay değil. Dolayısıyla acaba ne yazıyor, bunun etrafına bu yapılmış bir tezhip yapılmış, süsleme de bilmiyorlar ama en azından bir süsleme olduğunun farkındalar. Acaba yazıda ne yazıyor, dedirtebiliyorsak bir esere imza atabiliyorsak ne mutlu bize. Çünkü o zaman kişinin yazıya olan bakışı değişiyor. 

Yani hattın ya da yazının değerini ön plana çıkaran etrafındaki tezyin aslında, tezhip. 

Beraberliğiyle. Rikkat Kunt ve Çiçek Hanım da aynı şeyi söyler. Hattın giysisi der. Aslında sebep buradan kaynaklanıyor. Üzerine oturan ve tamamıyla ona ait bir giysi. Bunu nasıl algılarsanız artık. Ben böyle algılıyorum. O yüzden kelamın ruhunu yakalamak derken oradaki manayı yakalamaktan bahsediyorum. Manaya vakıf olarak çalışabilmek, ona yakıştırabilmek. Bu tamamıyla sevgi ve aşk üzerine oturan bir şey. Kelama duyulan aşktan kaynaklanan, güzeli arama aşkından kaynaklanan bir şey bu. Bunu başkası başka türlü anlatır. Benim içimden gelen bu. Ama ben oraya imzamı en son atarım hatta eseri vermek üzereyken atarım. Aklıma bile gelmez imzayı nereye atacağım. Ona bir yer ayırmayı aklımın ucundan geçirmem. 33 sene oldu, hâlâ ben imzayı en son yer bulmaya çalışanlardanım. Yani aklıma imza gelerek yapmıyorum. Onu söylemeye çalışıyorum. Benim burada amacım kendim için ben onu yaptıysam, o imzayı da oraya atmak zorundaysam -eskiden yoktu ama şimdi imza zorunluluğumuz var- onu taşıyabilecek bir eser yapabilmek. Gerçekten ona layık olan bir çalışma yapmak istiyorum ve yazıya layık olmak için. Yoksa imzayı mecburen atıyoruz. Kime ait olduğu anlaşılsın diye. 

Kendinize ait bir imzanız var değilim mi?

Var. Ben mahlas kullanmıyorum. Emel Türkmen diye atıyorum. Bazen Emel diye atarım, tarih atarım altına. Tabii Osmanlıca atmayı tercih ediyorum. Eğer eser Osmanlıca veya Arapça yazıldıysa. 

Değilse Türkçe.

Değilse Türkçe atarım. Tabii kaligrafi ise bu ve kaligrafi süslediysem diyelim. Bunun süslemesini altına da gidip Osmanlıca atmam. Bu arada serbest tasarımlarda yazı olmasa bile ben Osmanlıca imzadan yanayım ve hicri takvimden bir tarih atarız. 
 

18. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları