
Mezhepçilik Fitnesi
Nihat KURTOĞLU
Bu köşede yazmaya başladığım ilk günden itibaren işlediğim veya işlemeye çalıştığım her konuda sürekli karşımıza çıkan insanın varoluşsal felsefesi, ontolojisi ve hayatı anlama veya anlamlandırma kaygısı ve duygusu insanın ve insan hayatının temelinde yer etmiştir. Dünyayı, varlık alemini, ölüm ve ötesi gibi metafiziksel ve ruhsal konuları anlamlandırmada İslam (Hak, doğru)dini, bağlamdaki sorunların belirlenmesi ve çözümünde her zaman merkezde yer alması ve çözüm üretmesiyle daimî olarak kendisini hissettirmektedir.
Gerek toplumsal ve gerekse insan hayatındaki birçok sorun bazen bir dinin kendisinden veya farklı anlayış ve yorumlamaları anlamına gelen mezheplerinden kaynaklı olabilmektedir. Önceki yazımda dinler arasında buna örnek olabilecek olan Yahudiliğin nasıl ortaya çıktığını ve hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiğini ve günümüz dinsel uygulama veya ritüellerinde hangi semptomları ve tezahürleri meydana getirdiğini bilgim dahilinde ortaya koymaya çalışmıştım. Sanırım o yazımı okuyup anlayanlar günümüz Yahudilerinden kaynaklı sorunları ve çözümün neler olabileceği hususunda bir kanaate varabilirler.
Bu yazımın özelde konusu da İslam dairesi içerisinde değerlendirilmesi gereken, en bariz ve fanatik şekliyle İran coğrafyasının genelinde yaşanmaya çalışılan ŞİA (Şiilik) mezhebi olacaktır.
Kelime olarak “taraftar” anlamına gelen “Şia” kelimesi, terim olarak da Müslümanlar arasındaki bu siyasi fitne durumunda “Hz. Aişe’ye karşı Hz. Ali’nin tarafında duran ve O’nun tarafını tutan yandaş veya taraftarların meydana getirdiği mezhep, şii de bu mezhebe bağlı kişi” demektir. O gün için bu siyasi fitnenin iki tezahürü vardır. Sıffiyn ve Cemel Vak’aları. Ben burada detaya girecek değilim. Merak edenler İslam Tarihinden, İslam Mezhepler Tarihi’nden veya google’dan bulabilir. Ama ben burada Şia hakkında çok kısa ve öz bilgi vermekle yetineceğim.
Şiiler arasında İmamet hakkında farklı görüşler var olduğundan Şiilik genel olarak üç kategoriye ayrılmaktadır:
- Zeydîlik
- İsmailiyye
- İsnâaşeriyye ve On İki İmam.
Şia’nın tarihine veya çıkış noktasına bakacak olursak, mezhebin çıkışına yol açan ve sebep olan olaylar arasında iki önemli vaka görülmektedir. Bu olaylar bir yönüyle Hz. Aişe ve Hz. Ali arasında yaşanan siyasi otoriteyi ele geçirme mücadelesi olarak görünürken, diğer yönüyle de, Hz. Hüseyin’in şehadetine varan zulümlerin ve büyük bir trajedinin psikososyal yönünü ortaya koymaktadır. Bir anlamda zamanın fitnesi içerisinde mazlum ve mağdur konumuna düşen Müslümanların bu durumdan kurtulmak için yürüttükleri insani ve İslâmî çabalar olarak ta değerlendirilebilir.
ŞİA, Hz. Ali taraftarlarının aynı zamanda sahabeden Hz. Muaviye’nin oğullarınca uygulanmış bir zulme başkaldırısı ve onunla mücadele stratejilerinin dini, mezhebi ve siyasi adıdır. Yani bu mezhebin itikadi farklılıklardan çok siyasal ayrılıklardan dolayı doğmuş olduğunu söylemek mümkündür.
Cemel ve Sıffîn vak’aları müslümanlar arasında öyle itikadî ayrılıklar, Psikososyal travmalar veya yıkıcı fay hatları oluşturmuştur ki, olaylar ve acılar 1400 yıl sonra bile hâlâ etkisini sürdürmekte ve İslam birliğinin önünde devasa bir engel teşkil edebilmektedir. İslam Dünyasında bu kusurlu mezhep paradigmaları, bağnaz ve fanatik mezhepçilik anlayışları var olduğu ve devam ettiği sürece Müslümanların bu Dünyada inanç birliği oluşturabilmesi ve devam ettirebilmesi neredeyse hayaldir. Hayal diyorum zira ümmet birliğini oluşturacak algoritmalar ne yazık ki, aşırı kırılgan olup, farklı ve farklılıklara hoşgörülü yaklaşamayan mezheplerin hatalı, batıl ve fanatik “Fırka-i Naciye” (Dünya ve Ahirette tek kurtulacak olanların kendi mezhep görüşünden olanlar olması) yönündeki anlayışlarının yol açtığı yanlış mezhepsel paradigmalar yüzünden bir türlü gerçekleştirilebilir kıvama ve konuma gelememektedir.
Devlet olmak, iktidar olmak, insanları adil bir toplumsal sistem içerisinde yönetmek oldukça zor bir olaydır. Çoğu padişahlar, krallar ve melikler bu ateşten gömleğin içinde yanmaktan kendilerini koruyamamışlar ve büyük zulümlere isteyerek veya istemeden imza atmışlardır. Bu durum hala da devam edegelmektedir. Bu hassasiyete binaen Hz. Ali “Devletin dini adalettir.” demiştir.
Temelde İslam dini Hz. Adem’den başlayan Hz. Muhammed as. a kadar devam eden ve oradan da kıyamete kadar devam edecek olan inanç sisteminin yegâne adıdır. Ancak İslam dininin zamana, kültürlere ve coğrafyalara göre farklı algılanmasından doğan farklı görüşler ve mezheplerin mensupları her zaman idareyi ele geçirmek ve ülkelerini gendi din anlayışına göre yönetmek istemişlerdir. Hakikat, adalet ve liyakat başta olmak üzere devlet yönetiminde olmazsa olmaz kuralları çoğu zaman uygulamamışlar ve çoğunlukla kendi siyasi görüş ve mezhepsel yandaşlarını ön plana çıkarmışlardır. Bu durumda da mezhebî farklılaşmalar kaçınılmaz olmuştur.
Çoğunlukla siyasi eğilimler ve tarafgirliklerin neden olduğu mezhep çatışması dolaylı olarak iç savaş demektir. Mezhep çatışması demek Müslümanın Müslümanı öldürmeye çalışması demektir. Kardeş kanı dökmektir. Yani birbirlerine düşmeleridir. Yüce Yaratıcı tarafından kardeş ilan edilen insanların birbirlerini öldürmelerinden daha büyük bir zulüm olabilir mi?!
Bu tür mezhep çatışmaları hemen her dinde olabilmektedir. Ne yazık ki oldukça çok büyük sayılarda insanlar bu yüzden zulme uğramakta ve hayatlarını kaybetmektedirler.
Temelde dini ve dini meseleleri daha iyi anlamak ve sorunların çözümüne katkıda bulunmak gerekçesiyle kendiliğinden ortaya çıkmış olan mezheplerin tarihsel süreç içinde varlık amacından sapmaları ve geldiğimiz noktada İslam dünyasını bu hale düş(ür)meleri kabul edilebilir değildir. Hiçbir İslam alimi “Ey ahali ben filan mezhebi kurdum. Bana tabi olun.” dememiştir. Tarihte İslam’ın kaynakları olan kitap ve sünnete bağlı olmak kaydıyla hiçbir farklı alime ve mezhebe karşı cephe alınmamıştır. Her alim kendi görüşünü karşılıklı hoşgörü ile beyan etmiştir.
Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de farklı İslam mezhepleri vardır. Bunların en belli başlısı Ehl-i Sünnet de dediğimiz Şafî, Malikî, Hanbelî ve Hanefî mezhepleri. Diğer taraftan Şia yani Hz. Ali taraftarlarının oluşturduğu kitle. Ben burada bütün detaylara girecek değilim. Ancak Müslümanların çoğunluğu tarafından kabul ve rağbet gören dört mezhep ve bunların karşısında konumlanmış ve muhalif gibi de görünen ve bu tür politikalarına sıkça rastladığımız, Şiîlik, yani İmamiyye şiası bulunmaktadır. Şia’nın Kur’an ve Sünneti yorumlama tarzından kaynaklanan bize ters düşen bazı görüşleri ve uygulamaları ve karşılıklı hoşgörü ve saygının nerdeyse olmayışı ve birçok siyasi nedenlerden dolayı İslam’ı anlama ve yorumlamada din paradigmasında bu iki ana ekol, görüş, düşünce ve eylem birliği oluşturamamışlardır.
Bilakis birlik ve beraberlik hayaliyle yaşamakta olan Müslümanların, yani ümmetin bir olması ve birlik oluşturması hususunda engel teşkil eden devasa problemlerin oluşmasına sebep olmuştur. Ne yazık ki her iki tarafta da İslam Ümmetinin birliğini bozacak düzeyde, birbirlerini tekfir edecek kadar ileri gitmiş olan marjinal, fanatik mezhepçi, cahil Müslümanlar hep çıkagelmiştir.
İslam dünyasındaki bu parçalı tablo İslam Kültür ve Medeniyetinin, Müslüman toplumların ilerlemesi ve dünyaya örnek teşkil etmesi yerine, birçok alanda büyük sıkıntıların kaynağı olmuştur. Geldiğimiz noktada mezhepler eğer ki Müslüman birliğinin önünde dev bir engel teşkil ediyorsa, Allah’ın kitabında; “Ancak Müslümanlar olarak ölün!” dediği ve kardeş ilan ettiği müminlerin birbirlerini tekfir etmeye ve hatta öldürmeye varacak kadar anlamsız, izansız, tutum ve davranışlara götürecek kadar akıl tutulması yaşanıyorsa, aslından ve hakikatinden uzaklaşmışsa iki milyardan sorumlu gerek Sünni alimlerin ve gerekse Şii din ve devlet adamı mollaların kavuklarını çıkarıp, kafalarını elleri arasına alıp, bu konuyu halledinceye kadar beyinlerini zorlamalarına, çatlatmalarına ihtiyaçları yok mu sizce?
İslam’ın ve müntesiplerinin kendi doğal mecrasından ve mihverinden ayrıldığı, Batı medeniyetinin peşinden körü körüne yok olmaya doğru yol aldığı günümüz konjonktüründe kime ne kadar sorumluluk düşüyorsa yapmasının, bu iki yüz yıllık kâbustan bir çıkış stratejisi belirlenmesinin zamanı değil de nedir Allah aşkına?! Daha kaç yüzyıl sürecek bu zillet ve meskenet?
Katil, soykırımcı Siyonist İsrail ve onun zulüm ortağı Evangelist (Hıristiyanlığın Yahudiliğin devamı olduğuna inanan) Yahudi-Hıristiyanların oluşturduğu şeytanın askerleri tarafından daha kaç çocuğun, kadının, kızın, genç ve yaşlının hunharca öldürülmesi, kaç bin Müslümanın şehit edilmesi gerekiyor?
Rabbimiz, bize ve bütün Müslümanlara İslam’ı doğru anlamada ve yorumlamada basiret, Hakkı batıldan ayırmada feraset, adaletin ve hakikatin uygulanmasında da cesaret nasip eylesin. Yazımı Hz. Musa’nın şu duasıyla bitirmek istiyorum; “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım?!”
ALLAH YAR
Bazen anlatırsın, kimse anlamaz seni.
Bazen konuşurlar, sen anlamazsın.
Kalabalıklar içinde yalnız kalırsın.
Dökülür dilinden feryadın, Allah yâr yâr!..
İslam GÜLİSTANLI-KAYSERİ
(Nihat KURTOĞLU)