Yaklaşık bir ay oldu. İlimizde bulunan büyük bir hotelin, lüks salonunda, bir sivil toplum kuruluşunun şube açılışı vardı. Üst düzey davetlilerin de iştirak ettiği toplantıya diğer sivil toplum kuruluşları da davetliydi. Ben gitmedim. Neler olduğunu da bilmiyorum. Ama dezavantajlı guruplar adına faaliyet yürüten bir derneğin şube açılışı için seçilmiş olan hotelden dolayı, derneğin nasıl bir imkan zengini olduğu yargısı üzerine bir şeyler yazmak istedim. Geçenlerde bir yazımda yine bahis etmiştim. Faaliyet alanları ölçüsünde sivil toplum kuruluşları desteklenmeli elbette. Fakat ne yapılıyorsa eşitlik gözetilmeli. Birine bir birine on olmaz. Bir de nitelikli çalışmalar yapan, amacına uygun, faydalı işler için destek bekleyenlerin, terazinin altında kalması söz konusuysa sorgulamak gerekir. Burada yardımı yapan ile yardımı alan iki kuruluş arasındaki iş bitirme algısının neye dayandığı çok önemli. Derneklerin varlığı, mevcut sistem içinde tespit edilmiş bazı aksaklıklar ve uygulama bazında tembel yaklaşımların sonlandırılması veya değerler üzerine gelişim ve farkındalık oluşturulması bakımlarından mücadele alanları kapsamında şekillenir. Bu mücadele, bana göre, iki ana yaklaşım çerçevesinde yürütülür. Birincisi; muhataplara, onların perspektifi ile yaklaşıp yakınlık kurmak. İkincisi; muhatapların, yanlışlarını yüzüne vurarak, hatayı direkt göstererek, olması gereken için, daha çok eylemsel yaklaşım ile uzaklık prensibi.
Yakınlık ve uzaklık prensipleri arasından farklı alt stratejiler gelişiyor. Genelde bu iki ayrı kutuplu yaklaşım, sivil toplum davranış biçimine göre farklı kazanımlar doğuruyor. Bir de siyasi bir yakınlık gözetilmiş ise, artık sizin havanda bile su dövmenize gerek kalmıyor.
Değerli okurlar. Bizler engelsiz düşünce derneği olarak, daha kuruluşumuzun üzerinden on ay gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, ilimizde engelli erişilebilirliği ve eğitim konularında birçok atılım yapmış olmamız ve adeta bu güne kadar yapılmayanların kavgasını en sivri biçimde vermiş olmamız, nitelikli bir dernek çalışması olarak görülse de cari giderler ve mesken kirası gibi çoğu derneğin yaşadığı problemlerle karşı karşıya kaldık. Derneği kapatma halet-i ruhiyesi içindeyiz. Bu duruma bir sivil toplum kuruluşunun lüks bir hotelde açılış yapması da tuz biber ekmiştir. Bütün kapıları bize kapatan Kayseri, (belediyeler, sanayiciler, odalar.) nasıl olmuş da merkezi İstanbul’da bulunan bir derneğin şubesi için bu denli lüks bir destek olmuştu? Hangi kurum veya kuruluş destek oldu bilmiyorum ama derneğimizin değmediği biri değildir diye düşünüyorum. Zira hemen hemen her yer de idik. Gönlümüzü koyduğumuz bir proje için destek istedik. Ya “ödeneğimiz yok” dendi; ya “sanayici kan ağlıyor” dendi.
Peki biz susalım. Ahbaplar çavuşlar konuşsun. Peki biz susalım. Her yerde siyaset konuşsun. Benim için hiç kolay olmayacak ama Popülizmin nitelikten önemli olduğuna tanık hayal kırıklıklarımla susacağım. Allah’a havale ettiğim meseleler ve inandığım değerler hatırına susacağım. Zira cahil ile ettiğin sohbetten alimin tokadı evladır derler. O yüzden, Cehaletini siyaset ile örtenlerin örtüsü kalkana kadar susacağım. Ben olmayayım diye, türlü oyunlar ve iftiralar ile bir yere geldiğini sananların kınalı bölgeleri, oturdukları koltuğu eskitene kadar susacağım. Ama sinsice olmayacak sessizliğim. Kapıyı çarpacağım. Ve bakacağım, ben konuşuyorken sizler ne yapamıyordunuz…
GERÇEKLERİN ACI VERMEDİĞİ BİR MEMLEKET HAYALİ İLE…