
Bir Damla Vefa
Ünal TAYFUR
Köyün en yüksek yamacından bakınca, ilk görülen şey hep su olurdu. Çeşmenin başında toplanan kadınlar, ellerindeki bakır güğümlerle hem su taşır hem hikâye taşırdı. Su, sadece bir ihtiyaç değil; bir hatıraydı, bir ritüeldi, bir sessiz anlaşmaydı. Herkesin suskunluğunu yıkayan, geçmişin tortusunu arındıran bir akıştı.
Çocukken, annem sabahları “su gibi aziz ol” diye uğurlardı bizi. Bu dua, suyun kutsallığını değil, insanın su gibi olma çabasını anlatırdı. Temiz, berrak, yumuşak ama dirençli. Su, Anadolu’da sadece içilen değil; anlatılan, saklanan, uğruna kavga edilen bir varlıktı. Kuraklık geldiğinde, köyün yaşlıları “suya nazar değdi” derdi. Çünkü su, sadece doğanın değil, insanın da kaderiydi.
Kur’an-ı Kerim’de su, hayatın özü olarak tanımlanır: “Her canlı şeyi sudan yarattık” (Enbiya, 30). Gökten indirilen su, rızkın ve bereketin kaynağıdır (Bakara, 22; Nahl, 10). Su, sadece biyolojik değil, ruhsal bir arınma aracıdır. Abdest ve gusül gibi ibadetler, suyla yapılan manevi temizliktir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “İmanın yarısı temizliktir” buyurarak suyun bu yönünü vurgulamıştır.
Hadislerde su, hem sadaka hem de merhamet vesilesi olarak geçer. Bir adamın susamış bir köpeğe su vermesiyle Allah’ın affına mazhar olması, suyun sadece fiziksel değil, ahlaki bir değer taşıdığını gösterir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “En hayırlı sadaka, insan ve hayvanların su ihtiyacını karşılamaktır” buyurmuş; Sa’d b. Ubâde annesi adına bir çeşme yaptırmıştır.
Bir düğün sabahı, gelin hamamında suyla yıkanmak, sadece bedeni değil, geçmişi de arındırmaktır. Bir cenazede su dökmek, toprağa teslim edilenin ardından kalanları teselli etmektir. Su, geçiştir. Hayatın bir evresinden diğerine geçerken, su hep oradadır. Sessizce, sabırla, tanıklık ederek.
Türk kültüründe su, İslamiyet öncesi dönemden itibaren kutsal kabul edilmiştir. Nehirler, göller, pınarlar “yer-su” inancının bir parçası olarak ruh taşıyan varlıklar sayılmıştır. Orhun Yazıtları’nda bile suya kutsallık atfedilir. Su, hem hayat veren hem cezalandıran bir unsur olarak görülmüştür. Anadolu’da yağmur duası, suya kurban verme, suyun başında dilek dileme gibi ritüeller bu inancın izlerini taşır.
Edebiyatımızda da su, hem mecaz hem motif olarak yer bulur. Fuzûlî’nin “Su Kasidesi”nde su, aşkın ve ilahi arınmanın sembolüdür. Yahya Kemal’in şiirlerinde su, zamanın ve hatıranın taşıyıcısıdır. Sezai Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat”inde ise su, âb-ı hayat olarak dirilişin ve hakikatin kaynağıdır.
Bugün şehirde musluktan akan su, ne bir dua taşır ne bir hikâye. Ama hâlâ bir köye gittiğimde, çeşme başında bekleyen yaşlı bir kadın gördüğümde, suyun anlamı geri gelir. Çünkü su, sadece fiziksel bir madde değil; kültürel bir mirastır.
Ve belki de bu yüzden, suyu anlatmak, insanı anlatmaktır. Çünkü insan da su gibidir: akarken şekil alır, durunca yosun tutar, taşınca yıkar. Ama her zaman bir iz bırakır.
---
Dipnotlar ve Kaynaklar:
1. Peygamberimizin su ile ilgili hadisleri – Kardeş Eli Derneği
2. Kur’an’da su ile ilgili ayetler – Bereket Derneği
3. Su ile ilgili hadisler – İslam ve İhsan
4. Türklerde Su Kültü – Hüseyin Uçar, DergiPark
5. Çukurova halk inançlarında su kültü – Erman Artun
6. Geleneksel Türk sanatında ve edebiyatında su – ASKİ Yayını