
Mutluluğun Kırılganlığı
Ünal TAYFUR
İnsan hayatı, zaman zaman alışılmışın dışında olaylarla şekillenir. Bu olayların bazıları hüzün taşır, bazıları sevinç. Belki de insan olmanın en temel yanı, her iki hali de yaşayabilme gücüdür. Çünkü sürekli bir neşe hali zamanla sıradanlaşır; sürekli bir keder ise insanı yorar, içini karartır. Bu yüzden küçük şeylerle sevinmeyi bilmek, insanın ruhu için de bedeni için de şifadır.
Bazı insanlar vardır, hayata güzel bakmayı, hoş görmeyi öğrenmişlerdir. Onların bakışlarında bir dinginlik, bir huzur vardır. Bu hal, çoğu zaman çocuklukta edinilen bir terbiyenin, ailede yaşanan iklimin, değerlerle örülmüş bir yaşam biçiminin sonucudur. Öte yandan bazıları için sevinç, yalnızca çıkarlarına hizmet eden anlık tatminlerden ibarettir. O anda mutlu olduğunu söyler, bir saat sonra yeni isteklerle huzursuzluğunu dile getirir. Bu döngü, insanın içindeki dengeyi bozan bir alışkanlığa dönüşür.
Oysa insan, yaratılışı gereği sabırla sevinmeyi bilen bir varlıktır. Şükretmeden, hamd etmeden, sabretmeden yaşanan bir hayat, en güzel anları bile tatsızlaştırabilir. Her şeyin hemen olmasını isteyen, her duyguyu tüketen, her anı bir talep listesine çeviren bir ruh hali, insanı kendi özünden uzaklaştırır. Sevinç, dışarıdan gelen bir şey değil; insanın gönlünde yeşeren bir haldir. Ve bu hal, ancak sabırla, kanaatle, şükürle beslenirse kalıcı olur.
Bu yüzden insanın kendini tanıması, yaşadığı olayları birer öğretmen gibi görmesi gerekir. Hüzün de öğretir, sevinç de. Her biri, insanın gönül dünyasında bir iz bırakır. O izler zamanla bir hikmete dönüşür. Ve belki de en büyük sevinç, o hikmetle yaşamayı öğrenmektir.