
Yağmur: Rahmet mi, Afet mi?
Ünal TAYFUR
Son günlerde yağan yağmurlar üzerine çevremde sıkça şu serzenişi duyuyorum:
“Yine yağmur her yeri yıktı geçti. Bereket değil bu, afet!”
Bu cümle, sadece bir şikâyet değil; aynı zamanda insanın doğayla kurduğu ilişkinin ne denli bozulduğunun da bir göstergesi.
Oysa yağmur, insanoğlunun varoluşundan beri en çok muhtaç olduğu nimetlerden biridir. Güneş, ay, yıldız, kar gibi varlıklar arasında, yağmur belki de en çok dua edilen, en çok beklenen, en çok özlenenidir. Atalarımız yağmur için “bereket” derdi. Çünkü yağmur, kurak toprağın dirilişidir; çorak vadilerin yeşile dönmesidir; çatlamış gönüllere inen bir rahmettir.
Rabbimizin takdir ettiği her şeyde bir ölçü, bir denge vardır. Yağmur da bu ilahi ölçünün bir parçasıdır. Ancak denge bozulduğunda, bereketin yerini afet alır. Seller, heyelanlar, taşkınlar… Bunlar durup dururken olmaz. Doğanın düzenine insan eliyle yapılan müdahaleler, şehirlerin betonla boğulması, derelerin yatağından çıkarılması, ormanların yok edilmesi… Tüm bunlar, yağmurun rahmet olmaktan çıkıp bir ikaza dönüşmesine sebep olur.
Şunu sormak gerekir:
Rabbimiz aynı yağmuru çok uzaklardan getirip bulutlar vasıtasıyla rahmet olarak yağdırırken, neden bazen aynı yağmur bir felakete dönüşür?
Belki de bu, insana bir hatırlatmadır. “Azı karar, çoğu zarar” diyen atalarımız, kainatın işleyişindeki prensibi çoktan çözmüşlerdi. Yağmurun fazlası da, azı da bir sınavdır. Ama asıl sınav, insanın bu nimeti nasıl karşıladığıdır.
Yağmur, sadece toprağa değil, gönüllere de iner.
Bir damla su, bir damla vicdan olabilir.
Çoraklaşan şehirler kadar, kuruyan kalpler de yağmura muhtaçtır.
O hâlde her yağmurda bir dua saklıdır:
Rahmet olsun çorak topraklara…
Rahmet olsun çatlayan gönüllere…
Ve rahmet olsun insana, yeniden dengeyi bulması için…
-