Vedat ÖNAL

Mekke'den Umre İzlenimleri

Vedat ÖNAL

UMRENİN İLK DURAĞI MEKKE’DEN UMRE İZLENİMLER:
YILLAR SONRA KABE’YE TEKRAR KAVUŞMA

Mekke şehirlerin anası. Rahmanın emriyle Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail ile birlikte inşa ettiği ve Onun duasıyla insanların tüm dünyadan Kabe’ye yöneldiği Hz. İbrahim’in emaneti mübarek belde. Binlerce Peygamberin içerisinde medfun olduğu kutsal topraklar. Rivayete göre kavimleri inanmayan, İslami tebliğe karşı çıkan veya kavimleri isyandan dolayı helak edilen ve görevleri sona eren Peygamberler hayatlarının sonuna kadar Mekke’ye gelip burada yaşarlar ve burada vefat ederlermiş. Peygamber Efendimiz bu durumu birçok defa hadis-i şeriflerde anlatmış ve birçok Peygamberin Mekke’de medfun olduğunu ifade etmiştir. Ve Hz. İbrahim’in duasıyla kıyamete kadar bu kutsallığını koruyacak ve her zaman Allah’a ibadetin, yakınlığın merkezi olarak kalacak olan müstesna mekan.

Mekke'den Umre İzlenimleri

Tabii Efendiler Efendisi Sevgili Peygamberimizin Risaletinden sonra bambaşka bir hale bürünen Mekke-i Mükerreme. Yüzyıllar süren İslam tebliğinden uzak kalma sonrası putlarla dolu bir Putperestlik merkezi haline gelen Mekke. Peygamberimize vahyin gelişi ile birlikte büyük Tevhid mücadelesine sahne olan belde. Ve Medine’de devam eden Tevhid mücadelesinin hatıraları ile dolu bir belde. Bu özellikleriyle Mekke, Müslümanlar için 1400 yıldır bu şekilde ana merkez olmaya, Müslümanların kalbi olmaya devam ediyor. Bütün bu özelliklerinden güç alan Müslümanlar tazelenmek ve yenilenmek, yeniden imanlarına güç katmak için bu topraklara hac ve umre yolculukları yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. 

Bu müstesna ziyaret, gerçekten içinden gelerek dileyenlere, isteyenlere, dua edenlere bir şekilde nasip olan büyük bir ayrıcalık. 2016 ve 2021 yıllarını kapsayan Suudi Arabistan Medine ve Tebük Türk Okullarındaki görevimin ardından bu topraklara tekrar gelmek bambaşka duygular yaşattı bana. Bu 2016 ve 2021 yılları arasında defalarca Mekke’ye Kabe’ye Hac ve Umre ziyaretleri gerçekleştirmiştim. Bu ziyaretlerin hatıraları hala capcanlı içimde mevcut. Bunları kaleme aldığım 21. Yüzyıl Hicaz Seyahatnamesi kitabımda da bu hatıralardan uzun uzun bahsetmiştim. Bu hatıraları kaleme almak benim için büyük bir mutluluk oldu gerçekten. Hatıraları yazarak bunları kalıcı olarak gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Görev süresinin bitiminde her iki beldeye Mekke ve Medine’ye veda etmek oldukça zor olmuştu. Bu şekilde hatıralardan oluşan kitabımı da bu topraklarla haşir neşir olan herkese tavsiye etmek istiyorum.
2021 yılı Haziran ayında Kabe’ye veda ederken yeniden gelmeyi ümit ederek, bu ayrılığın son değil Allah’ın nasip etmesiyle yeniden gelmeye dua ederek ayrılmıştık. Rabbim ömür verirse yine gelip ziyaret edeceğiz diye ayrılmıştık son veda tavafını yaparken. Gerçekten de şu anda bambaşka duygular içinde bu umre ziyaretinin izlenimlerini kaleme alıyorum. Umre ile ilgili gördüklerimi yazmayı planlıyorum ancak Umre hatıralarına geçmeden önce Türkiye’den çıkış ve bir günlük sürede yaşadıklarımı o mübarek beldelerle bizim yaşadığımız topraklardaki farklılığı mukayeseli olarak yazmak istiyorum. 

Mekke'den Umre İzlenimleri

KADIKÖY VE HAVAALANINDAKİ BAM BAŞKA DÜNYALAR

Burada isimlerini zikrettiğim yerler dışında da benzer durumlar yaşanıyor biliyorum fakat umre ziyaretine çıkarken o gün için benim yaşadığım mekanlar buralar olduğu için buraları yazdım. Tabii umre için İstanbul’dan uçağa binmeden önce bir gün boyunca Cidde’ye gidecek olan uçağımızı bekledik. Cidde uçağımız gece yarısı olduğu için o süreyi Kadıköy’e inip değerlendirmek istedik. Sabiha Gökçen Havaalanından metroya binip Kadıköy yaklaşık 40 dakika sürüyor bu arada inenler binenlerle farklı farklı simalar ve yüzleri, tipleri görüyorsunuz. Toplum taşıma araçları aslında toplumların hallerini ortaya koyan çok önemli bir müşahede imkanı veren mekanlardır. 
Kayseri çok değişti diyordum ben ama İstanbul’u görünce diyecek söz bulamadım. Çünkü yaklaşık 5 yıldır uzun bir süre kalmak için İstanbul’a gelmemiştim. Metro’da ilginç insan manzaraları görmek benim için farklı bir tecrübe oldu. Kıyafetleri ve tavırları ile arzı endam eden gençler, orta yaşlılar, yaşlılar ve İstanbul’un sıcağından mı bilinmez farklı kıyafetleri ile dikkat çeken kadınlar ve erkekler. İnsanların kılık kıyafetlerine ve fiziki görünüşlerine çok takılmak istemem ancak bazı fiziki özellikler o kadar bariz farklılık gösteriyor ki dikkat etmemek mümkün değil. Bu fiziki görünüm farklılığı aslında çok şey ifade eder ancak bu konu uzun olduğu için burada bahsedilmesine gerek yok diye düşünüyorum. Sadece rahmetli Aliya İzzet Begoviç’in o muhteşem tespiti ile bu konuyu şimdilik bitirmek istiyorum: “Savaş yenilince değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” diyor büyük mütefekkir ve devlet adamımız. Kısaca metrodaki manzaralar ve Kadıköy sahilinde de manzaraları biraz izleme ve insanları gözlemleme fırsatım oldu. Aslında umre öncesi iyi de oldu. Mekke’de otelden çıkıp Kabe’ye ve çarşılara şöyle bir gezinti yaptığınızda bu kutsal beldelerle aramızdaki o muhteşem farkı görme imkanım oldu. Bu arada şunu da belirtmem gerekir ki, aramızdaki farkın giderek kapanıyor olması sevindirmiyor aksine derinden üzüyor. Çünkü oraları anlatırken de anlatacağım ama daha önce oralarda görmediğim manzaraların da ortaya çıkmaya başlamış bizdeki modern hayatı ifade eden manzaraların olduğunu görmek beni üzdü diyebilirim.

Neyse bir günlük Kadiköy sahilde gezinirken aşırı sıcağın etkisi de bizi bayağı etkiledi. Bu sıcağın etkisinden bir nebze olsun dinlenebileceğimiz bir camii ararken tarihi küçük bir camiye Haydarpaşa Tren İstasyonuna giden yolda girmek istedik ama bir baktım bütün kapıları kilitli. Namaz vakitlerinde bile açılmıyormuş sanırım. Kadıköy sahilinde tarihi cami niye kapalı olur buna anlam veremedim. Daha sonra Kadıköy çarşısının içinde kalan bir yerde küçük bir camii bulup biraz dinlenme imkanı bulduk. Tabii arada insanların gelip dinlenme isteklerine karşılık cami görevlisinin zaman zaman gelip uyarması olmasa epey dinlendirici bir mekan olduğunu söyleyebilirim. Bir de klimaların olması daha bir güzellik arz ediyordu. Burada öğle ve ikindi namazlarını eda ettikten sonra tekrar havaalanının yolunu tutmaya karar verdik.

Tabii camiden çıkınca hemen ilerisinde meşhur Kadıköy’ün akşamları hareketlenen mekanı yer alıyordu. Oraya şöyle bir baktım ve buradan içeri girmek herhalde bize uygun değildir diye düşündüm açıkçası ve yolumuzu yeniden sahile doğru çevirdik. Sahilde en azından deniz havası alma imkanı vardı. Değerli düşünce adamı Allah selamet versin konuşmalarından çok istifade ettiğim Sadettin Ökten hocamızın sözleri aklıma geldi. Yaz aylarında bir tatil beldesine gittiklerinde gördükleri karşısında söylüyor bu sözleri; “Bazı zamanlarda bazı yerlere girmemeyi veya gitmemeyi bilmek gerekir” diyordu Saadettin Hoca. Ne kadar doğru söylediğini Kadıköy’deki bu küçük sokaktaki manzaradan anladım. Bu kısa Kadiköy ve metro manzaraları ülkemizin ve büyük şehirlerimizin kültürel ve sosyal anlamda nasıl bir duruma geldiğini gösteren küçük bir gözlemdi. Osmanlının mahalle kültürünün büyük şehirlerimizde tamamen ortadan kalktığını ve kimin ne yaptığı belli olmayan sokaklar ve mekanlarda adı eğlenme olan fakat nasıl eğlenildiği şüpheli yerlerde yaşanan hayatı düşündüm. Ve mahalle kültürünün, mahalle baskısı kavramlarının ortadan kaldırılmasının ardından içine düştüğümüz asayiş sorunları üzerine kafamın içinde geçen düşünceler sanırım bu toprakların kültürel, tarihi ve inanç geçmişiyle ilgisini koparmayanlarda aynen olduğunu düşünüyorum. 

Bu şekilde Kadıköy’de geçen saatlerden sonra Sabiha Gökçen Havaalanına geri dönüp işlemlerimize başladık, bavulların teslimi, pasaport kontrolü falan derken uçak kapısına doğru hareket ettik. Bu arada Cidde mikat sınırı olduğu için ihramlarımızı giymemiz gerekiyordu. Alt katta güzel fakat biraz küçük hazırlanmış bir mescidde ihram giyinme bölümlerinin de olduğu yerde ihramlarımızı giyip telbiyelerimizi getirmeye başladık ve uçağın saatini beklemeye başladık. 

Mekke'den Umre İzlenimleri

Tabii uçak Cidde’ye gidecek olunca yolcu profili de ona göre değişiyordu. Bizim uçağın kapısının olduğu bölüme geçince, havaalanının diğer bölümlerinden bariz bir ayrılık olduğunu görüyorsunuz. Başta bu durum kılık kıyafetlerden belli oluyor. Havaalanı girişte ve pasaport kontrollerinde gördüğümüz insan manzaraları yavaş yavaş değişiyor ve Mekke’ye doğru gidildiği fark ediliyor. Bekleme salonunda bazı umre için ihrama girenlerde zikir sözleri, telbiye ve Kur’an okuma davranışlarını görmeye başlıyorsunuz. Arabistan topraklarındaki hala devam eden bir durum gözümün önüne geliyor. Medine’den Mekke’ye giderken yol kenarlarındaki zikir tabelaları gözümün önüne geliyor. Öyle ya da böyle Medine ve Mekke’de de kalsa İslam medeniyetinin ve modern şehirlerin farkının ortaya çıktığını daha ilk anda havaalanında görmüş oluyorsunuz. 

Bu bariz farklılık kafamda bunları sadece ben mi düşünüyorum diye kendi kendime de tefekkür ettiğim bir iklimi oluşturuyor bende. Tabii havaalanında biraz koşuşturma olunca içim yandığı için bir büfeden adının da çok ilginç olduğunu gördüğüm bir mekandan su almak istedim. Buralarda su fiyatlarının fazla olduğunu biliyordum fakat olsa olsa 20 lira veya hadi bilemedin 30 lira olur diye düşündüm fakat ne kadar diye sorunca küçük dilimi yuttum desem yalan olmaz resmen şok geçirdim. 160 lira demesin mi. Yani o bildiğimiz 500 ml. küçük şişedeki su 160 lira nasıl olur diye şok olmuşum. Valla Türkiye’deki bu özel mekanlarda, terminallerdeki, hastanelerdeki bu fahiş fiyat manzaralarının sebebi turistler olarak açıklanır ama kimse kusura bakmasın bunun sebebi bunlarla açıklanmaz bunun adı basbayağı ahlaksızlıktır. Ve maalesef üzülerek söylüyorum bu mekanlarda satılan ürünlerin neredeyse tamamı boykot ürünü yani İsrail mallarından oluşuyor. Yukarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği hassasiyet aşağıya doğru inildikçe bu mekanlarda neredeyse sıfırlanıyor. Buna Cidde ve Mekke’de de rastlamış bu İslam dünyasındaki dağınıklığın, bir boykot konusunda bile birlik oluşturamamanın ezikliğini yaşadığımı söyleyebilirim. Bir tarafta terör devleti soykırımcı İsrail’e karşı canları ile mücadele eden Filistinli, Gazzeli Müslümanlar diğer tarafta günlük hengame içinde bu soykırımı aklından bile geçirmeyen insan manzaraları. 

CİDDE’DEN MEKKE’YE VARIŞ

Uçak bir saat kadar gecikmeli kalkınca bu arada bütün bunları ve daha fazlasını düşünme fırsatım oldu. Birbirinden ayrı dünyalar gibi geldi burada gördüğüm manzara. Müslüman dünyalar arasındaki derin bir farklılık. Hele Cidde’ye inip Mekke’de umre için tavaf ve say yaptığımız sırada da bütün bunları dualar ederken düşünme, tefekkür etme imkanınız oluyor. Diyeceksiniz ki sana ne el alemden sen ibadetini yapmaya bak. Ama öyle olmuyor. Hepsi bizim insanımız ve bu kadar ayrı düşmek hangi ara gerçekleşti bunları tefekkür etmek gerekmiyor mu. Yaşadığımız hayat ile ilgili tefekkür etmiyorsanız bütün bu ibadetlerin ne önemi var.  Bu sadece bir kılık kıyafet, tesettür veya açıklık meselesi değil. İslam tarihinde Müslümanlar arasında inanç ve yaşam tarzı anlamında bu kadar büyük bir kopuşun yaşandığı bir dönemin olduğunu sanmıyorum. Daha önce de öyleydi zaten ama özel olarak bütün Osmanlı asırları boyunca Mekke ile İstanbul arasında günlük yaşam anlamında bu kadar keskin bir kopuş yaşanmamıştı sanırım. Mekke’ye her yıl giden ve hediyeler götüren Surre Alaylarının hatıraları bu gerçekleri ortaya koyuyor.

Yani seyahatnamelerden, yazılıp çizilenlerden bunları biliyoruz. 
Biz devam edelim konumuza; Cidde’ye inince bizi bir sürprizin beklediğini nereden bilebiliriz. Vize işlemlerimizi yaptırmak için Mektebe denilen yere varınca makinelerde tek tek bilgilerimizi girip fotoğraflarımız çekildikten sonra sıra ödemelere gelince iki ödememizi bir şekilde halledip üçüncüye geçtiğimizde banka bir türlü onay vermedi. Bakıyorum bakiye mevcut. Sonra bankayı aramaya çalışıyorum sonra onlar beni arıyorlar. “Bir işlem yapılıyor yurt dışından siz misiniz” diye arıyorlar evet diyorum havaalanında mahsur kaldık izni hemen verin diyorum. Ve zorda olsa bir süre sonra geçiyoruz ama 1 saatimize neden oluyor bu aksilik. Burada şunu da belirtmem lazım. İslam ülkeleri olarak master veya visa kart dışında bir ödeme sistemi aralarında geliştirememiş olmaları da gerçekten büyük bir ayıp. Bu ayıbı yaşıyoruz maalesef. İslam ülkeleri kendi aralarındaki işlemleri bir umre vize işlemini bile bu “Yahudi” kartlar üzerinden yapabiliyor. Bu ayıp bize yeter de artar bile. İslam İşbirliği Teşkilatı denen örgütün ne kadar işlevsiz, anlamsız ve sadece lafta kaldığını gösteren en önemli delil bu bence. Kaygısız, davasız, iman hassasiyeti olmayan yöneticiler yüzünden şimdiye kadar yapılması gereken bu işler hala daha soykırımcı Yahudinin bankaları üzerinden yürüyor. Yazıklar olsun bize de bu işleri yapmayı beceremeyen İslam ülkelerinin yöneticilerine de. İslam Kalkınma Bankası diye bankalar var. Ama biz hala Yahudinin ödeme sistemine mahkumuz. Yazıklar olsun.

Sorumluluğu olup da bu sorumluluğunu yerine getirmeyen ellerinde parasal ve yetki imkanı olan bütün kişi kurumlardan şikayetçiyim bunu da tarihe not düşülsün diye yazıyorum. Elimizden bir şey gelmiyor. Bir şeyler söylüyorsunuz şu niye olmuyor bu niye olmuyor diye. Çok bilmiş uzman denen zevat “o iş öyle değil”, “O iş olmaz” diye kırk dereden su getiriyorlar. Arkadaş para bizde, yapılan seyahatler bizim ülkelerimiz arasında aralarda protokol yapıp ödemeleri kendi bankalarımız aracılığıyla yapmak bu kadar mı zor. Ama yoook illa Yahudiye para yedireceğiz. Yazıklar olsun tek kelimeyle. Bizim kurumlarımıza da kızıyorum açık söyleyim. Diyanet İşleri yıllardır hacı ve umre getiriyor götürüyor. Masaya oturup ödeme konusunda bir uzlaşma sağlamak bu kadar mı zor valla istek olursa, kaygı olursa hiç de zor değil diye düşünüyorum. 

Bu arada gerek Türkiye’deki havaalanlarında, terminallerde gerekse Suudda Ciddedeki havaalanında “Boykot” falan hiç hesaba katılmadın bütün Yahudi ürünlerinin arzı endam etmesi de kanıma dokunuyor. Cola, su, sturbuks hepsi mevcut bu kadar duyarsızlığa gerçekten pes diyorsunuz. İnsanların boykota uyup uymaması kendi fikirleri onlar bambaşka bir alem ama bu duyarsızlığın hiçbir açıklaması yok. Cidde’de havaalanında çıkışta bizi bekleyen önceden görüştüğüm Mekke’de taksicilik yapan Bülent kardeşime mesaj atıp gelmesini istiyorum ve onunla Mekke’de otelimize nihayet ulaşıyoruz. 

Cidde’den Mekke’ye giderken Suudi Arabistan’da yaşadığımız yıllar gözümün önüne geliyor ve yollardaki manzaralardan çok bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Aynı çöl yolları, aynı deve sürüleri, yol kenarlarında kurulan çadırlar. 5 yıl boyunca benzer manzaralarla Suudi Arabistan’ın her yerini karış karış dolaşmış ve bununla ilgili Kayseri’de açmış olduğum “Hicaz’da Osmanlı İzleri” isimli sergi aklıma geliyor ve buralardaki Osmanlı eserlerinin kayıt altına alınmasının önemini yeniden düşünüyorum. Bu arada aracımızın şoförü Bülent Özdemir’in mali müşavir olduğunu öğreniyorum. Beş yıl kadar önce, Türkiye’deki işini gücünü bırakıp bir umre ziyareti sonrası Mekke’de yaşamaya karar veriyor. Ve o tarihten sonra da burada yaşamaya başlıyor. Somalili bir eşi ve bir çocuğunun olduğunu öğreniyorum. Nasıl cesaretli bir karar, Türkiye’de iyi bir işi ve ortamı bırakıp Mekke’nin, Kabe’nin aşkına buralarda, tanımadığı bilmediği topraklarda yaşamaya karar vermek. Bu arada otelimize geliyoruz. Fakat iki günlük yol yorgunluğu hemen umre yapma konusunda düşünmemize sebep oluyor. Otelde bir dinlenmenin ardından Kabe’ye çıkmak üzere otobüslerin bulunduğu mevkiye doğru kısa bir yürüyüşümüz oluyor. Sonra da servise binip Kabe’nin dış bölümlerine ulaşıyoruz. Otobüsten iner inmez sizi karşılayan müstesna bir mekan var. Yıllarca her umre ziyaretinde mutlaka fotoğraflarını ve videolarını çekmeye gayret ettiğim. Efendiler Efendisi Sevgili Peygamberimizin dünyayı şereflendirdiği, doğduğu ev karşımızda. Bugün kütüphane olarak kullanılıyor. Çevresine giriş yasaklanmış. Eskiden merdivenlerine oturup burada dinlenebilirdiniz. Fakat şu an yanına girilemiyor. Buradan karşınızda Ebu Kubeys dağının üzerindeki kralın sarayı onun üzerinde görülen Zemzem Tavır ve saat kulesi ile Safa ve Merve tepeleri arasındaki say alanının dışardan görüntüsünü izleyerek tavaf alanına doğru ilerliyoruz. 

Kabe’yi soluna alarak tavaf yapmayı gerçekten özlemişiz. İnsan o tavaf alanına adımını atar atmaz bambaşka hissediyor. Yıllar önce 2016 yılında ilk defa Kabe’yi ziyaret ettiğimiz ve kapıdan girdiğimizde düşündüklerim aklıma geliyor. O zamanda bambaşka bir hal oluşmuştu. Tabii bunu anlatmak, bu duyguları söze ve yazıya dökmek çok zor, mümkün değil. Bu duyguların yaşanması gerektiğini ve bu tecrübenin herkese özel olduğunu söyleyebilirim sadece. Bu tür duyguları kaleme alan şairlerin dizelerinden ancak bazı ipuçları yakalayabiliriz onun dışında insanın içinde oluşan o coşkuyu o mutluluk ve huzur duygusunu ifade etmek mümkün değil. 

Dualarla, tekbirlerle, salavatlarla tavafı tamamladığımızda tavaf alanının iyice kalabalıklaştığını görüyorum. Bu arada akşam namazı saati yaklaştığı için saf düzeni alınıyor ve tavaf duruyor. Hemen Kabe’nin birkaç metre ötesinde akşam namazını eda ediyoruz. Bu arada yanıma Türkiye’den gelen üç genç düşüyor. Nereden geldiğiniz diyorum. İstanbul’dan tıpkı bizim gibi bireysel olarak gelmişler. İlk defa mı geliyorsunuz deyince abi diyor bir tanesi bir hafta oldu ama her akşam namazına ihramlı geliyoruz yoksa tavafa aşağı almıyorlar diyorlar. Bu uygulama covid döneminde başlamıştı ve hala devam ediyormuş. İhramsız olan erkekleri aşağı Kabe’nin etrafına tavaf alanına almıyorlar. Bu uygulamayı hala devam ettirmelerine şaşırıyorum. Daha önceleri normal kıyafetlerimizle de tavaf yapabiliyorduk. Bu demek oluyor ki, bundan sonra umre dışında böyle kaçak ihram giyip gelirsek aşağıda tavaf yapabileceğiz. Namaz biter bitmez o ara herkes Kabe’nin duvarlarına doğru koşuşturuyor. Duvara ulaşan ellerini yapıştırıp başlıyor dualara ve zikirlere. Bizde yanımda oğlumla birlikte onu öne geçirerek Kabe’nin duvarına ellerimizi koyuyoruz. Bir süre dua ve tekbirlerle bekledikten sonra oğluma haydi yeter daha fazla zahmete gerek yok çünkü insanlar öyle bir izdiham yaratıyor ki bir süre sonra bu durum insanların birbirlerine eziyetine dönüyor ibadette buna gerek yok diyorum. Neyse Kabe’nin Rüknü Yemani köşesinden Hacerü’l Esved’in olduğu bölüme doğru ilerleyip elimizi dokunabilir miyiz diye uğraşıyoruz fakat ben çocuğu ileri doğru önüme alıp biraz da yukarı doğru çıkarıyorum çocuğun eliyle dokunmasını sağlıyorum fakat gidenler bilir orada öyle uzun süreli durmak ne mümkün. İnsanlar birbirlerini neredeyse ezecek arkadan bir söz beni kendime getiriyor ve oradan hemen çıkıyoruz. Bir umreci Müslüman vatandaş; “Haram haram vallahi haram” diyor. Yani orada insanların birbirlerinin üzerine çıkıp ezmesine tepki gösteriyor haklı olarak. Hemen onun yanında Kabe Kapısı yer alıyor. Burayı da Müslümanlar adeta izdihamla doldurmuş durumdaydılar oraya da yaklaşmak mümkün değil ama birkaç metre uzaktan da olsa dua etmek mümkün oluyor. Mültezim denen Kabe kapısı ve Hacer-i Esved arasındaki bölgede yapılan duaların efdal olduğu ile ilgili rivayetler dolayısıyla umreci ve hacılar da buraya aşırı ilgi gösteriyor ve burada da büyük bir izdiham var. Bana dua için istek bildiren bütün arkadaşları dostları da düşünerek dualarımızı yapıyor ve namaz sonrası eksik kalan tavafımızı tamamlamak için tavaf yapmaya devam ediyoruz. 

Bir diğer önemli noktada buralarda beş yıl yaşadıktan sonra yeniden gelince içinizde beliren sanki hiç gitmemişsiniz hissi. Evet sanki önceden Medine’den gelip umre yaptığımız gibi yine Mekke’ye geldik ve umremizi yapıp Medinemize geri döneceğiz hissi hep içimizde. Bu öyle bir duygu ki, Medinemiz diye ifade ediyorum çünkü Medine sadece çalıştığımız bir şehir değildi bizim için. Peygamberimizin yanı başında ona komşu olmayı hissettiğimiz onun komşusu olmaktan gurur ve mutluluk duyduğumuz bir şehirdi. Ve kitapta da bahsettiğim gibi müstesna yıllardı o yıllar.

Bu hissi en çok beş yıllık görev süremizin son yılında Medine okulu kapatılınca Tebük’e gidince yaşamıştık. Bir keresinde Tebük’ten Medine’ye gelip Medine’de kalacak yer sorunu yaşayıp otel aradığımız saatleri hiç unutmuyorum. Medine’yi bilenler için Bilal Camisi vardır. Onun karşısındaki parkta oturup bir şeyler yerken Medine’ye bir garip gibi gelmenin hüznünü yaşamış ve gözlerimiz dolmuştu. Medine bizim için öz vatanımız memleketimiz olmuştu. Sadece 4 yıldı geçen süre ama sanki hiç ayrılmayacağız gibi geliyordu. Bu yüzden çok kısa bir süre sonra Medine’de kalmak için bir ev ayarlamaya karar vermiştik. Ve ondan sonra da Medine’den de bir ev tutarak artık Tebük’ten gelişlerde kalacağımız yeri garantilemiştik. Yine Medine’ye gelince bir garip gibi değil Medineli gibi olacaktık. 

Bu umre ziyareti 5 yıl boyunca Medine’den Mekke’ye geldiğimiz zamanlardakinden çok daha fazla Mekke’de kalma imkanı bulduk. Bu sefer, 13 gün kaldık Mekke’de. Daha önce Mekke’de hiç bu kadar uzun süre kalmamıştık. Gündüz çok sıcak olduğu için akşam saatlerinde tavaf için ve namaz için Kabe’nin yolunu tutuyorduk. Otelimize gelip giden umre şirketlerinin umrecileri vardı. Farklı şehirlerden gelen umreci vatandaşlarımızla çok görüşme fırsatı olmuyordu fakat her yaş grubundan insanın olması beni sevindirdi. Fakat gördüğüm bir durumu belirtmem lazım. Özellikle Türkiye’den gelen grupların epey ağırlıklı kısmı, bayanlardan oluşuyor. Birçoğu da bekar gelen bayan kafileleri. Tabii gruplarla umre ziyaretine Diyanet fetva verdiği için bu yapılabiliyor. Normalde Hanefi mezhebine göre, bir bayan yanında yakını olmadan umre ve hac yolculuğu yapamaz. Fakat Diyanet bunu değişik gerekçelerle gerekçelendirerek cevaz vermiş. Ne diyelim diyecek bir şey bulamıyorum. Bu durum Kabe’ye yansıyor. Bir durumu bütün tepkileri göze alarak ifade etmek istiyorum. Kabe’de çevresinde tavaf yaparken aşağıya ihramsız erkekler alınmadığı için ve bayanlara serbest olduğu için tavaf alanında çok fazla bayan yoğunluğunun olduğunu söyleyebilirim. Hanıma da söylediğim için burada belirtmek istiyorum. Sağınıza dönüyorsunuz bayan, solunuza dönüyorsunuz bayan, önünüzde, arkanızda gurup gurup bayanlarla çevrili hissediyorsunuz. Namazlar kılınırken, öne geçmeme kuralına da riayet etmiyorlar. Erkeklerin önünde namaz kılmakta hiçbir beis görmüyorlar. O izdihamların olduğu alanlara mahrem namahrem sınırı gözetmeden rahatlıkla girmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Ayrıca ferraceler çok uzun olduğu için yerde sürünen kısımlarına basmamak için diken üstünde tavafınızı yapıyorsunuz. Bütün bunlar maalesef İslam dünyasında artık hiç gözetilmeyen mahrem namahrem sınırının ne kadar fazla aşılıp dikkate alınmadığının en önemli göstergesi. Kabe’de bile böyle olduktan sonra normal hayatta hiç dikkat edilmemesine çok da şaşırmıyorum açıkçası. Fakat bu ortamda ibadetlerin nasıl sağlıklı ve ihlaslı yapılabileceğinin de sorgulanması gerekiyor diye düşünüyorum. Müslümanlar olarak hassasiyetini korumamız gereken en önemli şeylerden birisinin mahrem namahrem sınırının olduğunu düşünüyorum. Eğer bu hassasiyeti gözetmeyenlerle bir farkımız olmayacaksa ibadetlerimizin ne önemi var. Bu satırları da çekinerek yazdığımı söylemem lazım. Sen oralara ibadeti bırakıp bunları düşünmeye mi gittin eleştirisi yapılabilir. Fakat Müslüman etrafında gördüğü olumsuzluklara nasıl bigane kalabilir. Bu anlattıklarımın normal olduğunu düşünmüyorum. Evet çok kalabalık olduğu için bazı şeyler mübah olarak görülebilir fakat Cenab-ı Hak bu durumlar için zaten bayanları ne Cuma namazından ne de başka birçok ibadetler konusunda muaf tutmuş. Bir kadının evinde yaptığı ibadetle veya evinin işleri ile meşgulken belki de Kabe’de yaptığı ibadetten kat be kat fazlasını alacağını Cenab-ı Hak vaad ediyor. “Cennet anaların ayaklarının altında” deniyor da niçin acaba “babaların” ayaklarının altında olduğundan bahsedilmiyor. Hakkıyla evini idare eden çocuklarını Müslümanca yetiştiren bir kadının mükafatının büyüklüğü hayal bile edilemez. Cuma günü belki de erkeklerin almış olduğu (tabii bunun hakikatini Yüce Allah kendisi bilir) sevaptan çok daha büyük sevaba nail olacaklarının müjdesini birçok yerde verildiğini görüyoruz. 

Bu yüzden tavaf alanındaki bu kadın yoğunluğunun ve hele hele davranışlarındaki ölçüsüzlüğü görünce daha da üzüldüğümü söyleyebilirim. Özellikle Pakistanlı ve Bangladeşli kadınların Hicr-i İsmail denen Kabe’nin hemen kenarındaki bölüme girebilmek için nasıl birbirlerine girdiklerini görünce bu işin normal olmadığını ve kendilerine çeki düzen vermeleri için uyarılmaları gerektiğini düşünüyorum. Tabii bu kalabalıkta değil, bu insanlar buraya gelirken kendilerinin itibar ettiği hocaları, alimleri tarafından uyarılmaları gerekiyor. Yoksa o kalabalıkta kimseye bir şey anlatamazsınız. Üstelik bu hassasiyetin en fazla gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm Kabe’de bu yaşanıyorsa artık diğer yerlerdeki özensizliğin ne boyutlarda olduğunu düşünemiyorum bile. 

Bu tespitlerden sonra Kabe’nin etrafından da bahsetmek istiyorum. Kabe’nin Abdulaziz Kapısının karşısında bulunan Zemzem Tower binasının ilk üç katı alış veriş merkezi. Her türlü markayı bulmak mümkün burada. Ayrıca tabii her yere gidince gösterdiğimiz hassasiyeti de gösteriyor ve boykot markalarına gözüm ilişiyor. Ve Sturbacks denen içecek firmasının gayet dolu olduğunu görünce de üzülmeden edemiyor insan. Sanki Gazze’de hiçbir sıkıntı yok, orada Müslümanlar Yahudiler tarafından sadece zevk için öldürülmüyor ve bu firmalarda onlara açıkça destek vermiyorlarmış gibi bir hava var. Müslüman Müslüman ah gafil ve basiretsiz Müslüman diyorum kendi kendime. Tabii bunun biraz önce bahsettiğim bankacılık sistemi uygulamaları ile bağlantılı bir durum olduğunu ve İslam devletleri denen devletlerin hiçbir şekilde Müslüman hassasiyeti içinde olmadıklarından kaynaklandığını da kendi kendime düşünüyorum. 

Bu hassasiyeti şu an göstermeyeceksek, bütün dünyanın Hristiyanlarının bile ayakta olduğu şu günlerde göstermeyeceksek ne zaman göstereceğiz acaba. Bu noktada kimsenin kimseye söyleyecek çok fazla bir sözü yok. Ülkeler farklı şekillerde de olsa bu Yahudi ticaretine mahkum olmuş maalesef. Bizde de, Arap dünyasında da diğer İslam ülkelerinde de manzara çok da değişmiyor. Reel Politik denen bir put ihdas edilmiş ve puta maalesef birçok devletler haşa adeta tapıyor. Allah’tan korkulmadığı yerde elbette başka şeylerden çekinilmesi normaldir. Ayrıca Kabe’nin etrafından hummalı bir şekilde inşaat çalışmaları devam ediyor. 1. ve 2. katlardaki çalışmalar tavaf sürerken bile devam ediyordu. İnşaat sesleri arasında tavaf ve say yapıyorsunuz. Özellikle tavaf alanı dışındaki yerlerde de genişletme çalışmaları devam ediyor. Kabe’deki bu çalışmalar bittiğinde gerçekten çok büyük bir ihtiyacı karşılayacak ve burada Müslümanlar Ramazanlarda da itikaf için kalma imkanına sahip olacaklar. Fakat bu çalışmalar görünüşe göre birkaç yıl daha süreceğe benziyor.

Evet bu duygu ve düşüncelerle geçen Kabe’de, Mekke’de iki Cuma namazı eda etmek de nasip oluyor. Bu da bizim için ayrıca bir mutluluk vesilesi oluyor. Son olarak da taksicilik yapan Bülent kardeşimizi arayıp bizi Temim Mescidi yani Ayşe Mescidine götürmesini ve bir umre daha yapmak istediğimizi söylüyorum. Bizi otelimizden alıp Ayşe Mescidine götürüyor ve orada ihram namazımızı niyetimizi yapıp umre için Kabe’ye geçiyoruz. Bu şekilde bir umre daha yapmış oluyoruz. Arabistan’da arabasızlığın ne demek olduğunu ilk defa bu kadar hissederek yaşıyoruz. Mekke’de çok fazla bir yere gidebilmek mümkün olmuyor.

Ayşe Mescidi mikat sınırı olduğu için yeniden umre yapmak için buraya gidip ondan sonra Kabe’ye tavaf ve say için dönmek gerekiyor. 13 günlük Mekke ve Kabe’de geçen günlerin ardından artık Medine’ye gitmek üzere hazırlıklara başlıyoruz. Bu arada önce oğlumun sonra benim sonra da hanımın rahatsızlıklarını ifade etmeden geçemeyeceğim. Bir sıcak sonra klima soğuğu derken vücut bu sıcaklık farklarına uyum saylayamıyor ve rahatsızlıklar geliyor ister istemez. Fakat neyse ki Türkiye’den getirdiğimiz ilaçlarla biraz olsun rahatlıyoruz. Böylece Mekke günlerinin sonuna geliyoruz. Medine’ye yolculuk hazırlıklarının ardından Bülent ustamızı arıyorum ve bizi Cumartesi günü götürmesini istiyorum. Son gün sabah namazından sonra öncesindeki tavafın ardından sabah serinliğinde üç tavaf daha yapıyorum. Üç tavafın ardından çıkışa yönelmek istiyorum fakat her seferinde tekrar dönüp Kabe’ye yöneliyorum adeta ayaklarım dönüp gitmek istemiyor. Vedalar zor oluyor ama Kabe’ye veda etmek daha bir zor. 5 yıl önce giderken de böyle ayrılmış geri dönmek üzere veda etmiştik. Bu seferde Allah nasip ederse geri dönüp yeniden ziyaret etmek üzere Kabe’ye geri dönüp bir kez daha bakıyor ve dışarı doğru yöneliyorum. Bu şekilde sabah namazının ardından Kabe’deki ibadetlerin ardından otelde hazırlıklarımızı tamamlayıp Medine’ye doğru yola çıkıyoruz. 

Medine yolunda giderken de Cidde’den gelirken hissettiğim duygular yaşıyorum sanki her zaman olduğu gibi Mekke’de umremizi yaptık ve Medine’ye geriye dönüyoruz gibi geliyor bizlere. Yollar aynı yollar, Medine yolundaki her zamanki manzaralar. Umre şirketlerinin taşıma otobüsleri yollarda yoğunluk oluşturuyor. Bu şekilde 5 saat kadar süren yolculuğun ardından Medine görünüyor. Yolda her zaman durduğumuz bir Saptco denen ulaşım şirketinin dinlenme tesisinde 5 yıl boyunca Mekke’den dönüşlerde her zaman yaptığımız gibi bu seferde Al Bayk yemeye fırsat buluyoruz. Al Bayk, Arabistan’a özgü bir hazır yemek türü Bu şekilde yatsı namazı sırasında Medine’ye giriyoruz. 

Medine Türk Okulundan arkadaşım Duran hocamızın evine doğru gideceğiz ancak evi bilmediğimiz için İbrahim amca gelip bizi alıyor. İbrahim amca aynı zamanda burada görev yaparken velimiz. Muhammed Seyyid isimli öğrencimizin babası burada yaşıyor. Medine ehli güzel insanlardan birisi. Okul yıllarından hatırlıyorum kendisini. Yüzünü görünce hatırlıyorum. Böylece Medine’ye akşam vakti girişten sonra Medine maceramız başlamış oluyor. 

Bundan sonraki bölümde İnşallah Medine hatıralarından bahsetmek istiyorum. Gelecek bölümde görüşmek üzere Vesselam.

Yazarın Diğer Yazıları