Bir Hafta Bir YAZAR: Sergül Vural

Bu haftaki yazarımız: Sergül Vural. Kendisini 'Şiir âşığı, kelam âşığı ve edebiyat âşığıyım' diye  tanıtıyor. Çünkü yazarlık serüveninin nüvesini şiire olan ilgisi ile açıklıyor. 

Sergül Hanım, söyleşimize başlamadan önce sizleri tanıyabilir miyiz?

03 Aralık 1964’de Kayseri’de doğdum. Babamın memur olması dolayısıyla İlköğrenimini Bilecik’te, liseyi Erzincan’da bitirdim. 1995 yılında Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi lisans bölümünden mezun oldum. 1997-2008 yıllarında özel bir araştırma şirketinin Kayseri temsilciliğini yürüttüm. 2014 yılında emekli oldum.

Şiir ve denemelerim çeşitli edebiyat dergilerde yayımlandı. 2009 yılında Kayseri Hakimiyet Gazetesi’nde başladığım “Duygu Yansımaları” isimli köşe yazılarıma bir süre de Kayseri Gündem Gazetesi’nde devam ettim. 

Anadolu İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Yönetim Kurulu’nda ve Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu’nda ikişer dönem görev yaptım. Kayseri Enstitüsü Derneğinin de kurucu üyelerindenim. 

Hayat yolculuğum devam ederken genç yaşta başlayan okuma ve yazma aşkıyla kendini ifade etmek için kalem ve kâğıtla dostluk kuran, bu dostluğu ömür boyu devam ettirme gayretinde olan, son zamanlardaki mahlasıyla “Fenâ”, “Fenâ-i fâni” bir kulum. Yüce Mevla’dan bize bahşedilen ilham ile yazmaya ve okumaya devam etmekteyim. 

Yazma serüveniniz nasıl başladı? Yazma isteği ve yazma yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkısı ve yönlendirmesi oldu?

Yazmak benim için bir yaşam amacı, kendimi ifade etme şekli ve meramımı aktarma biçimidir.  
Yazma isteğim henüz ilköğretim çağındayken şiir okumaya olan sevdamla başladı önce. sesli şiir sunumları için öğretmenlerimin teşvikiyle kürsüde buldum kendimi. Bu durum öğrenim hayatım boyunca devam etti.1980 ihtilalinden sonraki zamanlarda ise şiir yazmaya başladım. Burada açık ve net görüyoruz ki öğrenciler birer güldür ve öğretmenler onların ilk bahçıvanlarıdır. Bir öğretmen öğrencisinde olan cevheri fark ettiğinde ve onu iyi yönlendirdiğinde, o öğrenci için yeni ufuklara adım atmak zor olmaz.  Benim de öyle oldu. Bahçıvanlarım ortaokulda Türkçe öğretmenlerim ve lisede edebiyat öğretmenlerim oldu. Bu benim yazmama vesile olan ilk kıvılcım, tamamen içgüdüsel bir duyguyla yaptığım ilk yazı eylemiydi. Şiir okumayı sevdikçe yazmaya devam ettim ve kendimce bir varoluş sergiledim. Genç Sergül’ün duyguları ile dolu bir ajandaydı o günlerden elimde kalan. Şiir tekniği olarak bakıldığında eksiklikler olmasına rağmen duygu selinin ağırlığı hissediliyordu şiirlerde. 2002 yılında o şiirleri “Naz Çiçeğim” adıyla kitaplaştırdım.

Uzun zamandır okuma ve yazma gayreti içindeyim aslında. Lise yıllarında kütüphanede zaman geçirmeyi çok severdim. O yıllarda bilgiye ulaşmanın kitaptan başka yolu yoktu ve ben yeni şeyler öğrenmeyi çok seviyordum. Okumak ve okuduklarımdan notlar tutmak, kendime ayırdığım en güzel vakitlerdi.  

Şiir yazmak hayatımın bir döneminde sekteye uğrasa da yine yeniden devam eden, devam edebilen bir yolculuktu benim için. Zira yazmak, duygularımı, düşüncelerimi, hayata bakışımı yansıtan en güzel yollardan biriydi. Şahit olduklarıyla dertlenen bir insanın, dert ettiklerini yazmadan geçememesi kadar doğal bir şey yoktur. 

Bakmak, baktığınca görmek, gördüğünce idrak sınırlarını zorlamak beni kelimelerle dost ediyor. Zira insan var oldukça, kainattaki canlıların, nesnelerin seslerini dinledikçe yazılacak çok şey olduğuna inanıyorum. Bu düşünceyle dertleniyor ve yazıyorum. Yazma isteği bana Yaradan’ın bir ikramı.  Bu sebepten kendimi tanımlarken “Şiir âşığı, kelam âşığı ve edebiyat âşığıyım” diyebiliyorum.  

Yazı hayatım boyunca beşerî bir katkı ve yönlendirme olmadı. En yakınlarım dahi şiir ajandamın varlığını bilmiyorlardı. Ta ki 2002 de o şiirleri bir kitapta toplamaya karar verene kadar…
Aslında “Ben yazar olacağım.” diye bir düşünce içine girerek belli bir planlamayla gelişmiş bir yazı hayatım olmadı. Yazar olmak istemeyle yazar olmak arasındaki farkı fark edince, böyle bir düşünceyle yola çıkmanın doğru olmadığı gerçeğiyle de yüzleşiyor insan. İnsanın içinde Allah tarafından bahşedilmiş bir yazma yeteneği olunca o, bir şekilde kendini gün yüzüne çıkarıyor. Bu biraz da cesaret işi aslında. Yazdıklarını paylaşmak, onları insanların beğenisine sunmak, olumlu olduğu kadar olumsuz eleştirilere de maruz kalacağını bilmek birçok insanı korkutuyor. Bu bağlamda yazarların cesaretli insanlar olduğunu da düşünüyorum.  İlk emri “İkra / Oku” olan bir dinin mensupları olarak okuduklarımızı özümseyerek paylaşmanın bir görev olduğu bilinciyle hareket etmenin bu cesaret duygusunu artırdığını düşünüyorum.

Şiirle başlayan yazı hayatım, 2002 yılından itibaren profesyonel olarak devam etti ve peyderpey kitaplarım çıkmaya başladı. Deneme kitabım “Sızı”yı okuyan okurlarım ve yayınevim: “Hocam, kaleminizden bir roman okumak istiyoruz.” diye o kadar çok baskı yaptılar ki kendimi bir anda roman yazıyorken buldum, diyebilirim. Yani şairlikten yazarlığa uzanan bu yolculuk bir plan dâhilinde gelişmedi. Bu süreç benim için edebiyat toprağına atılmış bir tohumun filizlenmesi gibiydi. Güneş, hava ve su var oldukça her tohum filiz verecektir. Yeter ki fıtratında yazma istidadı olsun.

Hasılıkelam, zaman beni, ben zamanı şiirle eledim. Bir zaman sonra kitap yazıları ve deneme yazılarına da yöneldim. Bu zaman diliminde Şiir, antoloji, çocuk şiirleri, deneme ve roman türlerinde 16 kitabım oldu. Albina ve Suskun Cemre bunların sonuncusudur.

Sergül Hanım, yazma isteği olan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz?

Yazma kapısının anahtarı okumaktır. Bu kapıdan girmek isteyen kişi öncelikle kendisinden önce kimlerin neler yazdığı hakkında fikir sahibi olmak için çokça okumalı, sonrasında yazmayı hayatın kendisi olarak kabul etmeli, yazmak onun için nefes almak, yemek yemek, su içmek gibi bir ihtiyaç olmalıdır. Zira yazmak, uykudan çok dinlendiren, görülen bir rüyayı anlatır gibi ferahlatan, hayal içinde hayal kurduran, yüzmeyi bilmeden derinlere daldıran, tırmanmayı bilmeden zirvelere çıkaran, uçmayı bilmeden kanatlandıran bir eylemdir. 

Öyle ki yazmadığında bir boşluk hissetmelidir. Çünkü her gün etrafında onlarca olay olur, insanları izlemeyi, tabiatı izlemeyi ve dinlemeyi çok sevmeli. Görmesini, duymasını ve duyumsamasını bilen için, bir pervanenin ışığa gelmesi, ışığa çarpıp yere düşmesi, bile bir hikâyedir. Ağlayan bir çocuk, yürümekte zorlanan bir ihtiyar, işe yetişmeye çalışan insanlar birer roman kahramanı olabilir. Her insanın bir efsanesi vardır ve her insanın hayatı bir romandır. Aslına bakarsanız neyi yazdığınızdan ziyade nasıl yazdığınız önemlidir. Bu sebeple bir yazma üslubu da oluşturmak gereklidir.

Anlaşılacağı üzere okumak sadece kitaplarla sınırlı kalmamalıdır.  Kâinatı, insanı ve bütün yaratılanı okumalıdır bir yazma sevdalısı. Kalemden kelâma olan yolculuğunda Allah’ın bahşettiği ilhamla gelenleri, tembelliğe mahal vermeden not etmelidir. Zira her cümle yeni düşünce ve fikirlerin ilk basamağıdır. Bir basamak, bir basamak daha… Sonrası kitaplarla taçlanmış bir ömür demektir.

Kitaplarınızı/ eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?

Kiminin baskısı tükenmiş olsa da Naz Çiçeğim (2002), Bir Günde Dört Mevsim (2006), Süveyda (2009) isimlerinde üç şiir kitabım;

İncesu’dan Sesleniş, (2006, Mehmet Sarı ile ortak çalışmadır), Üşüyorum Şiir Güldestesi (2010), Göç Hikayeleri (2013) isimlerinde üç derleme kitabım;

Anne Peygamber Nerede (2011), Anne Seccadem Nerede (2011) isimli çocuk kitaplarım (Ki bu kitaplar Türkiye Diyanet Yayınları olup 89 bin baskıyla birçok çocuğumuza ulaşmış olmasına rağmen ne yazık ki yeni baskıları yoktur.) 

Sızı (2012) ve Eserlerden Esintiler (2015) isimlerinde iki deneme kitabım;
İstasyon Mahallesi Demiryolunda Zaman Yolculuğu (2014) isimi bir araştırma kitabım,
Siyah Elmas, Hz. Bilâl (2012), Aşkta Kaderim Sensin (2016), Hz. Halime, Efendimiz’in Sütannesi (2018), Albina, (2021) isimlerinde dört romanım;
Ve Suskun Cemre (2021) isimli bir öykü kitabım bulunmaktadır.
Evet son sorumuzla sohbetimizi hitama erdirelim.

Yazarlık serüveniniz de unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?

Uzun zamandır okullarda öğrencilerle veya fuarlarda okurlarla birlikte zaman geçirdim. Bu zaman diliminde birçok hatıra biriktirdim elbette. konferanslardan sonra öğrencilerin mektuplarının, şiirlerinin bende hep ayrı bir yeri olmuştur. Yetişkin okurlarımın roman veya hikaye kahramanlarımda kendilerini bulduklarını söylemeleri, bizim eserlerimizle onlara nasıl ayna vazifesi yaptığımızı gösteriyor. Bunların hepsinin bende ayrı ayrı izi vardır. Tabi bir de yazarlık okullarındaki öğrencilerimize yol açarak onları yazı hayatına kazandırmaya vesile edilmemiz var ki bunlar da güzel anılardır.

Bütün bunlardan başka anlatmak istediğim bir hatıram var. İstasyonda Zaman Yolculuğu, isimli kitabımı hazırlarken mahalle muhtarıyla bir görüşme yapmıştım. Boşnak göçmeni muhtarla yaptığım bu görüşmeyi ses kaydına almıştım. O ses kayıtlarını yazıya döken bir “Gönüllü Asistan”ım vardı. Dinlediklerimden kâh bir deneme kâh bir hikaye yazdım. Kitap çıktığında Asistanım bana “Hocam, o kahvehane diliyle anlatılan konuşmalardan bunları nasıl çıkardınız?” demişti. Benim için yazarlık serüvenimde unutamadığım önemli hatıralardan biridir bu. 

Sergül Hanım,  vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

        (Röportaj: Mustafa BALABAN)
 

Bakmadan Geçme