Kütüb-i Sitte Atlası

İslam egemenliğinin geniş coğrafyalara yayıldığı ilk asırlarda yeni Müslüman olan toplulukların sayısı her geçen gün artıyordu. Resulullah a.s. zamanından beri duraksamadan devam eden, kıtaları ve denizleri aşan İslami tebliğ çağrısı, farklı, dil, inanış ve kültürdeki insanların gündemine Müslüman davetçiler tarafından ulaştırılıyordu. Bu davet, Müslüman tebliğcilerin en zor şartlarda cansiperane, yaya ve taşıyıcı hayvanlar sırtında tükenmek bilmez azim ve cehdi sayesinde olduğu gibi, fethedilen ve Müslümanların idari hakimiyetine giren topraklara görevli olarak gönderilen İslam muallimleri sayesinde gerçekleştiriliyordu.

Hicaz merkezli Arabî Müslümanların İslam davetinin, Acemî, Türkî, Kürdî, Hindî, Berberî ve Rumî halklar ve bunların alt nüans toplulukları tarafından, onların anlayıp yaşayabileceği bir hayat nizamı olarak takdim edilmesi gerekiyordu. Bu topluluklar dışında adı ve sanı dahi bilinmeyen Güneydoğu Asya kıtaları ve orta Afrika’nın balta girmemiş topraklarında yaşayan halklarını da düşündüğümüzde farklı dil, kültür ve inanışta yüzlerce kavmin, kabilenin ve toplumun Müslümanlaştırılması gibi ulvi bir gayeye hizmet edecek davetçi erlerin ‘aleme nizam’ verme cehdi içine gece gündüz çalışması gerekiyordu. Kendilerine ‘mevali’ denilen Arap dışı Müslümanların sayısı kütlesel ve kümülatif oranda çoğalıyordu.
Hicaz, yani Mekke ve Medine yöresinde yüz yılı aşan bir süredir yaşanan ve hayatı kuşatan bir gelenek haline gelen İslam Dini’nin mevalilerin yaşadıkları topraklara da taşınması gerekiyordu. Dini kabulden sonra, anlama ve yaşama noktasında en büyük engel dil ve kullanılan yazıdaki farklılıklardı. Yabancı dil öğrenmenin teşvik edilmesi ve yaygınlaştırılarak, İslam Dininin gereklerini yeni Müslüman olanlara öğretecek muallim davetçilerin sayısının biran öce artırılması elzemdi.
El yazısıyla Arapça olarak yazılıp çoğaltılan ve iki kapak arasına toplanan sınırlı sayıdaki dinin ana kaynağı Kur’an-ı Kerim mushaflarının her topluma ulaştırılması zaten mümkün olmadığı gibi, farklı dildeki Müslümanların bu metni okuyabilmeleri de neredeyse imkansızdı. Bugünkü anlamda hiçbir kitle iletişim ensturmanının olmadığı, o dönmede belge ve doküman üzerinden bir eğitim faaliyeti değil, canlı ve de birebir veya toplu olarak talim-terbiye edecek mübelliğ ve muallimlere büyük görev düşüyordu.
Dil problemini aşan ve yeni Müslüman olmuş topluluklara İslam’ı öğretmeye giden muallimler, mürebbiler,  tevhid akidesi ile beraber, imanın ve İslamın gereklerini ağızdan öğretmeye, öğrenenlerin de aile efradı ve çevresine öğrendiklerini anlatmalarını istiyorlardı. Mü’min olmak ve Müslümanlığı yaşam biçimi olarak sürdürülebilir, kuşatıcı bir din haline getirebilmek için uzun yollar kat ederek İslamiyetin merkezi konumundaki Hicaz bölgesi veya medeniyet inşasını tamamlamış diğer İslam kentlerine ilim tahsili için gidenler, sayıları çok az olsa da iman elçisi olarak önemli vazifeler icra etmişlerdir.
Hicaz bölgesiyle beraber, Mısır, Şam, Bağdat’da Hicri birinci asırdan sonra şekillenip sistemleşen fıkhi ekollerin, uzak coğrafyaların yeni Müslümanlarını dönüştürme ve hayatın tüm alanlarını kuşatıcı bir tesire kavuşması da aynı gerekçelerle kolay olmamıştır.
Hicaz bölgesinde ve yakın çevresindeki İslami merkezlerde, dinin pratik yaşantıya nasıl aktarılacağı ile ilgili bir sorun ve birikim ihtiyacı yoktu. Burada yaşayanların, Müslüman babalarından ve dedelerinden, ilim erbabından gördüklerini yapması, onlardan duydukları ile amel etmeleri kendilerine yetiyordu. Zaten üç beş kuşaktır yaşanan ve sistemleşmiş bir gelenek haline gelen, hayatın tüm alanlarını kuşatıcı bir dinî hayat kökleşerek devam ediyordu.
Bu tarihsel vasat içinde Müslüman olmuş toplulukların en çok merak ettikleri konuların başında İslam Peygamberi’nin ve O’nu takip eden, O’ndan iz ve işaret taşıyan kuşakların yaşantısı geliyordu. İman ve İslam ilkelerini kabulden sonra, İslam Peygamberinin ışığıyla nurlanmış Medine-i Münevvere merkezli gelen bilgi, haber, anlatı ve aktarımlara göre yeni bir toplumu dizayn etme süreci başlıyordu.
İslam’ın merkezi kentlerinden binlerce kilometre uzaklıktaki beldelerin Müslümanlığı kabullenmiş toplulukları, hayatı kuşatıcı bir dinin kendilerini kuşatacak bilgisine ve argumanlarına kavuşmayı arzu ediyorlardı. Kur’an vahyinin öngördüğü genel bilgi haricinde, toplumun tüm yaşantısını kuşatacak, İslam’ın aziz peygamberinin ve O’nu takip eden kuşakların yaşantısı ile ilgili anlatılan ve tevatüren aktarılan bilgiye ulaşma amacına yönelik en önemli çalışmalar ve seyahatler Hicri ikinci yüzyıldan sonra başladı. Bu uğraş salt bir derleme ve toplama uğraşı değil, kaynağından hadis öğrenmeye yönelik ibadi bir eğitim uğraşıydı.
Bu anlamda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, Müslümanlığı yeni kabullenmiş toplumların emektar evlatları uzun ve yorucu yolculuklar yaparak, Hicaz merkezli topraklarda yaşayan müslümanlardan sayıları yüzbinleri aşan haberleri toparlama, bir araya getirip, sistematik bir şekilde sıralama ve belirli kıstaslara göre elimine etme şeklinde eserler vücuda getirerek çok önemli görevler ifa etmişlerdir.
Tamamı Horasan bölgesi civarında doğmuş ve yaşamış olan Kütüb-i Sitte müelliflerinin bu emeği, daha sonraki takipçilerine de esin kaynağı olmuştur.
Hadis toplamak için yapılan rıhle gezileriyle, çok geniş coğrafyalarda birçok muhaddisle görüşmüşler ve İslam’ın değişik ilim havzalarında müzakerelerde bulunmuşlardır.
Buhârî'nin gittiği ilim merkezleri; Mekke, Medîne, Bağdât, Basra, Kûfe, Mısır, Nişâbûr, Belh, Merv, Askalan, Dımeşk, Hums, Rey, Kayseriyye ve diğer yerlerdir.
İmam Müslim, hadisi alimlerinden hadis dinlemek için Arabistan, Mısır, Suriye ve Irak’ın bir çok yerleşim yerini gezdi.
İmam Nesai Ömrünün son zamanlarını Mısır'da, Hadis ve ilim öğreterek geçirmiş ve Hacca giderken uğradığı Şam’da rahatsızlandı. Kendisini deve sırtında Hicâz toprağına yetiştirmelerini istedi. İsteğini yerine getirdiler. 303 yılında  Mekke'de vefat etti ve Safa ile Merve arasına gömüldü.
İmam Tırmızi çıktığı seyahatte yaşadığı asrın en önemli ilim merkezleri olan Mekke, Medine, Kufe, Basra, Bağdat, Vasıt ve Rey’de yıllarca hadis tahsil etti.
İbni Mace hadîs-i şerîf ve onun ile alâkalı ilimleri elde etmek için, Basra, Bağdâd, Kûfe, Mekke-i mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey gibi, zamanın tanınmış ilim merkezlerine gitmiştir.
Ebu Davut, İlim tahsilinde Irak, Şam, Mısır, Cezretü'l-Arap (Arap yarımadası) okulları, Horasan, Rey, Herat, Kûfe, Bağdad, Tarsus, Basra gibi yerleri dolaşmıştır.
O günün zor şartlarında onbinlerce kilometre yolu katederek, her biri bir emek ürünü olan yüzbinlerce Hadis rivayetini derleyen, sistemleştiren ve buna katkı sağlayanların ortaya koyduğu ilmi sermaye her devir ve dönemde Müslümanların önünü aydınlatmaya devam edecektir.
Osman Gerçek 
Yorumlar 1

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!