Dumanın İçinden Bakmak
Hüseyin TAŞ
Aralık ayıydı. Kayseri’nin soğuğu bu defa başka vuruyordu yüzüne. Deniz Park’ın karşısındaki eski bankta oturmuş, elinde titreyen bir sigarayı ağır ağır çekiyordu. Öyle derin çekiyordu ki, sanki sigaranın dumanı ciğerlerine değil, yıllardır bastırdığı acılarına gidiyordu.
Adamın adı Oğulcan’dı. Ama hayat ona çoğu zaman “baba” diye seslenmeyen bir çocuğun sessizliğiyle seslenmişti.
Sigarayı dudaklarına götürdüğünde gözleri hafifçe kısmıştı. O bakış… içinde bir mağaranın karanlığı, bir dağın yalnızlığı, bir çocuğun kırgınlığı vardı. Duman çıktıkça gözleri uzaklara kayıyordu. Sanki dumanın her kıvrımı ona bir sahne gösteriyor, bir zaman tüneli açıyor, kaçtığı geçmişi yüzüne vuruyordu.
Bir nefes çekti. Bir pişmanlık indi. Bir nefes daha… Eski bir gülüşün hatırası yandı. Ve her nefeste, insanın kendi içini kemiren o “ben ne yaptım?” sorusu hortladı.
– Dumanın Aralığından Geçmiş
Oğulcan gençken sertti. Düşünmeden konuşur, kırar, küser, kızar ve gidip özür dilemezdi. Hayatın ona sunduğu her iyiliği “ben hak ettim” diye kabul eder, her kötülüğe “neden ben?” diye isyan ederdi.
Ailesinde en çok sevdiği bir kişi vardı: 3 yaşındaki oğlu Miraç.
Miraç onun için bir masalın ilk cümlesiydi. Öyle berrak gözleri vardı ki, sanki gökyüzünden düşmüş iki damla umut gibiydi. Fakat Oğulcan çoğu zaman o umudu göremeyecek kadar öfkeli, stresli, kendi içiyle kavgalıydı.
Bir gün eşi ona demişti: “Geçmişte ne yaşadıysan çocuğuna yansıtma.” Ama Oğulcan geçmişi hiç bırakmadı. Dünü bugünün önüne koydu. Kırgınlığını sevginin üstüne örttü.
Ve Miraç, babasının bakışlarında bazen bir sıcaklık, bazen bir uzaklık görerek büyüdü.
– Deniz Park’ta Bir Sabah
Şimdi, yıllar sonra… Aralık ayının buz gibi sabahında, Deniz Park’ın bankında oturmuş, geçmişiyle hesabını kapatmaya çalışıyordu.
Gökyüzünden ağır ağır kar düşüyordu. Her kar tanesi sanki ona bir cümle fısıldıyordu: “Keşke…” “Keşke…” “Keşke…”
Öyle bir bakış attı ki gökyüzüne; sanki kendini yıllar önce yaptığı hataların mahkemesine çıkarıyordu.
Sigarayı tekrar çekti. Dumanın arasından bir sahne belirdi:
“Baba, bana bakar mısın?”
“Şimdi değil oğlum, işim var.”
Yüreği burkuldu. Bir nefes daha aldı.
Başka bir sahne: Eşinin gözlerindeki kırılmışlık. Annesinin sessiz nasihatleri. Babası hayattayken yaptığı hatalar…
Her duman bir tokat gibiydi. Her nefes bir pişmanlık. Duman yükseldikçe içindeki ses konuşmaya başladı:
“Niye hep koştun, ama hiçbir yere varamadın?”
“Neden sevdiklerine soğuk oldun?”
“Neyi kaybettin de kendini böyle yaktın?”
Oğulcan cevap veremedi. İnsanın bazen susarak konuştuğu anlardan biriydi bu.
– Yorgunluk, Yüzünde Bir İz
Onu görenler hep şöyle derdi:
— Bu adamın bakışında bir şey var.
— Bu bakış dünyayı değil, kendi içini izliyor.
— Bir acı var ama hangi acı belli değil.
Evet… O bakış sıradan bir bakış değildi. Dumanın içinden geçen yılların çizdiği bir izdi. Bitmişlikten değil… Bitmek üzere olmaktan gelen bir titremeydi.
O gün sigarasından çıkan duman bile sanki ona konuşuyordu. Her kıvrım bir günah, her savruluş bir yanlış, her dağılış bir “affet beni” gibi…
Kayseri’nin ayazı yüzüne vuruyordu ama içindeki ateş çok daha soğuktu.
– Allah’a Dönüşün Sessizliği
Bir anda sigarasını yere attı. Yanan ucu karla buluşunca hafif bir tıslama çıktı.
Oğulcan gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Bu nefes sigaradan değil, bunca yıl sonra ilk defa Allah’tan geliyordu.
Ruhu bir şey söylüyordu:
“Ey kulum… Geçmişin yük değil, dönüş sebebindir.”
O an kalbinde hafif bir titreşim hissetti. Sanki biri yüreğine dokunmuş, “artık eve dön” demişti.
Kış sabahının sessizliğinde şöyle mırıldandı:
“Allah’ım… Ruhumu sana emanet etmeden önce, yanlışlarımı düzeltmeme izin ver.”
Bu cümle, içten gelen bir tövbenin başlangıcıydı.
– Geri Dönüş
Oğulcan banktan kalktı. Kar yağmaya devam ediyordu ama içindeki sis dağılmaya başlamıştı.
Eve doğru yürürken yüzünde yıllardır göremediği bir ifade vardı: Umudun kırık ama yeniden canlanan yüzü.
Eve girdiğinde oğlu Miraç kapının önüne koştu:
“Baba! Nereye gittin?”
Oğulcan çömeldi. O minicik yüzü elleriyle tuttu.
“Hiçbir yere gitmedim oğlum… Asıl şimdi geldim.”
– Dumanın Artık Anlamı Yoktu
O gün sigara paketini çöpe attı. Çünkü artık dumanın içinde değil, hayatın içinde olmak istiyordu.
Her nefeste acı değil, şükür almak istiyordu.
Her sabah Miraç’ın yüzüne bakıp, “iyi ki varsın” demek istiyordu.
Bir gün kendi içine son kez şöyle dedi:
“Rabbim, beni geçmişimin karanlığından çıkardı. Ben artık o bankta oturan adam değilim. Ben yeniden başlamak isteyen bir kulum.”
Ve Aralık ayının o soğuk gününde, Kayseri’nin sessiz parkında, bir adam… Dumanın içinden değil, hakikatin içinden hayata bakmayı öğrenmişti.