İslam Coğrafyası Ateş Çemberinde
Hüseyin TAŞ
Bugün dünyanın dört bir yanında, özellikle Filistin, Gazze, Batı Şeria, Sudan, Somali, Myanmar (Arakan), Doğu Türkistan ve Afganistan gibi bölgelerde, Müslümanların yaşadığı topraklar adeta ateş çemberine dönüşmüştür. Bu coğrafyalar, tarihin en köklü medeniyetlerini barındırmış, İslam’ın adalet ve merhamet esaslarını insanlığa öğretmiş topraklardır. Ancak bugün, bu topraklarda akan kanın, yıkılan şehirlerin, yetim kalan çocukların ardında derin bir küresel plan, çıkar savaşları ve modern sömürgecilik anlayışı vardır.
Birleşik Devletler’in (ABD) “özgürlük” adı altında yürüttüğü politikalar, aslında küresel sömürünün yeni yüzüdür. Bu düzenin merkezinde ise Siyonist akıl bulunur. İsrail devleti, yalnızca kendi güvenliğini sağlamakla kalmaz; etrafındaki tüm İslam coğrafyalarını istikrarsızlaştırarak varlığını garanti altına alır. Ne yazık ki, birçok Müslüman ülkenin başında bulunan yöneticiler, kendi halklarının inancına değil, Batı’nın çıkarlarına hizmet eden politikalar gütmektedir. Bu işbirliği, İslam dünyasının birlik ve dirliğini zayıflatmaktadır.
Bir diğer önemli mesele, Müslüman ülkelerin çağın gerektirdiği bilimsel, teknolojik ve askeri kalkınmayı sağlayamamasıdır. Sanayi, savunma ve bilişim alanlarında geri kalmak, bu milletleri bağımlı hâle getirmiştir. Güçlü bir sanayi ve savunma altyapısına sahip olmayan ülkeler, küresel güçlerin oyun sahası hâline gelmiştir. Bir ülkenin bağımsızlığı yalnızca sınırlarıyla değil, kendi silahını, enerjisini ve teknolojisini üretebilmesiyle ölçülür.
Filistin bugün yalnızca coğrafi bir savaşın değil, aynı zamanda imanla küfür arasındaki bir duruşun simgesidir. Gazze halkı, tüm dünyanın sessizliğine rağmen onurlu bir direniş sergilemektedir. Aynı şekilde Sudan’da çıkar çatışmaları, Somali’de açlıkla yoğrulmuş savaşlar, Doğu Türkistan’da sistematik zulüm, Afganistan’da ise bitmeyen işgaller; hepsi tek bir merkezden yürütülen stratejik bir planın parçalarıdır. Amaç, Müslüman milletlerin kalkınmasını engellemek, enerjilerini iç savaşlarla tüketmek ve kendi kaynaklarını kullanamaz hâle getirmektir.
Müslümanların bu ateş çemberinden çıkabilmeleri için öncelikle birlik ve şuur içinde olmaları gerekmektedir. Kendi içlerinde kavga eden, mezhep ve etnik ayrılıklara saplanan ümmet, düşman karşısında zayıf düşer. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Müminler bir vücut gibidir, bir uzvu acıdığında diğer uzuvlar da acır” hadisi, bugün her zamankinden daha çok hatırlanmalıdır. Bir Müslüman’ın acısı, dünyanın neresinde olursa olsun diğer Müslümanların da acısı olmalıdır.
ABD gibi küresel güçlerin “barış” maskesi altındaki operasyonları, aslında Müslüman ülkeleri parçalama ve yönetme politikalarının devamıdır. İsrail’in varlığını sürdürebilmesi, bölgedeki istikrarsızlığın devamına bağlıdır. Çünkü bir arada, güçlü ve bilinçli bir İslam dünyası, hem İsrail’in hem de sömürü düzeninin sonu demektir.
Bu nedenle Müslüman devletler; bilgiye, bilime, teknolojiye, savunma sanayisine ve milli kalkınmaya önem vermeli, ümmet bilinciyle hareket eden liderleri desteklemelidir. Kendi kaynaklarını Batı bankalarına değil, halkının refahına yönlendirmelidir. Asıl bağımsızlık, dışa bağımlılıktan kurtulmakla mümkündür.
Bugün ateş çemberinde yanıyor gibi görünen İslam coğrafyası, eğer imanla, akılla ve dayanışmayla hareket ederse, yeniden insanlığın adalet ışığı olabilir. Çünkü bu ümmetin kalbinde hâlâ Kur’an’ın nuru, Resûlullah’ın sünneti ve adaletin sarsılmaz inancı vardır. Ateş çemberi, imanla sönecek; küresel şeytanın oyunları, Müslümanların dirilişiyle bozulacaktır.