İhsan ÖZKAN

İnsan Dünyada Hayal Ettiği Kadar Vardır

İhsan ÖZKAN

Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar varlık mertebelerini sıralarken hayal melekesini, duyularla akıl arasında köprü görevi gören bir mertebeye yerleştirirler. Tahayyülün en önemli işlevi fiziki varlıklardan gelen somut duyu algılarını soyutlamak ve akletme melekesi için hazır hale getirmektir. Muhayyile gücüne gönderilen ham duyu verileri artık maddi suretlerine ihtiyaç duyulmadan muhayyile depomuzda işlenmiş bilgi verileri olarak durur. Muhayyilenin önemini şu örnekle açıklamaya çalışalım. Sıcak bir çaydanlığa elimizi değdirdiğimizde hemen geri çeker ve elimizin yandığını hissederiz. Eğer tahayyül melekesi olmasaydı sıcak bir şişeye değdiğimizde elimizin yanacağını çaydanlık tecrübesinden yola çıkarak genelleştiremezdik.  Bu sadece basit bir örnek. Daha neler neler yapamazdık, gerisini siz düşünün. 

Meşşailerin (Meşşailik ya da Meşşai okulu, İslam felsefesi içinde doğa felsefesinin etkisinden sonra başlayan rasyonalist felsefe eğiliminin sistemli hale gelmesinden oluşan okul anlaşılır. Yunanca peripatetizm (περιπατητικός) teriminin Arapçası olup, İslam Felsefesindeki Aristoculuk'un baskın olduğu felsefi akım olarak bilinir. En önemli temsilcileri İbn Rüşd, Farabi, İbn Sina’dır) hayal melekesine yüklediği bu sentezleme işlevi sayesinde duyularla aklî gerçeklikler arasında bağ kurulur. Beş duyu organı sayesinde tecrübe ettiğimiz ham duyu verileri hayal dünyamız sayesinde bilgiye dönüşür. 

Muhayyile gücü, idrakimiz sayesinde bilgiye dönüşen veriler aracılığıyla eşyanın hakikatini öğrenmemizde merkezi bir rol oynar. Sühreverdi ve Molla Sadra’ya göre muhayyile sadece bir bilme ve sentezleme melekesi değildir. Nasıl duyuların dayandığı maddi varlıklar, aklî kavramların dayandığı akledilebilir cevherler varsa aynı şekilde hayallerin dayandığı hayal âlemi vardır. Hayal âlemi insanın meydana getirdiği gerçeklik dışı bir şey değildir. İnsanın muhayyile melekesine yansıyan, âlemi hayalin bir izdüşümüdür. Nasıl akıl melekelerini harekete geçiren şey duyuların ve zihin dışındaki varlıklarsa aynı şekilde muhayyile gücünü harekete geçiren de hayal âlemidir.     

Evrene ilişkin her bilme eyleminin temelinde, insanın dışında var olan bir şeylerin ona dokunması, işaret etmesi, çağrıda bulunması ve onu hareket geçirmesi vardır. İnsan, ancak kendisinin dışındaki haricî bir gerçeklikle temasa geçtiği zaman kendi zihin dünyasından çıkar ve bilgisinin konusu olan varlıklarla irtibat kurar. Bu temas, her bilme eyleminin temel şartıdır. Sühreverdî buna "işrak" der ve "İşrak olmadan idrak olmaz." ilkesini, felsefesinin temel unsuru olarak vaz eder.

İbn Arabî, epistemik ve psikolojik işlevlerinin yanı sıra, hayale ontolojik bir mana yükler ve onu ilahi ve insani düzeyde "yaratıcı" bir güç olarak tasavvur eder. Yaratmayı tecelli olarak gören İbn Arabî, vücûd dairesindeki tüm varlıkları ilahi tecellinin birer yansıması olarak telakki eder. Tecelli, ilahi varlığın tahayyül etmesinin sonucunda ortaya çıkar. Nitekim Allah’ın tahayyül ve irade etmediği hiçbir şey gerçek değildir ve varlık sahnesine çıkamaz.

Yüce Allah söz konusu olduğunda tahayyül yaratıcı bir güçtür. Âlemde var olan her şey ilahi tahayyül neticesinde vücûd bulan, ortaya çıkan ve "görünür" hâle gelen tecellilerdir. Tecrübe ettiğimiz varlık âleminin ve yaradılış düzeninin tamamı bu hususi manada bir "hayal"den ibarettir. Âlemin hayalî bir izafiyete sahip olması, onun hakikatini ve cevherini kendi dışında daha yüksek bir kaynaktan borç aldığı anlamına gelir. Öte yandan içinde yaşadığımız şehadet âleminde bulunan her hakikatin hayal âleminde bir karşılığı yani "mümasili" vardır. Bu yüzden Sühreverdî, İbn Arabî ve Molla Sadra gibi düşünürlerde hayal âlemi (âlem-i hayal, Latinlerin ifadesiyle mundus imaginalis) aynı zamanda "misal âlemi" (alem-i misal) olarak da ifade edilir. Molla Sadra âlem-i hayalin müstakil bir varlık alanına ve ontolojik mertebeye sahip olduğunu söyler. Zira Sadra'ya göre hayal âleminde bulunan kavramlar, suretler, cevherler ve diğer "mufarık" (maddeden azad) varlıklar, ne fiziki manada dış âlemde bulunurlar ne de insan zihninin ürettiği birtakım soyutlamalardan ibarettirler. Onlar, madde ve zihin dünyasının ötesinde bir hakikate sahiptir. Bu manada semboller, linguistik ve edebî araçlar olmanın ötesinde, kavramsal birer vasıtadırlar ve gerçekliğin bir boyutuna tekabül ederler. Bu yüzden Sadra "mecaz, hakikatin kantarı" yani taşıyıcısıdır der.

Bu mülahazalar ışığında muhayyileyi, his ile saf akıl arasında yer alan ve bu ikisini birleştiren bir idrak melekesi olarak tarif edebiliriz. Buna göre tahayyül gücünün bir ifadesi olarak muhayyile, ontolojik manada farklı varlık mertebeleri arasındaki irtibatı idrak etmemizi mümkün kılan, epistemik olarak his ile aklı birleştiren ve bunların bileşkesiyle ortaya çıkan zihnî ve ahlaki ufku sezinleyen melekenin adıdır. Geniş manada akıl ile inancı, mantık ile hissi, akli çıkarımla sezgiyi, matematiksel düşünmeyle sanatsal yaratıcılığı, bilimsellikle zanaatkârlığı birleştiren muhayyile gücü, aynı zamanda insanın düşünce ufkunu tayin eden bir vasıftır. Düşünce ufkumuz, muhayyile gücümüzle doğrusal bir orantıya sahiptir. Muhayyile, farklı varlık mertebelerini bir bütün hâlinde kavrama çabasının temelini oluşturur.

İbn Sina'ya göre beş duyu vasıtasıyla elde ettiğimiz empirik verileri bir bütün hâline getiren, sentezleyen ve sistematikleştiren muhayyile faaliyetinin neticesinde ortaya hiss-i müşterek yani "ortak duyu" çıkar. Dış dünyayla temasımızı sağlayan beş duyu, hiss-i müşterek sayesinde varlıkları, bir duyu yığını olmaktan çıkartır ve onları anlamlı ve bütünlüklü varlıklar olarak idrak etmemizi sağlar. Bu sevk ve idare olmadan, beş duyu vasıtasıyla elde ettiğimiz empirik verilerin bize dış dünya hakkında bilgi vermesi mümkün değildir. Nitekim hepsi birer "ham duyu" olmasına rağmen sıcak sobayı soğuk buzdan, kuru taşı ıslak ağaçtan ayırt etmemizi sağlayan ve çok farklı duyular (empirik veriler) arasındaki ilişkiyi kuran ve sentezleyen meleke, işte bu ortak duyu yani hiss-i müşterektir. Tehanevî'nin veciz ifadesiyle "tahayyül, hiss-i müş-tereğin suretleri kavraması"dır. Varlıkların maddesi onların fiziki kalıbını, suretler ise onların hakikatini ifade ettiğinden, suretleri kavramak demek, aynı zamanda eşyanın hakikatini kavramak demektir. Varlığı ham bir duyu verisinden çıkartıp anlamlı bir bilgi objesi haline getiren, tahayyül ve hiss-i müştereğin ortak çalışmasıdır.

Muhayyile kavramının bu kadar ayrıntısına girip sizi sıkmamın sebebi bu gücü kullandığımızda ne kadar ilerleyebileceğimizi ve varlık mertebelerinde yukarıya doğru gidebileceğimizi göstermekti. Vel Hasılı Kelam,  İnsan dünyada hayal ettiği kadar vardır. 

 

Yazarın Diğer Yazıları