İslam’ın bireysel yaşanamayacağının Kuran’daki en önemli kanıtı Emr’i Bi’l-Ma’ruf Nehy-i Ani’l-Münker’dir (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak). Kuran’a göre iyiliği yaymaya çalışmayan, insanları kötülükten men etmeyen cennetin kokusunu bile alamaz. Aslında dünyada kötülüğün bu kadar yaygın olmasının sebebi kendisini iyi diye tanımlayanların aktif olmaması, iyiliği yaymak için mücadele etmemesi, bireysel takılmasıdır. Bireysel yaşamak, bizi ‘’bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’’ anlayışına götürür. Kötülerin kötülüğü yaparken ki cesaretinin onda biri iyilerde olsa dünya çok daha iyi durumda olurdu.
Bize dayatılan bireysellik yüzünden aileler büyük yara aldı. Evlerde ebeveynler de dahil cep telefonunun bağımlısı olduk. Telefonunu eline alan çocuklar odasına çekiliyor, aynı evde yaşayan insanlar birbirine yabancı oluyor. Çocuklar aile terbiyesinden uzak, sosyal medyadaki algoritmaların talebesi oldular. Bu algoritmaların bize dayattığı öğretilerden bir tanesi de bireyselliktir.
Etrafınızda cep telefonu bağımlısı olan kişilere dikkat edin, benzer görüşlere sahiptirler. Hayatta en önemli şeyin kendi keyfi ve çıkarı olduğunu düşünürler. Kendi zevklerini tatmin etmek için gereken her şeyi yaparlar. İnsanlarla iletişimi zayıftır. Zombi gibi etrafa manasız bakışlar atarlar. Anlam dünyasından çok uzaktadırlar, soyutlama yetenekleri zayıflamıştır. Bu kişilerin din ile ilgili görüşleri de algoritmalar tarafından yönlendirilmiştir. Yani din de insanın keyfine kalmıştır. Yaşamak istiyorsan onu da bireysel yaşamalısın. Kimsenin tavuğuna kış dememelisin. Kimseye dini anlatmamalısın. Senin vicdanına kalmış. Dini de istediğin gibi yorumlayabilirsin, özgür ol. Mesela namaz kılmayı dilediğin gibi yorumla. Müzik dinleyerek de namaz kılmış sayılırsın. Tavuk da kessen kurban kesmiş sayılırsın.
Kayseri de insanlar birbirine bazen nörüyon diye sorar. Bazıları da cevap olarak: ‘’Valla kimsiye bi şiy ittiğimiz yok hacaabi’’ der. Diğer kişi karşısındakine sen nörüyon diye sorunca o da ‘’Valla bizde kimsiye bi şiy itmiyok’’ der. Ya da ‘’nasılsın’’ diye sorulduğunda ‘’kimsenin tavuğuna kış demiyorum’’ diyenler var. Son dönemde çıkan bu tür sözler bireyselleşmenin getirdiği durumu açıklıyor. Bir insan kimseye bir şey etmiyorsa kimseye faydası da zararı da yok demektir ve etkisiz elemandır (Gerçi bu tipler genelde menfaatçidirler ve etraflarına zırnık koklatmazlar).
Bireyselleşmenin getirdiği olumsuzluklardan biri de toplumda birini uyarmanın suç haline gelmesidir. Birisi ahlaki açıdan yanlış bir davranışta bulunuyorsa onu uyarmam neden ayıp olsun. Tam tersine insani ve İslami bir görevdir bu. Eskiyi övmeyi pek sevmem ama eskiden yaşça büyük olan herkes küçük olan biri yanlış yaptığında uyarırdı ve bu garipsenmezdi. Şu anda 47 yaşındayım, çocukluğum ve gençliğim İstanbul’da geçti. Büyük şehirlerimiz adetlerimizin, gelenek ve göreneklerin en az yaşandığı, çok fazla dejenere olduğu yerdir. Durum böyle olduğu halde çok iyi hatırlıyorum, rahmetli ilkokul öğretmenimiz sokaktan geçerken arkadaşın biri seslenirdi, Muhibe öğretmen geliyor diye bir ses duyulunca hepimiz arabaların arkasına ya da binaların içine girerdik. Niçin böyle yaptığımızı bilmezdim. Sonra üst sınıflara sordum, onlarda bilmiyor. Bu sefer Rahmetli anneciğime sordum, biz niye böyle yapıyoruz diye:) O da ‘’saygıdan, biz de öyle yapardık’’ dedi. Saygıyla ne alakası var anneciğim dedim. O da evladım, aslında işin özü şu. Büyükler, özellikle öğretmenlerimiz her işimize karışma hakkına sahiptirler. Sen şimdi top oynarken öğretmen oradan geçecek, mecburen selamlaşacaksınız, eğer terlediyseniz sizi eve gönderecek, ya da dersini yaptın mı diye soracak, dersini yapmadıysan sokakta ne geziyorsun diye önce sokakta sonra sınıfta fırça çekecek.(Bazen de dövecek:)) Bu da senin hoşuna gitmez herhalde dedi. Ben de büyüklerimizden bize miras kalan ‘’öğretmenlerimizi görünce kaçma’’ eyleminin sebebini anlamış oldum. (Tam da burada; Muhibe öğretmenim, canım anneciğim ve bütün Ümmet-i Muhammedîn geçmişleri için bir Fatiha rica ediyorum)
Yüz yıllık tarihimize baktığımızda maddi refah seviyesi arttıkça suç oranları ve ahlaki bozulma artıyor. Neden acaba? Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi de toplumda ‘’İyiliği emreden ve kötülükten sakındıran’’ birilerinin olmayışı ya da az olması. Eskiden sadece büyükler ve öğretmenler değil; komşu, esnaf, memur, asker, polis, muhtar, imam, müftü gibi toplumun bir çok kesiminden insanlar gençleri uyarır, gençlerde onlardan çekinirler, saygısızlık yapmak istemezlerdi.
Bireyselleşerek ölüyoruz, değerlerimiz çürüyor, inancımız zayıflıyor. 40 yaşından sonra insanlar kolay kolay dünya görüşünü değiştirmez (İstisnalar kaideyi bozmaz). Ancak çocuklarımızı, gençlerimizi modernizmin açtığı bireysellik gibi yaralardan kurtarabiliriz. Onların inançlı yetişmesi için elimizden geleni yapalım. İmam Hatip Okullarında okumalarını sağlayalım. En güzel tebliğ, yaşayarak ve örnek olarak yapılandır. Akşam eve geldiğimizde ebeveynler köşesine çekilip sürekli elinde telefonla oynarsa çocuğunun da oynamasına kızmasın. Bireysellik arttıkça evlerde teknolojik bağımlılıklarda artıyor. Evde telefon, tablet ve bilgisayar kullanımına kısıtlama getirilmesi gerekir. Teknolojik aygıtların kullanımının günde bir-bir buçuk saatin üstüne çıkmaması lazım. Siz namazlarınızı kılmıyorsanız çocuğunuzun da namaz kılmasını beklemeyin. Çocuğunuzun yanında ya da başka yerde yalan konuşuyorsanız çocuğunuzun da dürüst olmasını beklemeyin. Maddiyata çok değer veren biriyseniz çocuğunuzun da kapitalist bir zihniyete sahip olması sizi şaşırtmasın. Çocuğunuzun dersleri ile ilgilenmiyorsanız, dönem sonlarında sadece karnesine bakıyorsanız okulda başarılı olmasını beklemeyin. Bir Müslüman için çalışmanın ne kadar değerli olduğunu özümsemediyseniz çocuğunuzun da tembel olmasına kızmayın. Kendiniz için istediğinizi başkası için de istemiyorsanız çocuğunuzun cimri olmasına şaşırmayın. Aile içinde sürekli dedikodu yapıp birilerini çekiştiriyorsanız, çocuğunuzun da dedikoducu ve gıybet yapan biri olması gayet normaldir.
İnançlı ve sağlam bir toplum olmamız için önce kendimizi düzeltmeli, sonra insanlara güzel örnek olmalıyız. İnsanlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmalıyız. Bir kötülük gördüğümüzde onu düzeltmeye çalışmalıyız. Nitekim Allah Resulü bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
Birbirimizin hatasını düzeltmek, birbirimizi uyarmak bir iman meselesidir. Lütfen hafife almayalım.