İhsan ÖZKAN

Kaçın, Hükümet Geliyor!

İhsan ÖZKAN

Türkiye’nin genç nüfusu, ekonomik potansiyeli, milli güvenlik alanındaki ilerlemeleri, bölgede ve dünyada etkinliğinin giderek artması yeni bir toplumsal muhayyilemizin ortaya çıkacağına işaret etmektedir. Şu anda büyük bir devlet olma arefesindeyiz. Eğer eski Türkiye’nin yüklerinden ya da travmalarından kurtulamazsak bu gerçekleşmeyecek. Bu yeni inşa süreci aynı zamanda tarihimizle, Cumhuriyetle, gelenekle, modernlikle, Avrupa’yla, Afrika’yla, mevcut dünya düzeniyle yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, stratejiler üretmeyi gerektirecektir. 

Cemil Meriç’in ifadesiyle bu bir ‘’kendini aşma’’ ve ‘’bütünleşme’’ çabasıdır:

Mekân ile zamanı aşacak insan. Bu kanatlanış, birleşmenin, birlikte düşünmenin eseri olacak. Birlikte düşünmek, kişiliği ortadan kaldırmaz, geliştirir. Ama düşüncelerini başkalarınınkilerle birleştirmek için, onları sevmek, onlarla kaynaşmak gerek. Kurtuluş bu şuurlanışta. Düşünen insanlığı hayata bağlayacak olan maddi bir rahat değil, kendi kendini aşma, bütünleşmedir."( Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, 15. bs., İstanbul: İletişim Yay., 2009, s. 106.)

İnsan zaman ve mekanı nasıl aşar? Ya da zaman ve mekanı neden aşmalı? Önce yapacaklarımızla ilgili tahayyül yeteneğini geliştirmeliyiz. Çünkü her büyük iş önce hayalle başlar. Tahayyül dünyamızın ufku ne kadar büyükse yapacağımız iş o kadar büyük olur. Ayrıca bir şeyi başaracak olmanın hayali insanın en önemli motivasyon kaynaklarındandır. İnsanlar birlikte düşünerek, hayal ederek, ortak bir hedef belirler ve güçlü bir şekilde hedefe doğru yönelirler. Ayrıca kendini aşabilen insanlar başkalarıyla bütünleşip tevhidi oluşturabilirler. Sürekli kendi menfaat hesabını yapan toplumun bireyleri zavallı olmaya mahkûmdur.

Tarihini iyi bilen, tarihinden utanmayan, milletin aklına, irfanına ve vicdanına güvenen bir Türkiye, toplumsal muhayyilesini kendi his, hayal ve akıl dünyasından hareketle inşa edecek ve kendi gücünün farkına varacaktır. Türkiye'nin yeni toplumsal muhayyilesi, bu ülkenin gerçek potansiyellerini ortaya koyacak ve onu "parçalanmış", "mühtedi", "sığıntı", "Avrupa'nın hasta adamı", "ayrık otu", "travmatik" gibi sıfatlarla anılan bir ülke olmaktan çıkartacaktır.

Türkiye'nin travmalarından ve yersiz korkularından kurtulması, zaman ve mekân tasavvurunun derinlik kazanmasını, tarihin ve coğrafyanın normalleşmesini sağlayacaktır. Fakat her inşa çabası, "Buraya nasıl geldik?" sorusunun açık ve samimi bir şekilde tahlil edilmesine bağlıdır. Bunun için önce mevcut durumun ortaya çıkmasına neden olan tecrübeyi gözden geçirmemiz ve yakın tarihin bizi getirip bıraktığı noktaya dair sahici ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekiyor.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, sıra dışı şartlarda ve farklı öncelikler esas alınarak kuruldu. Osmanlı'nın uzun bir gerileme ve çöküş döneminden sonra tarih sahnesinden çekildiğini gören ve bu tarihî kırılmaya ve travmaya bir cevap olarak Cumhuriyet'i kuran kadrolar, vatansız, milletsiz ve devletsiz bir bekânın mümkün olmadığını görmüşlerdi. Fakat kurdukları Cumhuriyet bir kriz dönemi ideolojisine dayanıyordu. Çünkü kurmak istedikleri düzeni tesis etmek için halkın değerleriyle ve inancıyla çatışmak gerekiyordu. Krizin merkezinde imparatorluktan ulus devlete, milletten ulusa, dinî bir gelenekten seküler bir moderniteye geçişin sancıları vardı. Felsefeden bilime, sanattan sanayiye, dinden topluma insanlık tarihinin en büyük kırılmalarının yaşandığı bir dönemde ortaya çıkan Cumhuriyet'in birinci önceliği, bekâ kaygısıydı. Misak-ı Milli'nin başlangıç cümlesinde yer alan "istiklâl-i devlet ve istikbâl-i millet", devletin bağımsızlığı ile milletin geleceği arasındaki derin bağı işaret ediyordu.

17 Şubat 1920 günü kabul ve ilan edilen altı maddelik Misak-ı Milli'nin başlangıç cümlesi şöyledir: ‘’Osmanlı Meclisi Mebusan azaları, istiklâli Devlet ve İstikbâli milletin, haklı ve devamlı bir sulhe nailiyet için ihtiyar edebileceği fedakârlığın haddi azamîsini mutazammın olan esasatı atiyeye temamîi riayetle mümkünüttemin olduğunu ve esasatı mezkûr e haricinde payidar bir Osmanlı saltanat ve cemiyetinin devamı vücudu gayrı mümkün bulunduğunu kabul ve tastik eylemişlerdir.’’

Dikkat edilirse ülkenin düzlüğe çıkmasının, devletin devamının yolu saltanatı ve saltanatın oluşturduğu cemiyetleri ortadan kaldırmaktan bahsediyor. Ancak daha sonra görüldü ki sadece saltanatı değil İslam’ın temsil ettiği ya da İslam’la alakalı olan her şeyin kökü kazandı. Ülkenin ilerlemesindeki en büyük engel İslam olarak görüldü. Halkın değerleriyle sürekli çatışıldı. Tepeden inmeci ve baskıcı bir modernizm uygulandı. İneğini satarak şapka almak zorunda kalan köylünün modernleşeceği ve kalkınacağı düşünüldü. İstiklal mahkemelerinde yeni yönetimi eleştiren binlerce insan ve alim asılarak şehid edildi. 

 Cumhuriyet elitleri Osmanlı'dan geriye kalan devlet ve milletin yeni çağda ancak Avrupalılaşarak ayakta kalabileceğine inandılar ve modernleşme tarihinin en radikal, merkeziyetçi ve tepeden inmeci bir program uyguladılar. Bir "ulus yaratmak için tarihi hafızayı silmeye, coğrafyayı yeniden tanımlamaya, sosyal muhayyileyi sıfırdan kurmaya yönelik kapsamlı projeler geliştirdiler. Cumhuriyet'in ilk yıllarında ortaya atılan ve tek parti döneminde geliştirilen tarih tasavvuru, birey anlayışı, pozitivist bilimcilik ve radikal sekülarizm, çok kap-samlı bir toplum mühendisliğini de beraberinde getirdi. Bir imparatorluğu kaybetmiş olmanın yol açtığı kolektif travma ve yeni kurulan Cumhuriyet'i koruma ve kollama hissinin dayattığı guvenlik kaygısı, Türk modernleşmesinin derin travmalar yaşamasına neden oldu.

Merkeziyetçi modernleşmeyi ve etno-seküler milliyetçiliği ilke edinen toplum mühendisleri, din ve milletin yerine pozitivist bir sekülarizmi, tek boyutlu bir hümanizmi ve nüansları olmayan, dışlayıcı bir etnisizmi koydular. Tepeden inmeci modernleşme ülküsünü benimseyen kadrolar tepeden inmeci tedbirlere başvurmakla kalmadılar; aynı zamanda Osmanlı medeniyet havzasının ve geniş Anadolu coğrafyasının din ve millet kodlarını, yüzeysel ve öykünmeci bir Batı bilgisiyle yeniden inşa etmeye çalıştılar. Bürokratik hükümet, bu modernleşme projesinin başlıca aktörü haline geldi. Merkezî hükümet ve onun yerel bürokratik temsilcileri, toplumu modernleştiren ve disipline eden bir misyon üstlendiler. Bu yüzden 50'li yıllarda köye gelen bir kaymakamı gören çocukların "Kaçın, hükümet geliyor!" diye bağırmasına şaşırmamak lazım.

 

  

 

 

Yorumlar 2
Uğur Budur 30 Haziran 2025 14:10

Hocam sağolun islmda, başsız kalmanın sonuçları acı şekilde yaşıyoruz.

Mehmet 30 Haziran 2025 12:03

Aynen hükümet geldi şimdi ama kaçmıyorlar hükümeti kaçırmaya çalışıyorlar

Yazarın Diğer Yazıları