İhsan ÖZKAN

Müslüman Geçinenlere-1

İhsan ÖZKAN

Bu yazıyı Kemalistler, solcular, materyalist kafalar, dünyanın geçici nimetlerini kendine put edinenler boşuna zahmet edip okumasınlar. Bu yazımda sizi ilgilendiren bir şey yok, o yüzden zamanınızı boşa harcamayın. Sözlerim, iman iddiasında bulunan müminlere olacak. İslami çevrelerde bulunan, İslam’a hizmet etmeye çalışan, iman iddiasında bulunanlara bir kaç kelam etmek istiyorum.

Amerika, İsrail ve Batılı ülkelerin ters köşe yapılarak Türkiye’nin muazzam stratejisiyle ve uzun soluklu çalışmalarıyla Suriye’ye devlet başkanı olan Ahmet Şara’nın yoldaşı Haşim eş-Şeyh Ebu Cabir Suriye halkı özelinden ümmete sitem ettiği bir yazısı yayınlandı. Ebu Cabir şöyle söylüyor: 

‘’ 31 milyon Mısırlı merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi seçtiğinde, ben Mısır’daydım. Olayları yakından takip etmeye başladım. Daha ilk günden itibaren Mursi’nin sözde “hataları”na yönelik azgın bir eleştiri dalgası başladı. Bu hatalar; “Bismillahirrahmanirrahim” demesinden tutun da, Mısır ordusunu Sina’da harekete geçirmesine kadar uzanıyordu.

Medyanın gece gündüz dillendirdiği bu “hatalar” arasında şunlar da vardı: Bir kadın sunucu İslam’a hakaret etti; bunu da Mursi’nin hatalarına dahil ettiler. (Mursi döneminde bir sunucu İslam’a hakaret etti.) Bir Ezher şeyhi bu sunucuya cevap verdi, ona hakaret etti; bu da hata oldu. (Mursi döneminde bir şeyh bir sunucuya hakaret etti.) Sunucu şeyhe dava açtı; yine Mursi’nin hatası oldu. (Mursi döneminde bir sunucu bir şeyhe dava açtı...)

Mursi sabah namazını camide kıldığında, “Cumhurbaşkanı gece tek başına camiye gidiyor, nasıl güvenliğini riske atar!” diye yaygara kopardılar. Protokol karşılamasında yanında koruma olduğunda da “Devletin kaynaklarını kişisel koruması için kullanıyor!” dediler.

Mursi’nin “hataları” her türlü saldırının bahanesi oldu. Saldırılar sadece Mursi’nin düşmanlarından, Mübarek rejiminin kalıntılarından, Maspero topluluğundan, ya da Lamis el-Hadidi, İbrahim İsa, Amr Adib ve Tevfik Ukaşe gibilerinden gelmedi. Aynı zamanda Arap Baharı’nın özgürlük yanlısı kitlesinden ve geniş bir muhafazakâr kesimden de geldi. Bu insanlar Mursi’nin her nefesini, her duruşunu, her fısıltısını gözetliyor ve “Ben hataya sessiz kalmam, isterse dindar bir başkan olsun” bahanesiyle eleştiriyordu. “Gerçeği söylemek boynuma mal olsa da susmam” diyerek sosyal bir riyakârlığa savruldular.

Bazıları hayatında ilk defa “Zalim bir sultan karşısında hakkı söylemek” hadisini duydu ve bunu adil bir başkana uygulamaya kalktı. Mursi’yi, bakanlarını ve hükümetini eleştirmek bir alışkanlığa dönüştü. Mursi, bir yıl boyunca halka hizmet etmeye devam ederken hançerlendi durdu.

Bu süreçte Mısır Lirası değer kazandı, ekmek kalitesi (Mısır tarihinde ilk defa) iyileşti, ekonomik bir toparlanma yaşandı, Süveyş Kanalı Şirketi yeniden işler hâle geldi, temel ihtiyaç maddeleri piyasaya girdi, insanlar özgürlükten nefes almaya başladı.

Mursi halka eleştiri ve ifade özgürlüğü verdi; halk da bu özgürlüğü Mursi’ye karşı kullandı. Eleştirme hakkını verdi; onu eleştirdiler. Halkın gözünde tüm mesele, “Bir Müslüman, bir devrimci, bir entelektüel olarak görevim hata gördüğümde konuşmak, eleştirmek” oldu. O kadar ki, sokaktaki temizlik işçisinin bir hatası bile Mursi’nin hanesine yazıldı.

Çünkü İsrailoğulları’ndan bir günahkâr kadın minberde şöyle demişti: “Eğer Irak’ta bir keçi ayağını kırsa, Allah bana bunun hesabını sorar mı diye endişe ederdim” (Hz. Ömer’in sözü). Hadi o zaman biz de Mursi’ye her şeyin hesabını soralım!

Bir yılın sonunda, Mursi (bu insanların sayesinde) şeytanlaştırıldı. Halk darbeyi kabullendi, tutuklanmasını kabullendi, yargılanmasını, hapse atılmasını kabullendi.

Ve gerçekten darbe yapıldı, Mursi hapse atıldı.

Sonra... Doğu ve Batı’nın diline doladığı onca “hata”ya rağmen, Mısır yargısı onu sadece “Hamas’la iletişim” suçlamasıyla yargılayabildi.

O “hataların” yarısı yalan, uydurma; diğer yarısı önemsiz, değersiz şeylerdi. Ama hâlâ halkın gözünde bunlar “Mursi’nin feci hataları” olarak görülüyor.

Mursi hapse atıldı.

Fakirlerin bakanı hapse atıldı.

Mısır’a hizmet eden herkes hapse atıldı.

Gençler, Rabia Katliamı’nda canlı yayında katledildi, cesetlerin üzerinden dozerler geçti, camiler cesetlerle doldu.

Sonra hayatta kalanlar darağaçlarında idam edildi, korkunç işkenceler gördüler, “Biz elektriğe doymadık artık” dediler...

Ve sonunda Mursi vefat etti, Allah rahmet eylesin... Onu seçen 31 milyon insandan biri bile onu defnetmeye gelemedi!

Ama hikâye burada bitmiyor... Hikâyenin kahramanı hâlâ ortada...

O kahraman: “Mursi’nin hataları” diyen kişi...

O kahraman: “Zalim sultana karşı hakkı söylemek” diyen kişi...

O kahraman: “Söz bir sorumluluktur” diyen kişi...

O kahraman: “Söylemezsek hayır yok bizde” diyen kişi...

O kahraman: “İfade özgürlüğüm” diyen kişi...

O kahraman: “Bir devrimci, bir entelektüel, bir Müslüman, bir bilinç sahibi olarak söz hakkımı kullanmak görevimdir” diyen kişi...

Bu kahraman, askerî darbeden sonra bir tavşana dönüştü... Lağımda saklanan bir fareye...

Kahraman balığa dönüştü, mezar sessizliğine büründü.

Bugün Mısır, Mübarek döneminden daha kötü durumda. Tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Ama o kahramanın dili tutuldu.

Benekli bukalemun, “zor partisi”, İsrailoğulları'nın günahkâr kadını, “Zalim sultana karşı hakkı söylemek”ten “Veliyü’l-emre itaat edin”e dönüştü.

Ekonomik, toplumsal ve siyasi felaketler Mısır’ı sardı. Ama o kahraman gıkını çıkarmıyor.

Sorun Mursi’nin hata yapıp yapmaması değil. Sorun, bu hataların büyüklüğü değil.

Asıl felaket; birçoğunun küllenmiş bir ateşe odun taşımasıydı. O ateş bir kere tutuşunca ilk onları yaktı.

Ülke tarihinin en karanlık dönemine sürüklendi. Ağızlar susturuldu, hapishaneler inşa edildi, saraylar yükseltildi. Tüm televizyon kanalları orduya devredildi. Ordu kek üretip ayakkabı satmaya başladı. İfade özgürlüğü ise “İdam edilmeden önceki son sözünüz?”e dönüştü.

Ve bugün... Bugün bu olanların meyvesini şu şekilde topluyoruz: 100 milyon Mısırlıdan biri bile cesaret edip “Gazze halkına yemek verin” diyemiyor. Kimse onlara bir dilim ekmek göndermeye kalkışamıyor. Yoksa sonu Tora, Ebu Za‘bel veya Akrep Hapishanesi... ardından da darağacı...

Bugün... Suriye de aynı yolu izliyor.

Önümüzde iki seçenek var: Ya Tadamun Çukuru’nun ateşini söndüreceğiz ya da yakında oraya birer birer atılacağız. Amced Yusuf ve arkadaşları hâlâ dışarıda, silahları yanlarında ve çukurda hâlâ gençlerimizin kemikleri var.

Seydnaya’nın cellatları bugün Süveyda’da ve sahilde, yeniden Seydnaya’ya dönmeyi bekliyorlar. Seydnaya hâlâ bizi almaya hazır.

Bugün mesele, “hakkı söylemek” değil.

Bugün mesele, “yapıcı eleştiri” de değil.

Olayları dikkatle izleyen herkes fark ediyor ki, burada yapılan şey acımasız bir hata avcılığıdır. Eğer bunu safça kabullenir ve “Bu bir hakikatin ifadesi, şeffaflık, yapıcı eleştiri, söz sorumluluktur, hakkı söylemek farzdır...” gibi aldatıcı ifadeleri kabul edersek, bu süreç devam edecek.

Ta ki bu sözlerin arkasına gizlenmiş güzel maske düşene kadar... Ve birden gözlerimiz bağlı şekilde Tadamun Çukuru’na sürüklenip birbirimizin cesetlerinin üzerine yığıldığımızı, kurşunların vücutlarımızı delik deşik ettiğini, nefes veremeden yakıldığımızı fark edene kadar...

Sözün sorumluluğu “hakkı söylemek” değildir. Sözün sorumluluğu; hakka götüren ve sonucu hak olan sözdür.’’

Diğer yazımda bu yazı üzerinden Türkiye’de bazı İslami çevrelerin Mısırdakine benzer nasıl sığ düşündüğünden bahsedeceğim. Selam ve Dua ile 

 

Yorumlar 1
Ertan 04 Ağustos 2025 11:01

Yüreğine sağlık reis

Yazarın Diğer Yazıları