Murat SERİM

Sırra Vakıf Olmanın Sırrı Nedir?

Murat SERİM

Erzurum’da Abdülbaki Çınar Hocamızla Rufailik üzerine söyleşimize devam ediyoruz.

Büyük ilim insanlarından dedeniz kimleri zikrederdi?

‘’Hacı Mevlüd Baba İbrahim Hakkı Hazretleri’nden bahsederdi. Yazıcıoğlu’ndan bahsederdi. Hacı Halim Efendi’yi severdi. Kuddusi Baba’dan beyitler okurdu. Âşık Sümmani Baba’dan beyitler söylerdi. Tabi ki İmam-ı Azam’dan, İmam-ı Gazali’den, Hz. Mevlana’dan Seyyid Er Rufai Hazretleri, Abdülkadir Geylani’yi Hz. Resulü Zişan Efendimizin huzurunda çok serbest gördüğünü söylerdi. Seyyidin Ahmed Er Rufai’yi pür edeple anlatırdı. Kendisinin en çok sevdiği, saydığı, özendiği, benzemeye çalıştığı insan Seyyid Hacı Ahmed Baba’ydı. Şehit Yakup baba sert mizaçlı bir insanmış. Enteresan, benim babam İlhami Baba da sert mizaçlı bir insandır. Ben Hacı Mevlüd Baba’ya duyduğum saygıyı, sevgiyi, muhabbeti başka hiçbir insana duymadım, duyamadım. Onun yerine hiçbir sevgiyi, sevgiliyi koyamadım.’’

Anladım hocam. Allah muhabbetinizi daim eylesin. Rabbim cennette buluşmayı nasip eylesin. 

‘’İnşallah. Mesela cennette diyorum: Ya Rabbi! Bu Osmanlı Sultanlarımız dini mübin-i İslam’a şöyle bir yılan gibi sürünerek onların ayağını öpmeyi, işte o çihari yâr-i güzin efendimizi, sadat-ı Rufai’nin büyüğü olan Hz Ali Efendimizi, Kerbela şehidi Hz. Hüseyin Efendimizi, onun evlatlarını, onları görmek bile en büyük bir nimet.’’

Dua niyetinde olsun hocam. Âmin diyelim.

‘’İnşallah, cümlemize. Kabe-i Muazzama’yı nasıl ki o mukaddes mekana gidip, izleyip, orda hikmetler görüyorsa, onun ete kemiğe bürünmüş hâli olarak Resulullah’ı ve Resullullah’ın birinci derecede evlatlarını da böyle düşünüyoruz.’’

Bazı tarikat büyüklerinin veya velilerin sırra vâkıf olması nedir? Bu, kişilere nasıl yansımaktadır? 

‘’O insanlar kanaat ediyorum ki ben mesela şu anda Bağdat’ta Nakibül Eşrafı Seyyi Sabah Hazretleri var. Yaşadığımız asırda büyük bir âlim, büyük bir evliyaullah, onu tanıdım. Kartal bakışlı bir insan. Hacı Mevlüd Baba’da da görürdüm. Allah dostlarında da görürdüm. Yani Allah’ın gayb âlemine şu iki kaşının arasını tutar, dalar, olup bitecek olayların dahi sırrını bilirdi. Yani onlara gösterilirdi. O hikmeti anlardım ve derin saygı duyardık onlara. Kanaat ediyorum ki rabıta yapıldığında bu manada, tefekkür yapıldığında bu manada, istihare istişare yapıldığında onlar herhangi bir iş yapacağı zaman, biriyle evlenileceği zaman, birisine rey verileceği zaman zat-ı âlileri derdi: Biz falana oyumuzu vereceğiz ama filan kazanacak. Yani onlar öyle bir gönül ehliydi. Biz hadiseleri akıl, gidişat üzerinden değerlendirirken onlar gönül gözü üzerinden görür ve değerlendirirlerdi.’’

Metafizik dışı bu haberlerin kaynağı nelerdir hocam?

‘’Bu, Allah’ın ledünni ilmi. Hz. Allah’ın latif, gayb aynasından o perdenin kaldırılarak Allah dostlarının gönlüne düşen akisleridir. Burdan şunu anlatayım: Muhammed Serrezi isimli bir zat anlatılır Hz. Mevlana’nın mesnevisinde. Diyor ki Muhammed Serrezi: Dağa çıktı hatiften gelen bir emir üzerine. Otlar yiyerek tüm vücudu yemyeşil oldu. Bir gün dedi ki: ‘Ey sevgili! Vuslat ne zaman? Sana kavuşmak ne zaman?’ Hatiften gayb arkasından ona bir ses geldi. Dedi ki: ‘Henüz çilen dolmadı. O zaman ben bu beden kafesini kırar da ruh kuşunu kafesten uçururum ve kendisini bir uçurumdan attı.’ Hz. Mevlanamız öyle buyuruyor. Orda denildi ki:
‘Takdir-i Hüda kuvveti bin bâzu ile döndürülemez. 
Bu şema Hak yandıra bin bad ile söndürülemez.’                                                                                          
Takdir-i Hüda kuvveti ki bin bazu ile döndürülemez. Bir hak şem’a yaka ki bin bâzu ile söndürülemez. Allah’ın takdir ettiği kuvvetin yönü kuzeye gidiyorsa onu pazusu kuvvetli bin kişi gelse dahi güneye döndüremez. Allah bir ışık yakarsa kalpte binlerce yel esse de sönmez. Yani kandil ışığı için rüzgar tesirdir ama ay ışığına rüzgardan ne gam. Ay’a ne kadar rüzgar eserse essin, söner mi? Dolaysıyla ona artık vaden doldu git, bir halı üzerine otur, birden bine kadar gelen insanların ihtiyacını elini sok ve o halının altından gör. Gelen insandan diyelim ki Abdülbaki Çınar’ın ihtiyacı 375 lira. Onu çıkarıp veriyor. Murat Serim Bey’in ihtiyacı 550 lira. Onu çıkarıyor. Soruyorlar, diyorlar ki: Sen bunu nasıl biliyorsun? Diyor ki Hazret: Ben diyor kalbimde ne varsa sildim, çıkardım. Bir ağacın suya düşen aksi gibi gelen insanın neyle geldiği bana görünüyor. Görününce onu alıp veriyorum. İnsana düşen o ağacın aksinin su üzerindeki çerini çöpünü gıllı gışını çıkarıp temizlemek, temizleyince Hz. Allah gönül aynana hikmeti düşürüyor. Ordan başlıyorlar söylemeye. Allah’ın velileri de öyle. Hz. Allah’ın velileri Allah’ın ilim sıfatından aldığı tecelliyle gönüllerine akseden… Onlar ödül almak, birinci olmak, başarılı olmak, fark edilmek, hissedilmek amacıyla konuşan veya yazan insanlar değil. Onlar Hz. Allah’ın gayb aynasından gönüllerine düşen hikmeti yine emrolunduğu gibi bizim gibi insanların irşadına, faydasına, hayrına olacak şekilde kullanan büyük Allah dostlarıdır. Dikkat buyur. Tasavvuf bir de tasarruf âleminden bahsediyoruz. Tasarruf âlemi ise Hz. Allah duası yüzü suyu hürmetine birçok dertlere deva kıldığı نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ Nahnu evliyaukum fil hayatid dunya ve fil ahireh, ve lekum fiha ma teştehi enfusukum ve lekum fiha ma teddeun. Fussilat suresi 31. Ayet-i kerime. Biz diyor, en samimi kullarımız velilerimizdir. Onların iştahları neyi çekerse, onların arzuları neyi isterse. Onun için İstanbul’da Eba Eyüp Ensari Hazretlerinin, Ankara’da Hacı Bayram Veli’nin, Erzurum’da Abdurrahman Gazi Hazretlerinin, Seyyid Hacı Mevlüd Baba’nın, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın türbesine gider dua ederiz. Duada isteğimizi Rabbimizden ister, Resulümüzü sever, o türbedeki zatlara da muhabbet duyarız. Birtakım art niyetli insanların dediği gibi hâşâ biz türbeden istemeyiz. Türbedekinden de istemeyiz. İsteğimizi Allah’tan isteriz.’’

Türbedekinden veya türbeden medet umanlar yok mu hocam?

‘’O hata bilgi eksikliği ve hatadan kaynaklanır. Onlardan medet umulmaz, hâşâ. Küfür olur öyle olursa.’’

Şirktir.

‘’Şöyle deriz: Rabbimiz! Eba El Ensari Hazretleri Hazreti Resulü Zişan Efendimize yarenlik etmiş büyük bir sahabedir. Muhakkak ki senin indinde hüsn-ü zan ederiz ki büyük bir itibar sahibidir. O zat-ı muhteremin yüzü suyu hürmetine, azametin hakkı hürmetine derdimizin devasını, hastamızın şifasını bizlere nasip eyle diye dua ederiz. Duayı Allah’a yaparız.’’

Burda itiraz edilen nokta yüzü suyu hürmetine kavramı. Direkt onun hürmetine istenebilir, direkt Allah’tan istenmesi gerektiği söyleniyor.  

‘’Şöyle: Allah nezdinde onların bir itibarı var. Onu kastediyoruz. Mesela biz kanser hastası olduğumda modern tıpta hazık doktora tâbi oldum. Tabakat-ı sufiyelerden okumuştum ki yeşil otlarda iki rekat namaz kıldım. Sessiz çığlıklar içerisinde ağlayarak dedim ki: Rabbim! Eğer ki  emr-i hak vâki olacaksa benim ölümümü kolaylaştır. Sabrımız ziyadeleştir. Ölümün zor olduğunu işitiyoruz. Yok eğer yaşamam mukadderse sen bilirsin, ben bilemem azametin hakkı hürmetine peygamberler ve benim peygamberim kitapların ve benim kitabım Hz. Kur’an hakkı hürmetine yeryüzündeki âşıkların, şehitlerin, velilerin hakkı hürmetine şu toprağın altındaki nebatat, ağaçlar dallarındaki yapraklar haşerat hakkı hürmetine senin kahhar ismin var. Onunla vücudumdaki habis hücreleri kahru perişan eyle. Elhamdülillah gittik, bir muayene olduk ki vücudumuzdaki tüm habis hücreler temizlenmiş.’’

Elhamdülillah.

‘’Tabakat-ı sufiyelerden, evliyalardan biz bu dilekçeyi öğrendik. Yüzümüzü gözümüzü otlara sürdük. Ey Rabbimin nebatları! Benim için de arz ve niyaz edin. Sözümüze itibar edenlere de böyle dilekçe sunmayı öğretiyoruz. Tavsiye ediyoruz.’’

19. bölüm sonu
 

Yazarın Diğer Yazıları