Murat SOYTÜRK

Kur'an Işığında Allah Tasavvurumuz-9

Murat SOYTÜRK

Allah El-Vekil’dir. 
Sözlükte “İşinin görülmesini başkasına havale etmek” anlamındaki “vekl”  kökünden türeyen vekîl “işin havale edildiği kimse” demektir. Terim olarak “Bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” mânasına gelir.

Tevekkül kelimesi de vekil sözcüğünden türetilmiştir. Dinimizde önemli bir kavram olan tevekkül, kulun muradını gerçekleştirmek için elinden geleni yapması, işin seyrini ve sonucunu ise Allah'ın takdirine bırakması demektir. 

Avukatlık özel bir vekalet ilişkisidir. Bu sebeple avukat tarafından temsil edilen kişiye genel olarak, “birini vekil kılan kişi” manasına gelen “müvekkil” denmektedir. 

Vekaletname yetkisine sahip olan birey, vekil tayin eden birey için resmi kurumlarda işlem yapabilme hakkına sahiptir. Bir diğer ifadeyle vekaletname, bir kişinin yapılacak işlemler için başka bir kişiye vermiş olduğu yazılı ve resmi belgedir.
Bu anlamda Vekîl; işlerini kendisine bırakanların işlerini en mükemmel bir şekilde yapan; kendisine güvenilip dayanılan demektir.

Kur’an-ı Kerim ayetleri ışığında El-Kerim ismine bakacak olursak ;
Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, artık ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler ancak Allah’a güvenip dayansınlar. (Al-i İmran, 3/160)

O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. O halde yalnız O’nu vekil tut. (Müzzemmil Suresi: 9. ayet)

Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. (Talâk Suresi 2 ve 3. ayetler )
Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter. (Ahzab suresi: 3.ayet)

Hazreti Ömer(r. a) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular; “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” (Tirmizi, Zühd, 33;  İbn Mace, Zühd, 14) 

Hayvanlar aleminde, düşünen ve ibret almak isteyenler için muhteşem örnekler vardır. Peygamberimiz, kuşlar üzerinden biz ümmeti  için rızık konusunda nasıl hareket edeceğimizi  çok güzel anlatmış . Rızık Allah’tandır. Allah kullarının rızkına kefildir gibi söylemler  bir inancı ifade etmekle beraber  aynı zamanda  Allah’a kayıtsız şartsız tevekkülü de ifade etmektedir. Kuşlar gibi  rızkımızı temin için harekete geçmeyi de anlatır. 

Maalesef üzülerek belirtmeliyim ki toplum olarak  çalışarak, üreterek, alın teri dökerek rızkımızı kazanmaktan; yan gelip yatarak, tembel tembel oturarak, başkaları üzerinden geçinerek,başta faiz, tefecilik şans oyunları, kumar vb. yollarla rızkımızı helal olmayan yollardan temin etmeye başladık. Oysa Allah rızkımıza kefildi. 


Nasıl ki Allah kullarına vekilse, kullar da birbirine vekildir. Ancak kulların birbirine vekaleti geçici bir vekilliktir ve emanet üzerine kuruludur. Hayata emanet bilinci ile bakanlar için üzerinize aldığınız emanetin vekaletini sorumluluk duygusu içinde taşımak gerekir. Çocukların vekaletini üstlenen ebeveyn,şehrin vekaletini üstlenen vali, seçmenin vekaletini üstlenen milletvekili, ülkenin vekaletini üstlenen cumhurbaşkanı bu vekaletin sorumluluğu içinde emaneti taşıması gerekir. Herkes içinde bulunduğu vazifenin sorumluluğunu geçici bir vekil sorumluluğu içinde sürdürmelidir. Bu sorumluluğu taşırken, güvenilir olma vasfını kaybetmeden Allah’a tevekkül etmeli, Allah’tan yardım dilemelidir. 

Abdullah İbni Abbas (r.a) diyor ki: “Hasbünallah ve nî’mel vekîl” sözünü, Hz. İbrahim aleyhisselâm ateşe atılırken söylemişti. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem (ve ashabı da)  “İnsanlar (müşrikler) size karşı ordular topladılar, onlardan korkun denildiğinde, bu onların îmanını daha da arttırdı ve “Hasbünallahü ve nî’mel vekîl” (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir)  dediler.

Bugün Gazzeli kardeşlerimizin gösterdiği mücadele ve Allah’a olan tevekkül duruşları bütün İslam aleminin örnek alması gereken bir duruştur. Başta rızık endişesi olmak üzere başka saiklerle hareket eden halkı müslüman olan ülkelerin liderleri  üzülerek belirtmeliyim ki vekaleti başka yerlerde aramaktadır. 

Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.(Bakara 155)

İnsan, yaşama ve geleceğe dair endişe ve korkularla yaşar. Ne olacağım, ailem nasıl bir hayat sürecek, çocuklarımın işi ne olacak, aç – açıkta kalacak mıyım, elde ettiğim malım mülküm yok olacak mı gibi endişeleri kontrol altına almanın yolu ancak El-Vekil olan Allah’a mutlak manada tevekkülle aşılabilir. Hayat bizim elimizde değil ki, hayatın elimizden çıkmasına üzülelim. Bütün bunların sahibi ben değilim ki yok olmasına üzüleyim. Öncelikle hayata bakış açımızı mü’mince tekrar gözden geçirmeliyiz. 

İmam Gazali’ye göre tevekkül, bütün dünya bir araya gelip  engellemeye çalışsa bile  Allah’ın senin için takdir ettiği şeyin  sana ulaşacağına, bütün dünya bir araya gelip sana yardıma çalışsa bile  Allah’ın  senin için takdir etmediği  bir şeyin sana ulaşmayacağına  inanmandır. 

Günün birinde Peygamberimizin  yanına bir bedevî  gelir. Peygamberimiz ” Deveni ne yaptın? ” buyurduğunda ise köylü; ” Allah’a tevekkül edip, kendi haline bıraktım!” dediğinde, Allah Rasulu “Bağla ve sonra tevekkül et!” buyurmuşlardır.

Burada tevekkül tembellikle, ihmalkarlıkla, umursamamazlıkla karıştırılmamalıdır. Tevekkül bir işe karar verip teşebbüs ettiğinde, hayırlı bir sonuç için kulun Allah’a dua etmesi ve O’na güvenmesidir. Çünkü başlanılan işin sonucunun nasıl geleceği, hayırlı mı, şerli mi olacağını önceden kestirmek mümkün değildir. Öyleyse kula gereken, bütün tedbirlerini aldıktan ve yapması gerekenleri yaptıktan sonra, sonucun hayırlı gelmesi hususunda Allah’a başvurmak ve dayanmaktır. 

Nitekim Mehmet Akif:
 “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol; Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” derken aslında  Allah’a nasıl tevekkül edileceğinin yolunu göstermiş.

Tevekkül, bilgi ve çalışma ile birlikte olmalıdır. Öğrenme ve çalışma zahmetine katlanmadan tevekkül etmek tembellikten başka bir şey değildir. Tevekkül kulun, kulluk bilincinde olması ve yegâne vekîl olarak Allah’ı bilmesidir.

Biz bu kitabı sana hak olarak indirdik. Kim bu kitaba uyarsa kendi yararına, kim de bundan saparsa kendi zararınadır. Sen onların üzerine bir vekîl değilsin.
(Zümer 41)

De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak kitap geldi. Kim bu kitaba uyarsa kendi lehine hareket etmiş olur. Kimde saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinize bir vekîl değilim.(Yunus 108)

Hakk ile bâtıl, iyilik ile kötülük birbirinden ayrılmıştır. Dileyen bu iki yoldan birisini seçmekte özgürdür. Bu konuda dinde zorlama kesinlikle yoktur. Hak yol, gerçeğin ve hakikatın yoludur. Bâtıl yol, yalanın ve sahtekarlığın yoludur. Bu anlamda peygamberler hak bir davanın gerçek birer mümessilidirler. 

Hz. Peygamber’in vekîl olmadığını beyan eden ayet-i kerimeler, genel olarak risâlet görevini yerine getirirken zorlayıcı olmaması gerektiği anlamı ile bilinmektedir.

Dolayısıyla bir müminin  İslam'ı tebliğ ederken insanları zorlaması asla tasvip edilen bir davranış değildir. Allah'ın bizden istemediği bir şeyi insanlara dayatmak, peygamberimizin hayatında uygulamadığı bir metodu insanlara kabul ettirmek için baskı yapmak İslam'ın ruhuna aykırıdır. Barışı, esenliği, merhameti, adaleti emreden bir dinin ve müntesiplerinin bu ilkelere aykırı hareket etmesi mümkün değildir. İslam gönüllere girmeden, kalpler ısındırılmadan, yüreklere dokunulmadan girilen bütün kapılar ya yüzümüze kapatılacak ya da icbarın etkisiyle muhatabımız sûreti haktan görünecektir. Baskı ve zorlama sonucu insanlar ya inkarla ya da münafıkça tavırlar geliştirecek. İki yüzlü insanların çoğaldığı, Allah'a iman edenlerin sayısının arttığı ama Allah’a güvenin ve teslimiyetin azaldığı bir toplumun  ifsadı da hızlı olacaktır. 

Sen onlar üzerinde bekçi değilsin, vekil değilsin diyen bütün ayetleri  bu manada anlamak gerekir. 

Sözün özü bir müslüman Allah’ı mutlak manada kendisine vekil kılarak tam bir teslimiyet içerisinde olur. Allah'a olan teslimiyeti, tedbirler almasına engel değildir. Teslimiyet tedbirsizlik değil, tevekkül üzerine olmaktır. Tevekkül üzere olan bir kalp, mutmain olmuş bir kalptir.

Mutmain olmuş bir kalbe ise Allah’ın vaadi haktır.

Ve o gün, Allah, cennetlik olan mü’min kimseye hitaben şöyle buyurur:) “Ey mutmain olan nefis! Sen O’ndan (Allah’ın verdiği bütün mükâfatlardan) razı, O da senden razı olarak Rabbine (O’nun manevi huzuruna) dön. (Razı olduğum sâlih) kullarımın arasına katıl ve gir cennetime.
(Fecr 27-30)

Rabbim, kendisinden başkasını vekil kılmadan  tevekkül üzere yaşamayı, razı olacak bir hayatla son nefesimizi vermeyi ve razı olduğu kulları arasına girip cennetine  kavuşmayı nasib etsin... 

Yazarın Diğer Yazıları