Geçen yazımızda Hz. Peygamberin Kur’an ışığında görev ve sorumlulukları ile birlikte bazı sıfatlarını tanımaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Hz. Peygamberin risalet görevinin hangi alanları kapsadığı konusuna Kur’an ayetleri ışığında bakmaya çalışacağız.
Yakın akrabanı da uyar. (Şu’arâ 214)
Peygamberimiz bir gün Safâ tepesine çıkıp, “Ey insanlar (Ey Hâşim ve Abdulmuttalip oğulları) sabah oldu uyanın!” diye seslenmişti. Kureyş oraya toplanıp, “Ne oldu, neyin var?” deyince Nebi(as), “Size şu tepenin arkasından bir atlı grubunun saldıracağını söylesem, bana inanır mısınız?” diye sormuş, onlar da, “Evet, biz senden şimdiye kadar doğrudan başka bir şey duymadık” cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz “Öyleyse ben, sizi önünüzde bulunan şiddetli bir azap ile uyarıyorum.” Deyince peygamberimizin amcası Ebu Leheb, “Yazıklar olsun sana, bizi bunun için mi topladın?” deyip kalkıp gitmişti. Bu olay üzerine Mesed sûresi nazil olmuştu.
Kişinin kendisinden başlayarak yavaş yavaş toplumsal davete geçiş aşamasının ilk basamağı yakın çevresi gelmektedir. Yakın çevre kan bağı ile ilgili bir kavram olmakla birlikte içinde bulunduğu ortamı da ifade etmektedir. Dolayısıyla kişinin kendisine en yakın olanlar onu en iyi tanıyan kişilerdir.
Ayette geçen “yakın akraba” tamlaması risaletin ırkî yönünü ifade etmekle beraber, müslümanların yaşadığı her coğrafyada üzerlerine düşen bir sorumluluk olması nedeniyle de evrensel bir vazifedir.
Bu Kur’an, ataları uyarılmış, buna rağmen gaflette kalmış bir toplumu uyarman için indirilmişir. (Yasin 6)
Bu ayet, Hz. Peygamberin sadece kendi yakınlarını değil aynı zamanda kendi kavmini de uyarması anlamına gelmektedir.
Halka biraz daha genişletilerek içinde yaşadığı topluma karşı da vazifeleri olduğu ifade edilmektedir. Yüce Allah değişik ayetlerde hiçbir ümmeti peygambersiz bırakmadığını bildirmektedir. Hatta aynı anda bir topluma birden fazla peygamber de göndermektedir. Allah dinini kemale erdirmiş, risalet zincirinin son temsilcisi Hz. Muhammed(as) ile peygamberlik kurumu sona erdirilmiştir.
Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.(İsrâ 15)
Bu Kur’an, ümmül kura (Mekke’yi) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı bereket kaynağı bir kitaptır. (En’am 92)
Yüce Allah, Hz. Peygambere hem doğup büyüdüğü Mekke’yi hem de çevresini uyarma görevini kendisine verdiğini bildirmektedir. Ayette geçen şehirlerin anası diye ifade edilen belde Mekke’den kasıt orada yaşayan Mekkelilerdir. Dolayısıyla görev ve misyonun, kullanılan dilin birisi yerel diğeri evrensel olmak üzere iki yönünün olduğu unutulmamalıdır.
Yüce Allah, Hz. Peygamberi sadece yakın akrabalarını, sadece kendi kavmini, sadece ümmilere (Mekkelilere) değil sonraki nesilleri uyarması için de göndermiştir.
Henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalarına da (elçi gönderilmiştir). O üstündür, her işi hikmetlidir.(Cuma 3)
Nihayet Rabbimiz Hz. Peygamberi bütün insanlar için Rasûl olarak gönderdiğini ifade etmektedir.
Seni insanlara elçi olarak gönderdik. (Nisa 79)
Yukarıdaki ayetlere aşama aşama baktığımızda Hz. Peygamberin risalet alanının yerelden evrenselliğe taşındığını görmekteyiz. Dolayısıyla peygamberimizin alemlere rahmet olarak gönderilmesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamberin vahiy ile insanları çıkarmak istediği yol karanlıklardan aydınlığa çıkarmak istediği yoldur. Her şeye galip ve övgüye layık olanın yoluna davet, davetin temel özelliklerindendir. Nahl 125.ayette geçen “Rabbinin yoluna” ifadesi davetin kime ve neye yapılması gerektiğini beyan etmektedir. Hiç bir din mensubu muhataplarını kendilerine, cemaatlerine, tarikatlarına, mezheplerine, meşreplerine, gruplarına, camialarına vb. çağırmamalıdırlar.
Çoğunluk hakikatin ölçüsü değildir. Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yoktur. Kur’an’ı Kerîm’de kemiyet değil, keyfiyet övülmüştür. Hz. İbrahim’in “tek başına bir ümmet” olarak tanıtılması azınlık psikolojisi ile hareket edilmemesi gerektiğini öğretmektedir.
O (elçi) kendilerine (Allah’ın) ayetlerini tilavet etmekte (okuyup aktarmakta), onları kötülüklerden arındırmakta, kendilerine Kitap ve hikmeti öğretmektedir.(Al-i İmran 164)
Yüce Rabbimiz, Hz. Peygamberin en temelde üç görevinin olduğuna dikkat çekmektedir.
Birincisi, Allah’ın ayetlerini tilavet etmektedir. Tilavet etmek bilinen anlamda seslendirmek ve okumak değil, aktarmak, hayata taşımak, ayetlerin hikmetleri üzerinde derince tefekkür etmek gibi anlamlara gelmektedir.
Hz. Peygamberin ayetleri tilavet etmesi başta insanları her türlü şirk ve küfürden, çeşitli inanç ve uygulama bozukluklarından kurtarmaktır.
İkinci görevi onları (kötülüklerden) arındırmaktır.
Üçüncü görevi, onlara kitap ve hikmeti öğretmektir.
Hikmeti, kitaptan bağımsız olarak düşünmek doğru değildir. Hikmet, kitabın hayata taşınmasıdır.
Sonuç olarak Allah Rasulü’nden hayatımıza taşımamız gereken en önemli görevlerden birisi en yakınımızdan başlayarak bütün insanlığa hak ve hakikati hikmetle tebliğ gibi bir vazifemiz vardır. Gelinen noktada içinde bulunduğumuz çağın şartları gereği en güzel davetin yaşayarak ve örnek olarak yapıldığına şahit olmaktayız. Dillerimizden dökülen güzel sözler yavaş yavaş anlamını yitirmektedir. İman ile ameller arasındaki uçurum hızlanarak artmaktadır. İbadetlerin en faziletlisi az da olsa devamlı olanıdır. Rabbimden duam odur ki ayaklarımızı kendi yolunda sabit kılsın ve ölüm gelinceye kadar kulluk bilincinden bizi mahrum etmesin.