Bir tarafta Tanrı Dağı’nın gölgesinde üşüyen bir millet, diğer tarafta Akdeniz’in kıyısında yanıp küle dönen bir halk…
İsimleri farklı, dilleri ayrı ama kaderleri aynı: Doğu Türkistan ve Filistin.
İki coğrafya, iki mazlum diyar… Aynı zulmün farklı dillerde, aynı sessizliğin farklı şehirlerde yankılanan hikâyesi.
Doğu Türkistan’da sabah ezanı bile fısıltıyla okunur; çünkü sesin bile özgür olması yasaktır. İnsanlar kimliklerinden ötürü suçlu, inançlarından ötürü hedef, dillerinden ötürü susturulmuştur. Bir çocuğun Kur’an öğrenmesi suç, bir annenin duası “tehdit” sayılır.
Ama o anneler, her şeye rağmen dua etmeye devam eder — çünkü inanç, yasakla susturulamaz.
Gazze’de ise dua, bombaların gürültüsüne karışır.
Zeytin ağaçlarının kökleri taşa sarılmış, gökyüzü ise kül rengine dönmüştür. Evler yıkılır, çocuklar kundakta ölür, babalar ellerinde bir anahtarla “bir gün döneceğiz” der. Filistin’in kalbi Kudüs’te atar ama nabzı dünyadaki her vicdanlı insanın yüreğinde hissedilir.
Her iki halk da, aynı adaletsiz dünyanın kurbanı.
Biri Çin’in demir yumruğunda ezilir, diğeri Siyonist tankların paletleri altında.
Ve ne acıdır ki, dünya bu iki çığlığı da duyar — ama duymamış gibi yapar.
Televizyonlarda istatistik, sosyal medyada kısa bir başlık olur hepsi…
Oysa bu iki coğrafya, insanlığın suskunluğunun aynasıdır.
Doğu Türkistan’ın ayazı ile Gazze’nin sıcağı birleştiğinde, ortaya tek bir gerçek çıkar:
Zulüm, insanlığın utancıdır.
Din, dil, ırk fark etmeden, zalimin elinden çıkan her mermi, aynı kalbi hedef alır: masumun kalbini.
Ama tarih, zulmün değil direnişin hikâyesini yazar.
Bir gün Tanrı Dağı’ndan esen rüzgâr, Gazze’nin kıyısında özgürlük türküsüne dönüşecektir.
Bir gün, Doğu Türkistan’da yeniden ezanlar yankılanacak; Kudüs’te çocuklar korkmadan oynayacaktır.
Çünkü mazlumun duası gecikir ama reddedilmez.
Bugün sessiz kalan dünya, yarın bu iki halkın sabrını konuşacak.
Doğu Türkistan’ın göğüyle Filistin’in toprağı, aynı dualarda buluşacak.
Ve o gün geldiğinde insanlık yeniden doğacak;
Tanrı Dağı’ndan Gazze’ye uzanan o yolda, barışın rüzgârı hepimizi aynı gökyüzü altında birleştirecek.
Kaleme almış olduğum şiirimi de paylaşmak istiyorum;
Tanrı Dağı’ndan eser bir yel, tuzlu denizden çıkar gelir,
Ah ki Uygur kızı Ülkü'm, o narin yürekleri kim bilir?
Yurdunda sönmüş ocaklar, gök mavisi dönmüş mateme,
Ağıt düşmüş ipek yola, esir olmuş sessizliğe, kedere.
Doğu Türkistan’ın kışı çetin, kemik donduran ayazı,
Kapanan her bir kapıyla yayılan derin sızı.
Gözlerdeki Lale motifi, solgun bir umut taşır,
Bin yıllık destan susmuş, her bir fısıltı yorgunlaşır.
Akdeniz’in kıyısında, başka bir yara kanar durur,
Bir zeytin ağacı altında, Filistinli Ömer durur.
Kökleri taşa sarılmış, toprağı ferman dinlemez,
Kudüs’ün taş duvarında, Siyonist sözü inlemez.
Gazze’de her bir bebek, kundakta ölür, yaşayamaz,
Babalar elinde anahtar, yuvasına kavuşamaz.
Hüzündür bu iki halkın gönlünde vuran ince tel,
Zulüm aynı elden gelir, kaderi dokuyan aynı el.
Ne zaman göçmen kuşu gitse Tanrı Dağı’ndan,
Bir selam götürür hemen, Gazze’ye, yanan canından.
Der ki: "Ey Zeytin Ağacı! Kökün bizimle bir,
Senin yeşilin solmasın, bizim göğümüz, baharımız bir.
Bir yanda gök rengi hasret, bir yanda yeşil sebat,
İki coğrafya tek yürek, dillerde adalet figân-ı feryat.
Zulüm bu iki vatanda doğar, zafer yakındır inşallah,
Bitmez denen kış biter, bekleneni bekleyene kavuşturur Allah.