Zaman, insana sadece saatlerin tik takıyla değil, gönlün en derin yerinde bıraktığı izlerle kendini hissettirir. Her yeni yıl, her yeni gün, aslında ömür dediğimiz heybeden eksilen bir nefes, bir adım, bir anıdır. Takvimler değişir, yaş hanesine bir sayı daha eklenir, ama eksilen şey insanın ta kendisidir. Her gelen sene bir perde gibi iner yüzlerimizden; dostluklar seyrelir, hatıralar çoğalır, hayatın gerçeği ise daha çıplak bir şekilde karşımıza çıkar.
Bugün dönüp baktığımızda, belki yılları değil ama ömrümüzü harcadığımızı daha iyi anlıyoruz. İnsan çoğu kez başkasında kendini arar, ama bulamayacağını bile bile o arayıştan vazgeçmez. Bu, varlığın en derin çelişkilerinden biridir. Çünkü insan kendine bakmaktan çok başkasının gözünde bir suret, bir anlam arar. Oysa hakikati bulmak için gereken, vicdanın aynasına bakabilmektir.
Zaman geçtikçe kelimeler de yorulur. Sözler, gönülleri onarmak yerine kırar, yorar ve kabre koyar. Hazan yağmuru gibi yağar acılar; damla damla birikir, sel olup sürükler insanı. Her yıl yollar uzar, yük ağırlaşır, insanın gölgesi bile kendisine düşman gibi uzar gider. Yine de insan, biteceğini bile bile sürdürür bu yolculuğu.
Ama işte burada en büyük gerçek devreye girer: Ölüm. İnsan ne kadar kaçar, ne kadar ötelemeye çalışırsa çalışsın, hayatın nihai noktası ölümdür. Bu hakikat acıdır, ama aynı zamanda ilahî bir emirdir. Çünkü her varlık için takdir edilen süre bellidir ve Allah’ın hükmü dışında kimse kendi ömrüne bir an dahi ekleyemez.
Asıl mesele şudur ki, sene seneyi aratmaz; insan hep kendini arar. Ve bulsa da bulmasa da, her adımda vicdanen sorar: Soframdan bir kulun hakkı geçti mi? Kalbimden bir masumun duası eksildi mi? Çünkü öyle bir Hüda vardır ki, karıncanın bile feryadını işitir.
İşte bu satırlar, zamanın acımasız akışına, dostlukların solmasına, hakikatin kaçınılmazlığına dair bir iç döküş, bir vicdan muhasebesidir. Belki de en çok ihtiyacımız olan, takvim yapraklarının ardına saklanmak değil; yüzleşmektir, hem kendimizle hem de yaradan ile.
Kaleme almış olduğum dizelerimi de siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum;
Her gelen sene, bir perde indirip gider yüzlerden,
Eksilir nefes soluk soluk ömür denilen heybeden,
Takvimde günler değişir, nüfusta yaş, bitense insan,
Her mevsim güze döner, dostlar düşer gözlerden.
Yorgun sözler vurur da yıkar, gönül koyulur kabire,
Yağınca hazan yağmuru, damla damla sele döner habire,
Yollar uzar, yıllar geçer, insanın gölgesi kendine düşer,
Başkasında arar kendini, bulamayacağını bile bile.
Yılları değil de ömrünü harcar insan bana inan,
Derdin varsa tek sensindir derdine içten yanan,
Kim bilir kimsin, kimine göre nesin, belki varlığın yara.
Bir varmış bir yokmuş, ölüm acı bir gerçek, emir Allah'tan.
Sene seneyi aratmaz esasen insan hep kendini arar,
Bilir cevabını da yine de vicdanen her an sorar,
Sofranda bulunmuşsa bir kulun hakkı eyvah ki eyvah!
Öyle bir Hüda ki, karıncanın feryadını bile duyar.