Nihat KURTOĞLU

İSLAMİ YÖNETİMİN TARİHSEL ARKA PLANI VE BİREYSEL SORUMLULUKLARIMIZ

Nihat KURTOĞLU

Müslüman toplumların tekamül sürecinde etkisi çok fazla olan ve de olması gereken bazı kişi, kurum ve meslekler vardır. Bunların başında din bilginleri(islam uleması),yöneticiler(umera) ve siyasetçiler gelmektedir. İslam bilginleri ve de (resmi veya gayri resmi) din görevlileri(din adamı değil; islamda böyle bir sınıf yoktur.) toplum nazarında islamın temsilcileridir. Devlet adamı ve siyasiler de tomlumu temsilen yönetirler. Yani ulema hakkın temsilcileri, siyasiler ve yöneticiler de halkın temsilcileridir. Kanaatimizce hakkın ve halkın temsilcileri olan bu kesimler İslami ve insani değerleri birlikte yüklenmesi gereken en  önde gelen toplum kesimlerindendir. Aslında umera(yöneticiler)nın da hem ulema hem de umeralık vasıflarına haiz olarak yetiştirilmeleri elzemdir.
İlk dört halife(hulefa-i raşidin) dönemlerinde gördüğümüz insani ve İslami tekamülü ne yazık ki sonraki dönemlerde mumla arar hale geldik. Daha Allahın son elçisi hayatta iken: “Benden sonra halifelik 30 küsür yıldır. Sonra ısırıcı melikler(halife değil,sultan veya krallar) zuhur eder.” Anlamına gelen sözleri de ayrıca mucizevi bir durum değil midir?
İslam’ın ve ümmetin en ideal ve örnek zamanları olan Asr-ı Saadet ve dört halife dönemlerinde devlet başkanı namzetlerine biat(erkeklerde bağlılığını el sıkarak bildirme) şeklinde gerçekleşen seçime dayalı yönetim biçimi Sıffin ve Cemel olayları gibi yönetimi ve otoriteyi gayri meşru yollardan ele geçirme girişimleriyle yara almış ve sonraki dönemlerde çoğunlukla babadan oğula geçen hanedanlıklar biçiminde zuhur etmiş ve günümüze kadar süregelmiştir. O zamandan beri seçim sistemine dayalı iktidarlara islam dünyası hasret yaşamıştır. Seçim sisteminin kalkması Suriye ve Mısır’da olduğu gibi zulüm ve zorbalıkların başlaması anlamına gelmektedir. Efendimizin de ısırıcı melikler diye tavsif ettiği zulüm dönemleri İslam coğrafyasında o zamandan beri devam edegelmiştir.
Hanedanlık gibi ciddi bir yanılgı, hak ve adaletten  sapma dönemlerinde bile Harun Reşid, Ömer b. Abdülaziz gibi hak ve hakikati yakalamaya çalışan istisnai iktidarlar zuhur etmişse de, asr-ı saadet ve hulefa-i raşidin dönemi Müslümanların zihinlerinde artık oluşması ve ulaşması zor olan bir ütopya olarak kalmıştır. Isırıcı melikler ısırmakta çok gecikmemişler ve saltanatlarını baskı ve zulüm üzerine bina etme çabaları her dönem farklı yoğunluklarda da olsa devam edegelmiştir. İlk asırlardaki kazanımlar Emeviler, Abbasilerler dönemlerinde islam toplumuna katılan farklı millet ve kültürlerin etkisiyle bir bir yitirilmeye veya gerilemeye başlamıştır. İslam dini artık birçok yabancı kültürün de etkisiyle vahiy ekseninden uzaklaşmaya ve de kültürleşmeye başlamış, ilk rabbani ve peygamberi vasıflarını ve özelliklerini yitirmiş, sultan ve hanedanlıklara otoritelerini güçlendirme ve sürdürme amaçlı koltuk değneği vazifesi görecek vasıf ve mahiyette müsaade edilegelmiştir. Artık hayatın içinde islam aktif değil, pasif bir inanç sistemi olmuştur. Vahye göre İnşa eden değil, otoriteye bağlı olarak inşa edilen durumundadır. Çoğu zaman ceberrut yönetimlerin otoritesini sağlamlaştırmak için kullanılan bir araçtır. Kadılar, mezhep imamları, şeyhü’l-islamlar çoğu zaman hanedan ve zorba otoritelere bağlı birer uydu kişilikler olmak zorunda bırakılmışlardır.
Bu bağlamda başta İmam-ı azam Ebu Hanife olmak üzere birçok İslam alimi zamanın otoriteleri tarafından kendi yanlarına çekilmek istenmiş, bunu kabul etmeyenler çeşitli baskı ve zulümlere maruz bırakılmışlardır. Son yılların arabesk felsefesinden aşina olduğumuz “Ya benimsin, ya toprağın.” politikaları uygulanmıştır.
Selçuklu ve Osmanlılarda da büyük bir farklılık görülmemiş olup, büyük bir kültür ve medeniyet oluşturabilen ecdat, saltanatları içinde din işlerine şeyhu’l-islamlık kadar bir yer ayırabilmişlerdir. Böylelikle hakiki islamın gerçek bir islam devleti ve tolumu(ümmet) oluşturması ve inşaası hiçbir dönem gerçek anlamda mümkün olamamıştır.
Her şeye rağmen, iktidarı ellerinde bulunduranların din, vicdan ve insanlık duygularıyla doğru orantılı olarak dönem dönem medeniyet  parametreleri olumlu yönü işaret etmişse de, otoritenin değişimi ile göstergelerin yönünde de değişimler  meydana gelmiştir.
Artık peygamberlik müessesesi tamamlandığına ve insanlığın örnek zirve şahsiyetleri,  Allah elçileri gelmeyeceğine göre bu fasıl kapanmıştır(!) zaten peygamberler gibi kimse olamazdı(!) Rasulullah’ın (as) ençok endişe duyduğu şeylerden birisi de “kardeşi İsa (as) gibi insanlıktan uzaklaştırılarak ilahlaştırılması” idi. Bu tehlikeyi her zaman hissettiğinden dolayı; “Ben aranızdan kuru ekmek yiyen kadının oğluyum…”ve “…Allahın KULU ve elçisiyim.” vb. ifadelerle insanlığını insanların idrakine kazımaya çalışıyordu.
Evet doğruydu, peygamberler çok özel ve önemli ( VİP) şahsiyetlerdi  ama yine de insandılar. İnsanlar onlar gibi olamayacaktıysa, neden Allah yüz binlerce peygamberi insanlar arasından görevlendirmiş ve Kuran-ı Kerim’de onları en güzel örnekler olarak vasıflandırmıştı?! Onlar asla ulaşılamayacak yaratıklar değildirler. Hiçbir peygamber peygamber olarak doğmamıştır. Genellikle otuzlu ve kırklı yaşlarda, yani bütün zorluklara göğüs gerebilecek ve mücadele edebilecekleri güçlü kuvvetli yaşlarda görevlendirilmişlerdir. O nedenledir ki, bütün elçilerin  hayat ve davet süreçlerinde zorlu mücadele örneklerine rastlamak olağandır. Yaratanın özel eğitim ve desteğine mazhar olmuş seçkin ve kutlu bir misyon ile mükellef bu şerefli insanların mücadele şekilleri ve metodları onların yolundan gitmeye çalışan dün, bugün ve yarının tebliğci, mücahit ve muallimlerine paha biçilmez ipuçları sunmaktadır. Peygamberlerin manevi mirasçılarının işi hiç de kolay değildir. “Biz emaneti dağlara arzettik, dağlar yüklenmekten kaçındı. Onu  insan yüklendi.” Anlamındaki kutlu cümle İslam’ı yaşamanın(özellikle küfr ve zulüm dönemlerinde) ve tebliğinin “avuca alınan kor misali” zorluğunun ifadesidir. Bu nedenledir ki, sorumluluğunun bilincinde olan (muttaki) Müslümanlar asla hazırcı ve kolaycı  olamazlar ve  olmamalıdırlar. Ne mutlu bu zorlu ve korlu görevin gönüllü, gönül ehli taliplerine!

Yazarın Diğer Yazıları