
ZİLLET KEDERİMİZ, İZZET KADERİMİZDİR!
Nihat KURTOĞLU
Toplumumuzu maddi ve manevi dengeleri gözeterek ilerilere taşımak için gerekli fizibilite çalışmalarının bilgili ve bilinçli kişi ve kişiliklere duyduğumuz ihtiyaç son derece açık ve aşikardır. Geçtiğimiz birkaç yüzyıl gerek Osmanlının hasta adamlığından, gerekse cumhuriyet döneminin önünü batıya arkasını da doğuya ve islam kültür ve medeniyetine dönmesinden dolayı islam dünyasının kurumsal anlamda sahipsiz kaldığı (ya da bırakıldığı), gerekli imar, inşa, restorasyon ve reorganizasyonunun yapılamadığında kuşku yoktur.
Bu doğrultuda gerekli hassasiyet trendini yakalamış olan gerek birey gerekse cemaat ve STK(sivil toplum kuruluşları) konjonktürel etkilerle kendi yol haritalarını diğerlerinden bihaber ve bağımsız olarak belirlemiş ve kendilerine özel yöntem ve metodlarla yola koyulmuşlardır. Amaç ve niyet açısından samimiyetlerine rağmen bir çoğu metot ve araç bakımından pek de doğruları yakalayabilmiş değiller ne yazık ki! Osman beyin birleştirici ve kuşatıcılına muhtaç olan Anadolu beylikleri misali ayrı, küçük ve güçsüz… Elimizdeki varlığımız,21.yy’ın Osman beyini bekleyen 1.5 milyarlık muazzam bir yapı malzemesi.
İşte tamda böyle bir durumda devletten bireye tümdengelim metodunu kullanamayan, o kıvam ve kuvveti kendinde bulamayan, zamanımızın sorumluluk şuuru bellerini ve omuzlarını çatırdatan kardeşlerimize tavsiyemiz odur ki, Osman bey zuhur edene kadar kimse Dünyanın bütün yükünü sırtına almaya kalkmamalı. Planlı, projeli iş bölümü yaparak en iyi, etkili ve başarılı olduğu kulvarda hayır yarışına katılmalıdır. Kurumların yükünü ferden taşımaya kalkanlar menzil-i maksuda ulaşamadan yolda kalmışlardır ve kalmaya mahkumdurlar. Öyleyse bireysel olarak yapılması gerekenler Kuran, sünnet ve vicdan üçgeninde iyice planlanmalı, tasarlanmalı ve hayata aktarılmalıdır. “Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla sorumluluk yüklemez.” Anlamına gelen ilahi ölçü bunu işaret eder. Buna rağmen bazılarının belinin bükülmesi, saç ve sakallarının normalden önce ve fazla ağarması, genç denebilecek çağlarda yorgun ve bitkin düşmesi, onların Rıza-i İlahi için normalden kat kat fazla sorumluluk yüklendiklerinin, görev ve sorumluluğunun bilincinde olmayan birilerinin yapmadıkları görevleri sırtlarına aldıklarının apaçık göstergesidir.
Zaman zaman aşırı sorumluluk hisleriyle sıkıntı ve üzüntü yaşayan Allah Elçisine Allahın, tabir-i caizse klima(serinleten, sakinleştiren) ayetlerle müdahale ettiğini okumuş veya duymuşuzdur. “Muhammed aranızdan hiçbirinizin babası(sorumlusu) değildir.” “sana düşen ancak açık bir tebliğdir.” “küfredenlerin sözleri seni üzmesin.” Anlamındaki ayetlerin hepsi klima işlevi görmüştür. Öyleyse bu ayetler Onun yolundan giden ve gitmeye çalışan herkes için aynı anlama gelir.
Öyle görünüyor ki, zamanımızın farklı grup ve cemaatleri kendilerine özel sistemler ve metotlar geliştirmiş, her biri kendi pota ve kozasını oluşturmuş ve o çerçeveden, perspektiften islamı anlamış, yaşamış ve yaşamaktadır. Her birinin niyetinin Allah rızası olduğunda da şüphe yoktur. Buna rağmen efendimizin 70 küsür fırka diyerek anlatmaya ve uyarmaya çalıştığı ümmetin tefrikası meselesi yüzyıllardır kanayan yaramızdır. Kuran ve sünnette yoğun bir şekilde birlik vurgusu yapıldığı halde islam ümmeti bu birliği bir türlü sağlayamamış ve zillete düçar olmuştur. Tarihi sosyolojik süreç içerisinde ortalama 250-300 yıllık bir zamanı kaplayan Müslümanların gerileme ve parçalanma süreci yeniden toparlanma aşamasına girmiştir. Bütün parametreler hamd ve sena ile söylemek gerekir ki bu yöndedir.
İslam dünya coğrafyasındaki özellikle Mısır,Suriye,Irak,Afganistan,Arakan vb. bölgelerindeki sıkıntıların ayyuka çıkmasında bu sürecin tersine dönmesinin etkileri oldukça büyüktür. Gelin ne olur bu süreci omuzlayalım, hiçbir Müslüman başka tarikat veya cemaatten olan müslümanın aleyhinde incitici(olumlu ve yapıcı tartışmalar olabilir) konuşmasın. Hiçbir cemaate olumsuz cümle sarfetmesin, kırmızı çizgilerine dokunmasın. Kendinize göre son derece haklı olabilirsiniz ama ne olur o haktan feragat edin ve müslümanlar daha fazla incinip soğumasın. Bireysel olarak yıllardır süregelen ve çözülemeyen meseleleri islamın devlet kurum, müessese ve çözüm mekanizmasına kadar erteleyin. Daha fazla birbirimizle çekişmeyelim, gücümüz, kuvvetimiz heba olmasın. Unutmayalım ki şeytan gücünü bizim güçsüzlüğümüzden almaktadır. İnsanın kadru kıymetini bilmeyenler, insanlığın ne anlama geldiğinin farkında olmayanlar, Allah katında insan ne demektir bilmeyenler insanı ve insanlık değerlerini ayaklar altına atarlar. Kendileri de bu değersizlik ve sefalet içinde kaybolurlar. İslamlık ve insanlık gemisini batırmayalım. Allah©.ın Kuranda Ehl-i Kitaba yönelik çağrısına dikkat edelim.”Ey kitap sahipleri gelin aramızda bir kelimede anlaşmaya varalım ki, o da Allahın birliğidir.de !” yüce Allah Yehudi ve Hıristiyanlarla bile tevhidde (Allahın birliği) anlaşmaya çalışmamızı öğütlemişken tevhide inananların birbirleriyle anlaşamamalarını Kurani mulahazalara sığdırabilirmiyiz?! Anlaşmazlıklarımızı ve bunlardan kaynaklı kin ve düşmanlıklarımızın Huzur-u İlahide nasıl hesabını verebiliriz? Öyleyse 21. Yy. Müslümanları olarak zilletten kurtulmak islamın insanlığını ve müesseselerini inşa etmek istiyorsak, islam dışı devlet ve odakların iştah ve heveslerine daha fazla yağ sürmemeli, bu parçalı, dağınık boncukları tesbih haline yeniden getirmeliyiz. Çağımız Müslümanlarının en başta gelen misyonu birlik olmalıdır. Ancak birliğin sağladığı güç bizi bu zilletten kurtarabilir. Kuranın reçetesi bu!