Soyadı kanunu, gerçekten Cumhuriyet döneminin devrimlerle geçen yoğun değişiklikler ve dönüşümlerle beraber özellikle 1934 yılında, yani değişim sürecinin en sonlardaki değişiklikler diyebileceğimiz bir dönemde gerçekleşiyor. Bir gardırop değişimini ihtiva eden devrimlerle beraber, harf devrimi, ölçüyle ilgili, tartıyla ilgili, takvimle ilgili bir kısım ‘modern hayatta’ batı ölçülerine göre kullanılan değişikliklerle beraber Soyadı Kanunu 1934 yılının Haziran ayının 21’inde öneriliyor ve 10 gün sonra, 2 Temmuz itibariyle 1934 yılında resmi gazetede yayınlanıyor.
Bu dönüşümde, daha önce kullanılan soy adları, ‘soyun adı’ olarak kullanılan isimlendirme yerine geçiyor. ‘Soyadı’ kelimesi, Türkçe olup hem kelime anlamı olarak hem de ifade tarzı olarak tam yerine oturan bir kavramsallaştırma. Mesela bu modern birtakım uydurukça yeni kelimelere kıyasla ‘soyadı’ kelimesi, hem adın Türkçü olması hem de soyu ifade etmesi açısından tam anlamıyla yerine oturan Türkçe bir kelime. Her ne kadar bazen soy isim olarak kullansak da soyadı diye ifadelendiriyoruz.
Bu tarihe kadar bu toplumda yaşayan insanlar, özellikle devlet nezdinde bilinirken, tanınırken nasıl tanınıyor? Cumhuriyetin getirdiği yeni bir ‘yurttaş’ toplumu oluşturulmak isteniyor. Bu toplumda da devletle kişilerin münasebetini belirlerken bir isimlendirme gerekiyor. 1000 yıllık, 2000 yıllık Türk geleneğinde, Müslümanlık geleneğinde insanların almış olduğu devletle millet arasındaki bağlantıyı belirleyen bir kısım vasıflandırmalar mutlaka var. Hiç kimse X ismiyle hatırlanmıyor. Bunun asıl büyük tanımlaması, yani kabile soy tanımlaması ki bu daha çok mensup olduğu kabileyi veya tanınırlığını ifade eden bir kavram.
Mesela Seferoğulları diyor. Yani Seferoğulları kabilesinden kişiye atfen de babasının adıyla tanımlanıyor. Bu isimlendirme ile kayda geçiyor. Elbette doğduğu yer de önemli. İşte falan ilin, falan kazasının, falan köyündeki falan kabilenin oğlu deyince ‘TC numarası’ gibi çıkıyor o vatandaşın tanınması Osmanlı döneminde. Cumhuriyetten sonra bu uzun tanımlama, memlekete dayalı tanımlama yerine soy adıyla ifade edilecek bir kavrama bırakıyor, yerini.
İşte Soyadı Kanunu sadece o soy, sülale, topluluk, akrabayı ifade etmeyen, sadece ve sadece soyadıyla anılan bir yurttaş profili oluşturuyor. Bu profilde de artık o soy, o soyu alan, ‘soy adını’ alan vatandaşın tüm nesline, nesebine devam eden bir isimlendirme oluyor. Bu değişim, dönüşüm, 1935 yılının Ocak ayının başından itibaren de uygulamaya konuluyor.
Tabii bunun uygulaması o gün itibariyle belki en büyük problemlerden biri de, henüz Latin Harflerine geçileli 5-6 sene olmuş. Henüz insanlar Latin harfleriyle yazmaya, okumaya alışamamışlar. Devlet memurları da harfleri tam tanıyamıyor. Bazı harfleri ters yazıyor, bazı harfleri noktalı yazıyor, bazı harfleri noktasız yazıyor. Yani öyle bir bilgi, Latin alfabesi bilgisi de henüz oturmuş değil memurlar nezdinde. O gün itibariyle Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan insanların ortalama nüfusu da yaklaşık 20 milyon civarında. Bu kitleyi ortalama aileye bölmüş olsak 3-4 milyon insana bir soyadının bulunması gerekiyor.
Bir de1930'ların Türkiye'sine göz önüne aldığımızda nüfusun neredeyse %90'ı kırsalda yaşıyor. Kırsalda yaşayan insanların Osmanlı döneminde devletle irtibatı birincisi askerlik, ikincisi vergi verme şeklinde oluyor. Yani devlet halkını, Müslüman tebayı, kırsalda yaşayan tebayı bu nedenlerden ötürü tanıyor ve biliyor. Yani asker lazım oldukça askere çağırıyor, savaşa için de cepheye gönderiyor.
Ama artık modern dünyada özellikle batıda toplum, kendilerini tanımlarken Osmanlı’daki gibi tanımlıyorlar. Onların isimlendirmelerinde soyadı yavaş yavaş kabullenilmiş durumda. Onlar da bir zamanlar, memleketiyle, kabilesiyle, babasıyla tanımlıyorlardı kendilerini. Hâlâ tüm uygarlıkların neredeyse tamamında soyadları ‘oğlu’ diye, ‘zade’ diye veya ‘ivan’ diye bitiyor. Yani bizim Yugoslav futbolcularda yaygın soy isim var ya, ‘oviç’ diyor. Oğlu demek, hepsi oğlu demek. İşte Ermeniler ‘yan’ diyor mesela , yan da oğul anlamına geliyor. Yani hep soy ifade eden kelimelerle kendi soy adlarını kullanıyorlar ve alıyorlar.
İşte bu tanımlamada modern hayata uyum projesi olarak insanları artık soyuyla değil, atasıyla değil, yaşadığı bölgeyle değil, sanki nevzuhur bir yurttaş olarak geçmişle bağlantısını koparan bir ‘yurttaş’ olarak tanımlıyor.
Soyadı Kanunun maddelerinden ilki dedik, ‘öz Türkçe’ olacak. Şimdi öz Türkçe, vatandaş soruyor veya memur, o gün itibariyle bu 3 milyon insana soyadı verecek memurlar. Tamam, vereceğim, iyi kötü öğrendik Latin harflerini de diyor, hangi soyadı vereceğim? Hangi soyadı Türkçe, hangisi Arapça? Yani bu bir bilgi gerektiriyor. Bir ilim, bir okumuşluk gerektiriyor. Kelimenin bağlamı, hangi kelimenin Farsça, Arapça olduğuyla ilgili bilgi gerektiriyor. Ki zaten Arapça soyadı verilmesi yasak, almamak da zaten yasak ve büyük bir suç.
Bir de bu soyadla ilgili kanun çıkarken, kanunun içeriği olarak birinci maddesi, soyadı kanunun soyadları öz Türkçe olacak. Kesinlikle Arapça, Farsça bilindik kelimelerden bir soyadı olmayacak. Yani ‘öz Türkçe’ bir kelime olacak. Şimdi 600 yıllık bir Osmanlı toplumu var. Bir Selçuklu geleneği var. 1000 yıllık İslam'la harmanlanmış bir toplum var. Bu toplumun Arapçayla, Farsçayla harmanlanmış bir Osmanlıca diye kullandığı dili var. İnsanların hangisi Türkçe, hangisi Osmanlıca, hangisi Farsça ayırma şansı bile yok.
O gün itibariyle insanların özümsediği, Türkün, Kürdün, Arabın, Acemin içselleştirdiği ortak bir toplumsal dil oluşmuş.
Soyadı Kanunun diğer maddelerinden, önemli maddelerinden biri, soyu ifade eden veya lakabı ifade eden, etnik kökeni ifade eden veya bey, paşa gibi kariyer ifade eden, zade oğlu, veli, seyit gibi böyle tanımlamaları yani manevi tanınmaları ifade eden kelimeleri kullanmak da yasak.
Soyad verilirken, bu iki durum temelde esas alınıyor. Aynı zamanda bunun yanında halk nezdinde iğrenç olan kelimelerin, rencide edici kelimelerin de soyadı olarak verilmesi yasaklanıyor.
Tabii burada en önemli problem artık soyadın nasıl verileceği, nasıl uygulanacağı yani bu devletle millet arasındaki halk arasındaki köprünün nüfus memurları, görevli nüfus memurları vasıtasıyla nasıl uygulanacağı problemi oluyor.
Bu uygulamanın önündeki en büyük engellerden biri, nüfus memurlarının yeteri düzeyde Latin harflerine, Latin hecelerine, Latin kelimelerine harflerle yazılan o kelimelere hakim olamamaları. Yani hâla bazen o yaşlı kuşakta yazdığı bir yazıda harflerin bazısını noktalı yazarlar, bazısını noktasız, bazı kelimeyi, cümleyi tamamlayamazlar. Yani bugün bile bu kadar kitabın, defterin, televizyonların, internetin çok yaygın olduğu ortamda bile insanlar bir cümleyi kurarken o cümle içinde birçok hatayı bulabiliyorsun ki, harf devriminden bugüne 98 yıl geçmiş. Yani 98 yıllık bu Latin harfleri geleneğinde bile insanlar harfleri kullanırken harflerin kelime içinde, cümle içinde yerlerini belirlerken bile yanlış yapabiliyorlar.
Birincisi bir bilgi noksanlığı var. İkincisi de bu kelimelerin Türkçe olarak nasıl tespit edileceği sorunu var. Bunu çözmek için, Türkçe kelimeleri derlemek toparlamakla ilgili büyük araştırmalar yapılıyor. 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruluyor. Türk Dil Kurumu bünyesinde bir kısım bilim adamlarına, üniversite hocalarına görevler veriliyor. Bu görevlerin en önemlileri de Türkçe kelimelerin tespiti. Bu Türkçe kelimelerde, yani 2000 yıllık Türk geleneğinde kayıtlara geçmiş, kamuslara, sözlüklere, literatüre geçmiş kelimeleri kaynağından tespit etmek. Tüm bu işle uğraşan filologlar bu kaygıyla yoğun mesai harcıyorlar. Yani herkes adeta geçmişte 2000 yıl önceden yazılan Türkçe eserlerde geçen kelimeleri tek tek listeliyorlar, alfabetik sıraya diziyorlar, yazıyorlar. Onların anlamlarını bulmaya çalışıyorlar. Büyük bir emek veriyorlar.
Ve bu tespit ettikleri kelimelerin neredeyse %90'ı da günlük Türkçede kullanılan kelimeler değil. Öyle bir problem oluyor. Türkçe bir kitapta geçmiş, Türkçe bir anıtta, bir kitabede, bir yazıtta Türkçe olduğu belirli bir kelime geçmiş. Ama günlük literatürde 1000 yıldır kullanılmamış o kelime ve anlamını bilen de yok.. Sonra o Türkçe kelimenin oradaki cümle yapısından bir anlam karşılığı bulunuyor ve sözlükler oluşturuluyor, listeler oluşturuluyor. Bununla ilgili yayınlar yapılıyor. Her bir bilim adamı, her bir profesör, o konunun uzmanı dil bilimciler oluşturdukları, bulduğu kelimeleri, sözcükleri gazetelerde tefrik ediyorlar, fasiküller, yayınlar oluşturuyorlar.
Her ne kadar , günlük kullanımda bir yeri olmasa da bir kelimenin ama bir derleme olarak bir sürü kelime kazandırılıyor literatüre. Bu kelimelerin insanlar nezdinde kullanılır bir karşılığı olmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Ama yine de bu kelimeler ‘öz Türkçe’ olarak gazetelerde tefrik ediliyor, yayınlanıyor.
Mesela, o günlerin Kur'un gazetesinde 1934-35 yılında yazılan bu gazete küpüründe ilginç bazı belgeler. Kur'un Gazetesinin en önemli özelliği, yeni çıkan modern harfleri yani Latin harfleriyle yeni kelimeleri kullanmaya özen gösteren bir gazete olması Bir de gazetelerin o yıllarda yayınlanan gazetelerin köşe yazılarına, bazı başyazılarına özellikle bazı yazarlar üzerinden baktığınızda okuyorsun. Yani anlamak için, çevirmene ihtiyaç duyuyorsun. O kadar zorluyorlar.
Evet, soyadı kanunu bir ihtiyaçtan kaynaklanmış ama bazı yerlerde, birazdan da değineceksin herhalde, o soyadlarının verilirken kullanılan yöntemler, belli şeylerin yasaklanması, yani isteyenin istediği şekilde bir soyadı alamıyordu herhalde. Öyle bir şey vardı. Biraz da ona girebilirsek, yani niçin mesela isteyen istediğini alamadı.
Şimdi şöyle düşünmek gerekiyor. Başta %90 kırsalda yaşayan bir toplumdan söz ediyoruz. Kent merkezlerinde %10'luk bir kesim yaşıyor. Bunlar da daha çok ticaretle, bürokrasiyle, hizmet sektörüyle uğraşan insanlar. Aynı zamanda gayrimüslimlerin birçoğu da kent merkezleri veya kent merkezlerine yakın yerlerde yaşıyorlar. Böyle bir süreç de var. Soyadı kanunu çıktığında normalde herkes kendi soyadını özgürce talep edebilir deniliyor. Ama birincisi, vatandaş bu soyadın neye yarayacağını bilmiyor. Yani bir soyadı kanun çıkmış. Mecburmuş iki yıl içinde o soyadı almayana şu kadar ceza devlet veriyormuş. Tamam, almamız lazım diyor.
2 yıllık bir süre veriliyor ve bu süre zarfında herkesin bir so adı alması gerekiyor. Bu Soyadı Kanunla ilgili, toplumsal tepki açısından en rahat kabul edilebilen değişikliklerden biri. Yani toplumda hiçbir grup, hiçbir kesim, hiçbir cemiyet buna itiraz etmiyor. Diğer devrimlerde olduğu gibi, diğer inkılaplarda olduğu gibi. Yani tepki çekmeyen tek inkılap, değişim, dönüşüm, devrim adına ne derseniz deyin, soyadı kanunu. Biraz da bunun en önemli nedenlerinden biri, insanlar bunun neye yarayacağını bilmiyor.
Mesela biliriz 2000 yılında, tüm yurttaşlara devlet bir TC kimlik numarası verdi. Devlet herkese bir numara, bir kod, bir barkod verdi. Hiç bir Allah'ın kulu itiraz etmeden otomatik herkes kabullendi. Değil mi? O gün de Soyadı Kanunu aynı bunun gibi, neye yarayacağı, sonucunun ne olacağı, bu neyi örtmek için veya neyi kolaylaştırmak için yapılacağıyla ilgili insanların zihninde oturmuş bir kalıp da yok. Bir eleştiri türetecek uygulama da yok. Diyor ki, “Soyad verilecek.” Tamam, iyi. Gelen nüfus idarelerine başvuranlar istediği soyadı alabilir diyor. Geliyor vatandaş, şehirdeki vatandaş biraz bürokrasinin içinde, biraz okumuş, yazmış, eli mürekkep kokan bir vatandaşsa, diyor ki, “Bana şu soyadı verin.” Diyor. Bakıyor nüfus memuru, o soyadı Türkçeyse, “Tamam, sana o soyadı veriyorum.” diyor.
Ama neredeyse soyadı verilenlerin %90'ı kendi arzu, istek veya belirlediği soyadı almıyor. Niye alamıyor? Biraz önceki nedenlerden dolayı. Diğer insanlar da başvurduğunda bu nüfus memurlarının elinde listeler var. Listeleri hemen açıyor. Sıradan veriyor. Nüfus memuru buradaki soyad neyse o vatandaşa veriyor. Zaten neye yaradığını da bilmediği için ‘yok, ya o soyadı bana verme, bana başka bir soyadı verin’ diyen insan sayısı çok az. Niye? Yani devlete karşı, özellikle o cumhuriyetin yeni oturtmaya çalıştığı düzeni koruyan devlet memuruna karşı itiraz, bir talep olması mümkün değil.
Şu anda biraz daha rahatladı halk bürokraside, işler kolaylaştığı için ama o cumhuriyetin o dönemlerindeki devrimleri oturtma mücadelesinde insanlar öyle bir talebi bile dillendirme şansları yok.
Herkese sıradan listeden ne çıkarsa bahtına soyadlar veriyor. Tabii bu uygulama kırsalda nasıl olacak? Yani kırsalda yaşayan %90 nüfusu merkezlere çekme şansın yok. Merkezde az sayıda nüfus memuru var. Yani tüm bir Kayseri'yi düşünün. Kayseri'nin bir anda o süre zarfında köylerden tüm insanların şehire akıp geldiğini düşün. Yani buradaki dairelerin hepsi kitlenir. Yani yapılmaz olur.
Taşra'da, taşra dediğimiz kazalar, kazaların köyleri. Yani o gün itibariyle şehirle ulaşım o kadar kolay, pratik değil. Yani bugünkü gibi motorlu vasıtalar falan yok. O dönemde bir insanın 50, 60, 70 yıl yaşayan bir insanın şehre gittiği vakit sayılı. Yani 20, 30, 40, 50, 70 kilometreden kalkıp şehre gidecek. Dolayısıyla bu mümkün olmadığı için nüfus memurları halkın ayağına kırsala gidiyor. Sonra İlçelere, ilçelerden köylere gidip, köyde köy muhtarlarıyla görüşüyorlar. Eğer okul varsa okuldaki öğretmenlerle. Sonra muhtara diyor ki, “Soyadı kanun çıktı. Herekese soyadı vereceğiz.” Ney bu diyor? ‘İşte devletin kanunu’ diyor. Sonra muhtar tellale söylüyor. Köyde tellal derler. Çağırıcı. O çıkıyor köyün değişik yerlerinde. “Ey köy ahalisi, herkes meydana toplansın veya okulun önündeki meydana gelsin veya caminin yanındaki şuraya gelsin.” diye ilan veriyor. Sonra herkes geliyor, sıraya giriyor.
Sıraya girme usulünü belirlemek de oradaki insanlar için oldukça zor oluyor. Şimdi herkes geliyor. Ailesiyle geliyor. Adamın sekiz tane çocuğu var. Hanımı var. Sonra herkes gelince kalabalık oluyor. Diyorlar ki, “Hayır kalabalık oldu. Biz bunun içinden çıkamayız. Aile reisleri gelsin.” diyor. Çocukları ve kadınları gönderiyorlar. Ondan sonra diyorlar ki, “Tamam, aile reisleri de yetimler var, dullar var. Onlar ne olacak?” O zaman dullar da gelsin diyorlar. Dullar geliyor. Eğer ailenin büyük reisi varsa, diyelim 80 yaşında, babaları hayattaysa, ailenin reisi en büyük babadır. Çocukların gelmesine gerek yok diyorlar. Yani bir anda elemelerle, elemelerle, oraya toplanan kalabalıkta biriken insanların sayısı azalıyor.
Ondan sonra tamam, şöyle sıraya girin deniliyor. Oradaki nüfus memuru gözlüğünü takıyor. Ondan sonra geliyor, bir tane böyle vatandaşa bakıyor. “Sen şu...” diyor, “Listeden yazıyor.” Bazen de bakıyor, adamın tipine. Sakallı, karışık, kıllı diyor. Biri geliyor, sakallı diyor, “Geç.” Biri diyor yani o anki fiziksel görünüşüne göre o anki ruh haline göre, o an elinde liste olup olmamasına göre bazen de listesiz giden nüfus memurları var. Gittikleri köyde insanların fiziksel özelliklerine göre veriyor.
Yani bazen de iyi niyetli nüfus memurları diyor ki, “Ya size ne derler?” diyor. “Bize hafız oğulları derler.” diyor. “Yok, hafız oğlu soyadı olmaz.” diyor. “Sana Okur diyelim.” diyor. Yani adam itiraz etme şansı yok. Boynunu büküyor. Bazen geliyor adam, aksak, ayağı topal. Bazen geliyor, kolu gazi olmuş. Hacı Baba, kolu, çolak diyor. Yani o anki fiziksel özellikler, o anki hale-i ruhiye veya nüfus memuru bazen hani tırnak içinde oradaki adamın bir haline, vaziyetine gıcık kapıyor. Ona da farklı bir soyadı veriyor. Yani böyle absürt, başına bela olacak soyadları veriliyor bu yöntemlerle. Fiziksel özelliklerine göre, nüfus memurunun o anki hale ruhyesine göre veya nüfus memurunun gazete küpürlerinden kesip o gün cebine koyduğu listelere göre.
Öz Türkçe diye yazılan tüm listeler, kitapçıklar, fasiküller, nüfus memurları tarafından bir şekilde alınıyor, listeleniyor, çoğaltılıyor veya o gün itibariyle kendi cebinden çıkardığı not defterine yazıyor. Diyelim 40 tane soyadı yazıyor. Köylere sıradan gidiyor. O 40 tane cebine yazdığı not defterindeki soyadlarını o gezdiği köylerde ikişer gün kalıyor. Nüfus memuru. Bazısında bir gün, bazısında iki gün, bazısında bir hafta kalabalığa göre o cebindeki listeyi çıkarıyor. Hemen cebinden çıkarıyor. Bir de öbür köyde de aynı soyadları veriliyor. Eğer elindeki liste bittiyse o elinde 40 tane soyadı var. 40 soyadı bitti. Daha 10 kişi var, işte o zaman vah ki vah. Ondan sonra yani orada direkt nüfus memurunun vicdanına veya karşıdan gelen insanların fiziksel özelliklerine bağlı ne çıkarsa bahtıra. Hiç kimse de “Ya ben bu soyadı almak istemiyorum. Bu soyad beni rencide ediyor.” veya “Bu soyadı hanımlara da verilecek bir soyadı.” Yani adam bakıyor sakallı diyor. Tamam mı? Bir bey için rencide edici bir şey değil ama yani bir bayan için rencide edici bir şey. Yani bir beye kıllı dediğinde rencide olmuyor ama o nesilden türeyen bayanlar için rencide edici bir soyad oluyor. Bunlar hiç düşünülmüyor tabii.
Yani uygulamada, gelecekte bu soyadın neyi getireceği hiç kimse tarafından düşünmüyor. “Devlet emretti arkadaş, kanun” diyor. “Tamam, kanunsa boynum kıldan ince” diyor. Ne soyadı verirsen ver diyor. Alıyor insanlar soyadları.
Ondan sonra bir müddet sonra tabii herkes “Benim soyadım şu, benim soyadım şu.” derken soyadı, o tür absürt olanlar bu sefer, her yerde karşısına çıkıyor. Tabii kayıtlara geçmiş artık. Bir de itiraz süreci de var. Yani soyadı almış ama soyadına itiraz edip değiştirme süreci var. Birkaç yıl da o süreç tanınıyor ama köyden bir vatandaşın kırsaldan gidip nüfus memurluğuna istidacıda bir dilekçe yazdırıp “Benim şu soyadım rencide edici olduğu için ben şu soyadını istiyorum.” diyebilen kaç kişi? Yani vardır mutlaka ama çok azınlıkta.
Yani soyadı kanunun %90'ı neredeyse halkın talep ettiği, bilinçli bir şekilde tercih ettiği soyadı değil. Nüfus memurlarının kendi ellerindeki kitapçıklara göre, kendi ellerindeki kitaplara, fasiküllere, dergilere, listelere veya gazetede tefrik edilen listelere göre verilmiş soyadları.
Bir de tabii devletin ileri gelenleriyle ilgili verilen soyadları var. Bu da özellikle Mustafa Kemal gibi, İsmet İnönü gibi devlet büyüklerine veya bakanlık yapmış veya nezarette görevli olan veya vilayette valilik, kaymakamlık gibi görevde bulunan insanlar da kendine özel ve özgün soyadlar istiyorlar. Bunların işi kolay. Yani “Ben şu soyadı istiyorum.” veya “Paşam, ben araştırdım, soruşturdum. Size en iyi yakışan soyad şu.” diyor. Yani bakıyor, “Tamam, o çok güzel paşam, harika bir soyadı.” diyor. Ondan sonra Mustafa Kemal Atatürk, Türklerin atası olarak ‘Atatürk’ soyadı almış oluyor ve törenle, büyük bir törenle o soyada kavuşmuş oluyor.
Tabii ondan sonra da diğer, “Bu önemli bir şeymiş.” diyen, özellikle bürokrasinin başında olan, idarenin başında olan insanlar da bu sefer iyi soyadı arayışına giriyorlar. Tabii bazen de bu sohbet esnasında Mustafa Kemal tarafından yanındakilere, “Senin soyadın şu olsun.” deyip verilip de itiraz edemeyen insanlar da var. Yok paşam, ben o soyadı istemiyorum. Benim soyadım şu olsun deme cesareti mümkün değil. Ve bu uygulamalar bürokraside böyle yürüyor. Ama bu kullanılan soyadı olarak verilen kelimelerin, soyadı olarak verilen kelimelerin %30'luk yaklaşık bölümü insanların başına bela oluyor.
Türkçede hiç kullanılmayan, hiç tanınmayan soyadları. Yani öyle bir kelime literatürüne girmemiş. Hiç kimse kullanmıyor. Anlamı ne dediğini de kimse bilmiyor. Kimse bilmiyor. Türk Dil Kurumu da bilmiyor. Ama öz Türkçe diye yazmış. Mesela
Kur'un Gazetesi'nin 28 Birincikanun 1934 tarihinde, Kemalettin Şükrü Orbay tarafından derlenen bir liste tefrik ediliyor. Bu listede, 2000 yıllık literatür taramasıyla oluşturulan bazı öz ve öztürkçe kelimeler yer alıyor. Örneğin; şeremet, şeren, şermet, şeşen, şıga, şıkk, şıtlu, şınga, şıgar, şıngk, şıkk, şıp, şıga, şıgın, şıka, şilit, şimşek, şipal, şirip, şola, şolcun, şolcen, şölen, şulan, şur, şu, şuyun gibi kelimeler bulunuyor. Bu listesdeki kelimelerden, bazıları literatürde hemen hemen hiç kullanılmıyor. Mesela "şınık" diyor. Evet, 2000 yıl önce yazılan bir şiirde "şınık" geçiyor diyor. "Şınık" da Türkçede nazik anlamına geliyor, diyor. Ancak bunukimse bilmiyor; toplum bilmiyor, halk bilmiyor, veren nüfus memuru da bilmiyor anlamını.
Verilen soyadın anlamını da açıklamıyorlar. Yani, "Şınık” soyadını veriyoruz sana. Sen çok nazik bir adamsın, bunu unutma." gibi bir açıklama da yapılmıyor. Buradan, vatandaş hassasiyeti gözetilmiş olsaydı, bu durumun göz önünde bulundurulması gerekirdi. Soyadı verilen kişinin, ne anlama geldiğini bilmesi önemli. O günün şartlarında, biraz önce anlattığınız gibi, isteme durumu da olmuyor. Ancak verilen soyadın en azından anlamını bilmek, insan için önemlidir. Garip olan, veren kişinin de neye yarayacağını tahmin edememesi.
Mesela, o yıllarda bizim köye gelen nüfus memuru, okulun önünde bir masa kuruyor. Nüfus memuru oturuyor, vatandaşlar çağrılıyor ve sıraya diziliyor. Nüfus memuru elindeki listeyi açıyor ve sıradan gelen insanlara şu soyadları veriliyor. Bu yaşanmış bir olay. Örneğin, "Tedik, tendik, tengiz, tergek, tetik, tevkur, tığrak, tığrı, tık, tıkanak, tıkık, tıkız, tilev, tilkat, tilmaç, tiltaj, tim, tirek, tikis, tun" gibi anblamı olmayan 33 tane T ile başlayan soyad veriliyor. Bu soyadların neye göre verildiğini araştırdım ve 10 yıl süren bir araştırma sonucunda Besim Atalay'ın kitabında listeyi buldum. Demek ki bu kitaptan verilmiş diye rahatladım. Yani o listeyi açmış ve vermiş. Bu 33 aileye verilen soyadların anlamını kimse bilmiyor.
2011 yılında bu listeyi yazdım ve Türk Dil Kurumu'na başvurdum. Türk Dil Kurumu başkanına özel bir e-posta yazdım. "Bizim köye 1935 yılında 33 aileye bu soyadları verilmiş. Bu soyadların anlamı nedir? Hangi Türkçe kelimenin karşılığı olarak ne anlama geliyor?" diye sordum. Bir ay sonra gelen cevapta, Türk Dil Kurumu Başkanımız Profesör Doktor Şükrü Haluk Akalın, "Göndermiş olduğunuz listede bulunan isimlerin Türkçe karşılığıyla ilgili elimizde bir dokümantasyon bulunamamaktadır.” Diyerek cevabi bir mektup yazmış ve gönderdiğim listeden sadece 3-5 tanesiyle ilgili şu kelimelerden türemiş olabilir diyerek bir açıklama yaptı.
Aynı soyadlar, Türkiye'nin başka vilayetlerinde de aynı şekilde verilmiş. Oradaki köyde yaşayan insanların da soyadlarıyla başı dertte. Bu soyadların günlük literatürde kullanılmayan Türkçeden türetilmesi nedeniyle böyle bir sıkıntı ortaya çıkmış.
1934 yılında Soyadı Kanunu çıktıktan sonra herkes kendine verilen soyadı alıyor. Osmanlı döneminde ayrıcalıklı konumda olan gayrimüslimleri Müslümanlardan ayırt etmek için çeşitli uygulamalar vardı. Müslüman olanlarla, gayrimüslim olanlar, Soyadı Kanunla beraber, ‘özgür-eşit yurttaş’a dönüşüyor. Bu süreçte, soyadı kanunu ile birlikte tüm vatandaşlar eşit konuma geliyor.
Sonuç olarak, Soyadı Kanunu toplumu değiştirme ve dönüştürme yönünde kullanıldı. Soyadların geçmişle ilgili ipuçları verdiği üzerinde bir ksıım spekülatif değerlendirmeler yapılıyor zaman zaman. . Ancak bunlar kesin bilgiler değildir. Soyadında "oğlu" geçenler, zade geçenler ve meslekle ilgili soyadları gibi spekülatif değerlendirmeler var.
Osmanlı nüfusunun içinde bulunan gayrı müslimler içinde 1900 yılında %2-3'lük bir Yahudi kesim bulunuyordu. Gayrimüslimlerin nüfusu, Ermeniler ve Rumlar ile birlikte önemli bir orandaydı. Ancak 1930'lu yıllardan itibaren, Yahudi bilim adamları Türkiye'ye davet ediliyor. Tehcir ve mübadele uygulamaları ile Ermenilere ve Rumlara yönelik ayrıştırma yaparken, Yahudilere karşı her hangi bir ayrıştırma uygulanmıyor. Soyadı kanunu ile birlikte, Yahudi aileler de normal bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı haline geliyor. Bu gerçeğin de altını çizmek gerekiyor.
