Tarih boyunca toplumlar doğal afetlerle iç içe yaşamış ve kendi şartlarına göre korunma tedbirlerini almışlardır. Bu önlemlere paralel olarak doğal felaketlerin sebep ve sonuçları hakkındaki söylemler ve tartışmalar da devam etmiştir. Kimileri bu tür olayların salt tabiat kanunlarından kaynaklandığını ileri sürerken, kimileri de bunların dinî inanç ve değerlerin ihmali sebebiyle ilahi bir ceza olduğunu düşünmüşlerdir. Bu tartışmalar yakın zamana kadar süregelmiş olsa da yapılan araştırmalar ve oluşan bilgi birikimi sayesinde, bugün depremlerin nasıl meydana geldiği konusunda ortak bir anlayış ve bakış açısı geliştirildiğine şahitlik etmekteyiz.
Dünyadaki depremlerin en temel sebeplerinden biri, Atlas Okyanusu’nun ortasındaki “Atlantik Ortası Sırtı” diye adlandırılan yer kabuğunun altındaki erimiş magmanın yükselip, sonrasında soğuyarak sırtın kenarlarına doğru hareket etmesidir. Atlantik Ortası Sırtı’nın sağında ve solunda yer alan levhaların hareketleri neticesinde de depremler meydana gelmektedir.
Dünya üzerinde yer alan ülkeler, Pasifik Ateş Çemberi ve Alp-Himalaya Deprem Kuşağı olarak bilinen iki zon üzerinde meydana gelen depremlerden değişik oranlarda etkilenmektedir. Arz üzerinde oluşan depremlerin % 90’ ı ve en büyük depremlerin % 81’i Pasifik Ateş Çemberi olarak bilinen kuşak üzerinde olmaktadır. Türkiye, Alp-Himalaya Deprem Kuşağı’nda yer almaktadır. Pasifik Ateş Çemberi’nde olan depremlerin çoğu, okyanus içerisinde olduğundan can ve mal kayıpları nipeten daha azdır. Atlantik Ortası Sırtı’nın doğrudan etkilediği tek kara ülkesi İzlanda’dır.
Atlas Okyanusu’nun ortasında bulunan Okyanus Ortası Sırtı’nın erimiş magmaya bağlı olarak yükselmesi, dünya üzerinde yer alan levhalara hareket kabiliyeti kazandırmaktadır. Bu hareketin neticesinde de yakın coğrafyamızda yer alan Arap, Afrika ve Hint levhaları, kuzey-kuzeydoğu yönlü hareket etmekte ve Avrasya Levhası’nın altına dalmaktadır. Afrika ve Arap levhalarının Akdeniz’in altında Anadolu Levhası’nın altına dalması sonucunda ise üzerinde bulunduğumuz coğrafyada depremler meydana gelmektedir.
Türkiye’nin de üzerinde yer aldığı Alp-Himalaya Deprem Kuşağı, Avrasya kıtasının güney kenarı boyunca uzanan bir sıradağ sistemidir. Cava ve Sumatra adalarından başlayarak Himalaya Dağları, Afganistan, İran, Türkiye ve Akdeniz üzerinden Atlas Okyanusu’na doğru uzanan kuşak; Alpleri, Karpatları, Anadolu ve İran dağlarını, Hindikuş dağlarını ve Güneydoğu Asya dağlarını içine alır.
Anadolu Levhası’nın depremselliğinin bir diğer nedeni ise Kızıldeniz ortasındaki okyanus tabanı yayılmasıdır. Bu yayılma hareketi, Arap Levhası’nı kuzey yönünde hareket ettirmekte ve Doğu Anadolu Fay’ında yoğun depremselliğe neden olmaktadır. Afrika Levhası’nın kuzey kenarındaki okyanusal kabuk, Anadolu ve Ege'nin altına dalarak batmakta, bu dalma-batma sırasında Batı Anadolu'ya çekme kuvveti uygulamaktadır. Anadolu Levhası; Arap Levhası’nın baskısıyla Kuzey Anadolu Fayı boyunca yılda 25 mm batıya doğru kaçmakta, Batı Anadolu'da ise güney-güneybatı ve kuzey-kuzeydoğu yönünde yılda 15 mm genişlemektedir. Bu kaçış ve genişleme, horst-graben yapılarının oluşmasına ve depremlere sebebiyet vermektedir.
Özetle, dünyanın ve ülkemizin tektonik hareketleri milyonlarca yıl önce başlamış olup belirli hatlar üzerinde depremlere sebep olmaktadır.
DOĞAL OLAYLAR, FELAKETE DÖNÜŞMESİN
“Kâinattaki her varlık Yüce Allah tarafından belli bir düzen, gaye ve hikmete dayalı olarak yaratılmıştır. Tabiatın işleyişinden gezegenlerin hareketlerine kadar her şey Yüce Yaratıcı’nın takdir ettiği belli bir ölçüye ve bir nizama göre varlığını sürdürmektedir.” (Kamer, 49/54).
Evrende yer alan büyüklü küçüklü onlarca gezegenin belli bir ritim ve düzen içinde hareket etmesi doğal bir olaydır. Dünyanın hem kendi ekseni hem de güneş etrafında dönmesi de bu düzen çerçevesinde gerçekleşir. Gece-gündüzün ve mevsimlerin oluşması, yağmurun ve karın yağması, gezegenimizin hareketlerine dayalı doğal olaylardır.
Yer yuvarındaki hareketlilikten dolayı, dünyanın bazı bölgelerinde fayların ortaya çıkması, fay hatlarının herhangi bir hareket neticesinde ilksel konumunu koruyamayarak sağa, sola veya düşey yönlü hareket etmesi, sıvılaşan zeminlerin atmosferik koşullar altında batak ve balçık şeklinde yumuşaması ve çökelmesi gibi olaylar kainatın düzenine bağlı olarak oluşan doğal jeolojik olaylardır. Ancak fay hatlarının, dere yataklarının ve yumuşak zeminlerin bir deprem anında stabil kalamayacağı bilinmesine rağmen imara açılması, büyük yıkım ve felaketlere yol açarak doğal tabiat olaylarının doğal afetlere dönüşmesine yol açmaktadır.
Gündelik hayatımızda kış gelmeden yakacak temin etmek, mecburi bir iştir. Yakacak temin etmeden kış mevsimini geçirmeyi düşünüyorsak, kışı kendimiz için doğal bir felakete dönüştürebiliriz. Açık okyanuslarda oluşan kasırga ve fırtınalara dayanıklı evler oluşturmazsak fırtına ve kasırga kaynaklı bir afet yaşamış oluruz. Demem o ki; Yüce Allah tarafından belli bir düzen, gaye ve hikmete dayalı olarak işleyen tabiat olaylarını bir felakete dönüştürmemek için insanlık olarak gereken tedbirleri almakla mükellefiz. Allah’ın bize bahşettiği akıl, bunu gerektirmektedir.
DERS ALMAK
Arz üzerinde depremleri ve deprem zararlarını yaşayan tek ülke biz değiliz. Başta Japonya ve Şili olmak üzere dünyadaki birçok ülke, depremden gerekli dersleri çıkararak depremin zararlarını minimal düzeyde tutabilmektedir. Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran, Honduras, Haiti, Türkiye ve Güney Amerika gibi ülkeler ise depremin zararlarından maksimum düzeyde etkilenmektedir.
Şüphesiz ki insanlığın geçmişten günümüze kadar, doğal afetlerle ilgili elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi ışığında günümüzdeki toplumlar daha bilinçli hareket edebilmektedir. Japonya ve Şili bunun en güzel örnekleridir. Özellikle deprem konusunda ülkemizdeki bilimsel çalışmaların dünyadaki diğer çalışmalardan eksik tarafı yoktur. Mevzuat düzenlemesi açısından da herhangi bir eksiğimizin olmadığı kanaatindeyim. Tek sorun, mevzuata uyum sorunudur.
Dünya üzerindeki tektonik hatlar boyunca yapılan araştırmalar, önceden alınan önlemlerin can ve mal kayıplarının azalmasında etkili olduğunu göstermiştir. Bu nedenle konunun özüne yoğunlaşarak gerekli dersleri çıkarmak; irade, akıl, bilim ve sorumluluk üzerinden değerlendirmek hayati önem arz etmektedir.
Öte taraftan tevekkül ve kader anlayışı da insanın irade ve sorumluluğunu ön plana çıkarmakta olup akıl ve bilimle tamamen örtüşmektedir. Hâl böyle olunca deprem ve diğer felaketlere karşı insan hayatını korumak, ancak bilimin öngördüğü kuralları uygulamakla mümkündür. Büyük harcamalar yapılarak üretilen konut, fabrika, yol, köprü gibi yapılarda alınacak tedbirlerle maddi ve manevi kayıpların asgari düzeyde tutulması büyük önem arz etmektedir. Bu başarıya ulaşmanın tek yolu insanlığın ortak mirası olan bilimin gereğini yerine getirmektir. Zira günümüz insanı bu mirası keşfetme, geliştirme ve pratik hayata aktarma gücüne sahiptir.
Tabiattaki doğal olayların, doğal felaketlere dönüşmesi karşısında hiçbir şey yapmadan sadece beklemek, sabretmek ve sıkıntılara çaresizce katlanmak tembelliktir ve kader değildir.
Aklı, iradesi, inancı, vicdanı ve başka hiçbir canlıda bulunmayan kabiliyetleri, insanoğlunu her konuda olduğu gibi tabiatla ilişkisinde de sorumlu kılıyor. İnsanın bu bilinçle hareket etmesi ve gücünün yettiği hususlarda üzerine düşeni hakkıyla yaparak gerekli tedbirleri alması yüce Allah’ın emridir. Dolayısıyla deprem gibi afetleri ve bu afetlerin acı neticelerini, insan irade ve sorumluluğunu yok sayarak tamamen kadere yüklemek, kendimizi kandırmaktan öteye gitmez.
Takdir sizlerindir.
Afetsiz günler dileğimle..