Batı ve Biz
Ali AKGÜN
Avrupa Asya ve Afrika’yı yağmalamıştır, bu yüzden Batı uygarlığı inşa edilirken doğuda müsbet bir yankı uyandırmamıştır. Batı Rönesansla birlikte ilahi prensipleri terk edip, imandan koparılmış bir akıl üstünde yükselmeyi tercih etmiştir. Tevhidi en yüksek makama çıkaran Kur’an’ın ortaya çıkardığı İslam medeniyetinin varisleri müşrik Batı’yı küçümsemiştir. Amerika da sömürgeci Batı’nın bir parçası, Atlantik’in ötesinde ortaya çıkmış ikinci bir Avrupa’dır.[1]
Amerika kıtasının Avrupa kolonizasyonu, 1492 yılında Kristof Kolomb’un İspanya sponsorluğunda yeni ticaret yolları bulmak için çıktığı gezide, kıtayı keşfiyle başlar. Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonizasyonu ise 1607’de başlamıştır.[2]
İlk İngiliz göçmen grupları Kuzey Amerika’ya vardıklarında, ‘Allah’ın hükümranlığını tesis etmek’ için geldiklerini ve ‘Yeni Dünya’nın onlar için ‘vadedilmiş toprak’ olduğunu öne sürdüler. Ülkelerindeki siyasal ve dini baskılardan kaçan Protestan gruplar, ilahi bir misyona sahip olduklarını düşündüler. ABD’nin kurucusu George Washington başkan olarak yaptığı ilk konuşmasında Amerikan siyasetinin günümüze kadar devam edip gelecek olan ana prensibinin en mükemmel formülünü vermişti: ‘İnsanların işlerine yön veren o görünmez ele hiçbir halk Amerika Birleşik Devletleri halkından daha fazla şükretmek ve ibadet etmekle yükümlü değildir. Milli bağımsızlık yolunda Amerika Birleşik Devletine attırılan her adım, ilahi müdahalenin damgasını taşıyor görünmektedir.’[3] Washington’dan sonraki ABD başkanı John Adams da şöyle ifade eder: ‘Amerika insanın kendi kimlik ve kişiliğine kavuşacağı mekan olması için Yüce Allah tarafından yaratılmıştır.’[4] Ünlü yazar Herman Melville de şöyle söylemiştir: ‘Biz Amerikalılar özel bir halkız, seçkin bir halkız, zamanımızın İsrailoğullarıyız; hürriyetlerin (kutsal) sandığını bizler taşıyoruz.’[5] Bu seçilmişlik duygusu ve buna bağlı dünyaya hükmetmek için bir sistem tesis etme düşüncesi tüm ABD tarihi boyunca görülmektedir. Washington’dan iki asır sonra Başkan Nixon da şöyle diyecektir: ‘Allah Amerika’yla birliktedir. Allah Amerika’nın dünyayı yönetmesini istiyor.’[6]
İnsanlığın kaynaklarını sömürmelerini, başka ülkelerin sırtından geçinmelerini ve diğer toplumlara (Kızılderililer, siyahlar, Müslümanlar vb.) yaptıkları katliamları haklı göstermek için bütün ABD yöneticileri aynı anlayışı dile getireceklerdir. İfade ettikleri bu sözlerle gerçekteki davranışları arasındaki çelişki Amerikan siyasetinin değişmez bir esasıdır. Örneğin Irak’ı ‘medenileştirmek ve özgürleştirmek’ için işgale gittiler. Irak, Suriye ve Gazze’de, bizzat ve vekil güçler aracılığıyla, ‘barış’ için soykırım yaptılar. Amerikan siyasetinin bu ‘seçilmiş halk’ efsanesi; ‘üstün ırklar’ ve ‘aşağı ırklar’ arasında bir hiyerarşi kurarak bütün milliyetçi ve sömürgeci zulümleri ‘haklı’ göstermeye yarar. İsrail devleti ve Hitler Almanya’sında da gördüğümüz bu ‘seçkin ve üstün ırk’ düşüncesinin çok büyük zulümlere yol açtığı bilinmektedir.
Amerika’da insan hakları beyazların haklarıdır. Beyaz adam ‘WASP’tır: Beyaz, Anglosakson ve Protestan. Bu ‘üstün halk’ düşüncesi ‘Kızılderili soykırımı’ ile tarihin en büyük ‘etnik temizlik’ eylemini gerçekleştirir.’ Bu ırkçı bakış siyahları reddeder ve onları eşit bir vatandaş, hatta bir insan olarak bile görmez. Öte yandan aynı ırkçı kibir, 7 Ekim’den bu yana gerçekleşen Gazze’deki soykırımda İsrailli bir yetkilinin ‘insansı hayvanlarla savaşıyoruz’ cümlesinde en kaba ve cahil şekliyle kendini ele verir.
1787’de Amerikan anayasal sistemini oluşturmak için toplanan kongreye katılan delegelerin çoğunluğu o dönemde, İngiltere’deki anayasal sisteme; yasama ve yürütmeden bağımsız bir yargı, yürütmeden bağımsız bir yasama (parlamento) ve yasamadan bağımsız bir yürütmeyi (monarşi) mümkün kıldığı için hayrandı. Adeta Atlas okyanusunun ötesinde ikinci bir İngiltere kurmak istiyorlardı. Tabii Monarşi söz konusu olamayacağı için Amerikan başkanlık-kongre sistemini icat ettiler.
Amerikalı iktisatçılar ve politikacılar şunu gördüler: Dünya ticaretine sahip olmak ve yeryüzündeki kaynakları istedikleri gibi sömürmek için rakip ülkeleri fakirleştirmeleri ve savaş çıkartmaları (iki dünya savaşı, Kore savaşı, Vietnam savaşı, Irak savaşı, Afganistan savaşı vs.) gerekiyordu.[7] Amerika gerçekten de devam eden 1929 iktisadi krizine kesin bir biçimde ancak ikinci dünya savaşı (bu savaştan dolayı Amerika’ya verilen olağanüstü siparişler) ile son vermiştir. ABD bugün elinde tuttuğu küresel gücü ve zenginliği temelde bu savaşlar sayesinde elde etmiştir. Avrupa ikinci dünya savaşında yaşadığı yıkımın etkisini, savaştan 77 yıl sonra Rusya-Ukrayna çatışmasıyla bir kez daha anımsamıştır. Batı bu konumunda Rusya’nın nükleer tehdidine karşı uluslararası hukukun bir anlam ifade etmediğini gördü. ABD bu savaş yüzünden Avrupa’nın zayıf görünmesinden memnundur. Özellikle Almanya, ekonomik büyümesini, enerji güvenliğini ve uluslararası ticaretini tehdit eden bu savaştan ciddi şekilde olumsuz etkilenmektedir.
Amerika, savaştan birçok açıdan yarar sağlamaktadır: Bu şekilde ABD kapitalizminin olağanüstü makinesi çalışır; savaş demek, yeni siparişler ve yeni pazarlar demektir. Tekelci ve egemen büyük sermaye dünya ticaretini yönetir: Büyük koloniler kurulur, gemiler ticaret yolları üzerinde gidip gelir, Amerikan düzeni göz kamaştırır. Amerikan ekonomisinin bir uyarıcıya ihtiyacı olduğu zaman her seferinde ya aracı kuruluşların (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb.) milletleri/devletleri manipüle eden ‘yumuşak’ yoluyla harekete geçiliyor; ya da ‘özgürlük, insan hakları, demokrasi götürmek’ için planlı olarak önceden seçilmiş ülkelere savaş açılıyor.
Amerikan ekonomisinin dayandığı unsurlar; 1.Dolar. ABD IMF gibi kuruluşlar ile ‘dünya para sistemi’ ve dünya ticaretini düzenlemektedir. 1944 yılında[8] dolar dünya rezerv para birimi olarak kabul edilmiştir. Amerika para manipülasyonu yapmakta, dolar kuruyla istediği gibi oynamaktadır. Uluslararası ticarette dolar temel noktadır. Altın ve petrol dolar üzerinden işlem görmektedir. 2. Şirketler. Dünyanın en değerli şirketlerinin çoğunluğu ABD merkezlidir: Silah endüstrisinden ilaç şirketlerine, bilgi teknolojisi markalarından petrol-enerji şirketlerine değin, çok uluslu dev şirketler dünyayı bir ağ gibi sarmıştır. Amerikalı büyük şirketler diğer ülkelerin ekonomilerinden gittikçe daha fazla pay alıyorlar. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin şirketlerinin sermayelerinin önemli bir kısmı Amerikalı yatırımcıların elinde bulunuyor. Hayatımızın her alanı Amerikancılığın istilası altındadır. Dünyanın her yerinde kitleler, levi’s giyiyor, Coca Cola içiyor, Mac Donald’s veya Starbucks’a gitmeyi ödül sayıyor. ABD, Walt Disney, Warner Bros gibi şirketler yoluyla yayıncılıkta tekel oluşturuyor ve kültürel hegemonya kuruyor. 3. Borsa: ABD borsaları (NYSE ve NASDAQ) dünya finans sisteminin kalbi gibidir.[9] Amerikan borsalarında işlem gören büyük şirketler (Mobil, Chevron, Apple, Microsoft gibi) dünya ölçeğinde enerji, iletişim ve teknoloji alanında standartları belirler. Küresel internet trafiğinin çoğu ABD merkezli 5 büyük şirket (Google, Meta, Apple, Amazon, Microsoft) üzerinden akar. Dijital bilgi egemenliği Amerika’nın elindedir. Sonuçta tüm bu faktörler başka ülke ekonomilerini Amerikan finans sistemine bağlamaktadır. Bu şekilde ekonomik bağımlılık oluşturmaktadır. Kriz zamanlarında veya yöneticiler manipüle ettiğinde (Mesela Amerikan Merkez Bankası (Fed) faiz artırdığında) para genellikle görece zayıf ülkelerden çıkar ve ‘güvenli liman’ olarak görülen Amerikan borsasına ve hazine tahvillerine akar. Bu da Amerika’ya finansman sağlayıp ekonomisini korurken diğer ülkelerde ekonomik dalgalanmalara yol açar. ABD’nin yaptırım uyguladığı ülkeler finansal sistemden dışlanır. Bu şekilde o ülkelerin durumları zayıflar. Amerikan borsası küresel sermayeyi toplar ve konumları belirler.
Amerikan sistemi ve dünya görüşü bir hayat tarzı ve bir insan anlayışı sunmaktadır. Bu anlayış, aslında bir kısmı da sistemin kurbanı olan Amerikan toplumunu aşmaktadır. Bugün gücü ve zenginliği elinde tutan yeni dünya sisteminin yöneticileri, Pentagon ve Wall Street’e[10] dayanmaktadır. ABD hem finansal sistem hem de askeri sistemle dünyayı kontrol eder.
ABD hükümranlığı sadece ekonomik güçle değil askeri güçle de desteklenir. Her yeni savaş veya gerginlik savunma sanayii şirketlerinin (Lockheed Martin, Raytheon, Northrop Grumman, Boeing) değerlerini yükseltir, doların küresel gücünü pekiştirir. Böylece bir hükümranlık mekanizması inşa edilir. Amerika hem finansal sistem hem de askeri sistemle dünyayı kontrol etmektedir.
NATO, 1949 yılında Sovyetler birliğine karşı ABD liderliğinde kurulmuş Batı ittifakıdır. Ancak Sovyetler dağıldıktan sonra da varlığını sürdürmüş ve görevini genişletmiştir. NATO’nun hedefinde Afganistan’dan Libya’ya (müdahale ettiği) İslam ülkeleri vardır. NATO’nun (yani ABD’nin) tüm dünyada üsleri vardır.[11] Batı bloku büyük oranda ABD teknolojisine ve silah sistemine bağımlıdır. NATO’nun bütçesinin %70’i Amerika tarafından karşılanır. NATO ülkeleri ABD’nin belirlediği ‘NATO standardı’ silah ve sistemleri kullanmak zorundadır. Böylece bu ülkeler askeri güvenlik, savunma sanayi, enerji politikaları ve siyasi kararlar yönünden ABD’ye bağımlıdır.
Bugün Amerika liderliğindeki Batı uygarlığının bunalımından söz edebiliriz. Güç, teknik ve askeri başarı artık yeterli olmamaktadır. Hıristiyanlık temelli öz, insanlığa yeni bir hayat şekli ve anlam sunmamaktadır. Dünyanın yaşanmaya değer olduğunu gösterecek bir inanç, prensip, yorum yoktur batılı hayatta. Sadece yozlaşma, merhametsizlik, ruh yoksulluğu ve ilkesizliktir bunalımdan yansıyan. İnsanlığı yok oluşa sürükleyen Batılı aklın ışıksızlığı, cevapsızlığı ve kibridir. İslam’a teslim olmanın vakti gelmiştir.
[1] Amerika’ysa uzun bir süre kendi sınırları içinde kalan, zengin bir dekorda fışkırmış ikinci bir Avrupa’dır. (Sezai Karakoç, İslam’ın Dirilişi, Diriliş yay., İstanbul 1978, s. 7)
[2] Allan Nevins-Henry Steele Commager, ABD Tarihi, çev. Halil İnalcık, Doğu Batı yay., Ankara 2016, s. 19
[3] Garaudy, Amerikan Efsanesi, çev. Cemal Aydın, Timaş yay., İstanbul 2014, s. 14
[4] Garaudy, a. g. e., s. 16
[6] Garaudy, a. g. e., s. 17
[7] ‘Meşhur iktisatçı Lord Keynes 1919’da Barışın İktisadi Sonuçları kitabında şunları yazıyordu: ‘Eğer bizler Orta Avrupa’yı kasıtlı olarak fakirleştirmeye çalışırsak peşin peşin ve kesin bir inançla haber vereyim ki bunun intikamı korkunç olur. Yirmi sene içinde galibi kim olursa olsun medeniyeti mahvedecek olan bir savaşla karşı karşıya kalırız.’ ( Garaudy, a. g. e., s. 36)
‘
[8] 1944 yılında Amerika’nın Bretton Woods beldesinde 44 ülke temsilcisinin katılımıyla (ana aktörler daha önce dünya ticareti ve finansının lideri olan ancak artık borçlu ve muhtaç olan İngiltere ile bu ülkeden alacaklı olan Amerika’dır) yapılan toplantı sonrasında imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla dolar (altın karşılığı basılan tek para olarak) dünya çapında kabul edildi. Dünya merkez bankaları rezerv olarak dolar tuttular. Bunda ABD ekonomisinin büyüklüğü, dünya ticaret hacmindeki yeri, küresel finans sistemindeki önemi de doların altınla ilişkisi kadar etkili oldu. Petrol ve altının dolarla fiyatlandırılıyor olması da çok önemlidir. ABD 1971 yılında (Vietnam savaşının oluşturduğu ortamda) doların altın karşılığı basılması ilkesini terk etti. Ama Amerika’nın hegemonik gücüyle dolar bugün de (merkez bankaları tarafından) rezerv para olarak kabul görmektedir. Yani altın karşılığı basılmayan, yalnızca kağıt ve mürekkep değeri olan bir para (dolar), sanki altın (karşılığı varmış) gibi dünyada kabul görmeye devam etmektedir.
[9] Bu dünyanın en büyük borsaları sayesinde: Küresel yatırımcılar Amerikan şirketlerine yatırım yapar, ABD sermaye akışını kontrol eder, dolar küresel ticaretin ana para birimi haline gelir.
[10] Pentagon, ABD’nin Savunma bakanlığının merkezi binasıdır. (Beşgen şeklindedir) ‘Pentagon’ kelimesi ABD ordusu veya askeri yönetimi anlamında kullanılır.
Wall Street, New York’ta, Manhattan bölgesinde bir sokak adıdır. Burada dünyanın en büyük 2 borsası olan New York Borsası (NYSE) ve NASDAQ (Elektronik bir borsadır), büyük bankalar, yatırım firmaları bulunur. Wall Street Amerika’nın (ve büyük ölçüde dünyanın) finans sisteminin kalbidir.
[11] ‘ABD, dünya genelinde 1000’in üzerinde askeri üsse, bütün ülkelerin bütçelerinin toplamına yakın bir askeri bütçeye, dünya ve uzay üzerinde tam spektrumlu bir tahakküm kurabilmesi için gereken en gelişmiş teknoloji ve en son araştırma tekniklerine sahip bir devlettir.’ (Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar: Eskiler ve Yeniler, çev. Aslı Önal, Ayrıntı yay., İstanbul 2018, s. 10)