Erzurum’da Abdülbaki Çınar Hocamızla Rufailik üzerine söyleşimize devam ediyoruz.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın 5 çocuğundan Yakup isimli oğlundan dünyaya gelme dedeniz Mevlüd Baba’yı tanıyabilir miyiz?
‘’Hacı Mevlüd Baba Şehit Yakup Baba’nın oğlu. Kendisi 1900’lü yıllarda dünyaya geliyor. Bazı anlatımlarda 1895 olduğunu öğreniyoruz. Yani Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde. Hacı Ahmed Baba’nın halifesi Öznülü Abdülgani Efendi köyün genç imamı, ondan Kur’an-ı Kerim okumayı, Arapça yazı yazmayı, tecvid derslerini, mevlid-i şerifi onları Arapça okumayı öğreniyor. Tam Erzurum Kurşunlu Medresesi’ne gelecektir ki o günün şartlarında seferlik oluyor. Zat-ı âlileri daha 15-16 yaşlarında bir delikanlı olarak seferber oluyor. Hüzünlü bir dönüşle döndükten sonra diyor ki: Evde yaygı yoktu, duvara koyacağımız bir halı, yastık yoktu. Başladık diyor onları yapmaya. Ermeniler evlerimizin penceresini sökmüş, kapılarını kırmış, yakmışlar. Başladık o mekanlarımızı yapmaya. Dumanlarımızı tüttürüp yeniden hayata bağlanmaya. Civar köylerde Hacı Ahmed Baba’nın ihvanlarıyla beraber zikirler, sohbetler, seyahatler tekrar dergâhı toplamaya çalışmış. 1970 yılında Erzurum Yoncalık’ta bir ihvanlar Allah razı olsun vesile olmuş, Bedevi Hacı Zeki Efendi vardı, o zat-ı muhterem Erzurum’a gelmişti. Erzurum’da Vali Hafız Paşa İlköğretim Okulunun karşısında üç katlı bir ev yaptırmışlardı. Ben de o evde, onun yanında, hacı babanın evinde ilkokulu, ortaokulu, liseyi okudum, onun yanında. Zat-ı âlileri Molla Kaya Cami’ye gider, namaz kılardı. Çıkınca insanlar onun ayakkabılarını koyardı. 1.80 boylarında, ne zayıf ne şişman, kararında bir fiziği vardı. Alnı geniş, kaşları kalın, cemali güzel, kelamı güzel, kâmil bir mümindi. Anlatırken hasretim ve hayranlığım da var. İnanın bizden hiç ayrılmadı. Yani bilgisayarlarımızı açınca orda resimleri duruyor. İşte kitaplarımızda resmi duruyor. İnternet dünyasında yayılan resmi ben yaptırmıştım hacı babanın. Hep bizden alıntıdır onlar. Belki herkes sevdiğini iddia eder ama hiç kimse benim kadar sevdiğini iddia edemez. Çünkü burda yazdığım eserlerde sözcüklerde sevgim belli oluyor.’’
Evet, belli oluyor hocam. Ben şahitim hocam.
‘’Dolayısıyla zat-ı âlilerinin çokça ziyaretine gelen insanlar olurdu. Kederlere ve neşelere katılırdı. Kendisine bir gün Has Bahçenin Gülleri isimli mahalli bir televizyon olan Kanal 25’te program yapan kızımız sordu. Yeniden dünyaya gelseniz yapmak istediğiniz üç şey nedir? Buyurdu ki: Şehir merkezinde yaşamak. Şuna atıf yapardı: Peygamber Efendimize sormuşlar: Şehirle köy nasıldır? Zat-ı âlileri buyurmuş ki: Şehir hayat, köy memat, ölü gibidir. Hz. Mevlana da demiş ki: Kalenin burcuna bir burç kondu. Vaize sordular: O kuşun kuyruğu mu üstündür yoksa başı mı? Buyurdu ki: Eğer ki kuyruk ilme, medeniyete şehre bakıyorsa sen onu kafadan üstün kıl. Yok zaten kafa şehre bakıyorsa canlar feda edin. Yani bir sülalenin, bir aşiretin, kuyruk mesabesinde olan çocuğu eğer ki ilmin tadını almış, şehre yönelmişse sen onu kafadan 40 defa üstün bil. Yani o aşiretin büyüğünden ailenin büyüğünden üstün. Yoksa zaten aile ilme yönelmişse, medeniyete, fenne, teknolojiye yönelmişse sen ona canlar feda et. Allah razı olsun Hacı Mevlüd Baba bunları gördü. Tüm evlatlarının oğulları okudu. Şimdi profesör düzeyinde torunları var. Hep böyle üniversite mezunu evlatları var. Bugünkü hâlimizi Allah’a hamdederek Hacı Mevlüd Baba’ya borçluyuz.’’
Ama özellikle torunları arasında size ilgi göstermiş, sizinle ilgilenmiş.
‘’Zat-ı âlileri diyordu ki: Hacı Ahmed Baba beni sevdi. Ben de Baki’yi seviyorum, diye beni yanında büyüttü. Çok dayağını yemişimdir. Çocukken oynamaya çıkardım…’’
Diğer çocuklar kıskanmasın hocam. :)
‘’Evet :)) Efendim gelirdi, evde göremeyince peşime düşerdi. Büyük annemin arkasına gizlenirdim. Ne yapar eder…’’
Kaç torunu var hocam?
‘’Sayısını şu an belki hatırlayamayacağım. Torunları çokça. Torununun torununu gördü zat-ı âlileri. Müsaadenizle onunla bir anımı nakletmiş olayım.’’
Tabi ki de. Buyurun hocam.
‘’Ben Köy Hizmetlerinin lojmanlarında ikamet ederken Hacı Mevlüd Baba’nın son eşi Hacı Emine annemiz hastaneye kaldırılmış bir hastalığına istinaden. Sorulmuş: Hacı Mevlüd Baba sizi ne yapalım? Demiş: Beni Abdülbaki’nin evine götürün. Kapıyı açınca Hacı Mevlüd Baba’yı gördüm, dedim: ‘Oo, bu ne büyük şeref.’ Yani biz dededen öte, bir mürşit, böyle saygıdeğer bir insan. Elinin aynen böyle üstünü öper, avucunun içini yüzümüze sürer, her sözünde hikmet ve keramet arardık, ona sorular sorardık, onunla beraber olurduk. Birtakım videolarda da ben hep yanındayım.’’
Kısmetlisiniz hocam.
‘’Muhakkak. Allah razı olsun. Gittim o zaman, muhterem efendim Hacı Baba çok az yerdi. Pehlivanlık yapmış. Diyor: ‘Elim kadar ekmek yerdim.’ Öyle bizler gibi çok yememiş. Gittim, orda süzme bal, mideye yük vurmayacak tavuk gibi buna benzer bir şeyler aldım. Çay kaşığıyla veriyorum. Dedi ki: ‘Seni anlıyorum ama benimki aşmış bir gün. Dünkü hâlim bugünden iyi, bugünkü hâlim yarından iyi, yerin altı da yerin üstünden daha iyi.’ Hacı Baba’yı Köy Hizmetlerinin parkında gezdirirken dedim: ‘Hacı Baba buralar ne güzel.’ Dedi: ‘Oğlum, seni anlıyorum ama benim ahvalim bu.’ Böyle şiir gibi. ‘Dünkü hâlim bugünden iyi, bugünkü hâlim yarından, yerin altı da yerin üstünden iyi.’ Diyelim ki zat-ı âliniz ziyarete geldiniz. Sizin babanızı, dedenizi sorardı. Hacı Baba sizlere ömür. ‘Heyhat! diyordu, herkes gitmiş bir kalan biz olmuşuz eşten, emsalden, akrandan.’ Onu söylerken sanki Palandöken Dağı’na bir bakış attı. O gözlerinden bir çift kanatlı kartal çıktı. O sözün bittiği yerde Ejder Tepesi’nin tepesinde kanatları kırıldı ve yere düştü. Hacı Baba bir sarsıntı geçirdi, kucağıma aldım. Heyhat! O pehlivan, o yiğit, o cesameti duran adam baktım ki içi boş boru gibi. Kucağıma aldım. Anladım ki Hacı Babam yüzünü artık dünyadan ukbaya dönmüştü.’’
Sene kaç hocam?
‘’1994 Ekim ayı olsa gerek.’’
O zaman 99-100 yaşında mı vefat etmiş oluyor hocam?
‘’Evet, evet. Bir asırlık ömrü var.’’
Mevlüd Baba’yla aynı dönemde yaşamış ve görüştükleri büyük zat-ı muhteremler kimlerdir?
‘’Hacı Mevlüd Baba yaşadığı dönemde Hamza Aktan Bey’i söyleyebilirim. İlahiyat Fakültesinde, İslam hukuku anabilim dalı başkanı gelirdi. Hacı Baba ilme değer verirdi. Onu yanına oturturdu. Anlattığı sözlerde derdi ki: Her insan aynı mevzuyu anlatırken değişik üsluplar kullanabiliyor ama Hacı Baba hepsini aynı standartlarda anlatıyor. Yani biz binlerce cilt kitap okumaktansa Hacı Baba’nın yanında, onun ardında namaz kılarken onunla beraber hareket ederken daha çok şey öğrendiğimizi anlıyoruz.’’
Hocam siz de o şekilde ifade ediyorsunuz. Sanki önünüzde bir kitap var, böyle bir ekran var, ordan okuyormuş gibi anlatıyorsunuz. Açıkçası bana da dinlemek düşüyor.
‘’Allah razı olsun. Rabbim şanınızı yüce eylesin. O da zannediyorum ki Allah’ın bir lütfu, inayeti, Hacı Mevlüd Baba’nın da sevgisi ve himmeti diye düşünüyorum. Ben zat-ı âlilerini hakikaten çok ama çok seviyor, ahirete irtihal ederken de Azrail’i onun kalıbında bekliyorum. O ölümün acısı çöktüğünde gelip de şöyle bir yanağıma: ‘Bir şeyin yok, şimdi birazdan gideceğiz, iyileşeceksin o hazık doktor, konusunun uzmanı doktor gibi.’’ Rabbim diyorum ben, Azrail’i dedemin kalıbında bekliyorum inşallah.’’
Hocam dua edin de bize de böyle ölüm nasip eylesin.
‘’Âmin, inşallah. Âmin, âmin. İbadetler içinde inşallah.’’
18. bölümün sonu