30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu Mezuniyet töreninde, yeni mezun olan teğmenlerden bir kısmının gayri meşru olarak kılıç çekip bir yerlere mesajlar verdiklerini sandıkları görüntüleri hep birlikte izledik.
Günlerdir konuşuluyor ve daha da konuşulmaya devam edecek. Ama boş konuşmamak için meselenin can damarını teşkil eden hususlara değinmek gerekiyor. Türkiye tarihinde hatta Osmanlı döneminde hiçbir darbe geçmişi olmasa, her şey güllük gülistanlık olsa ve durup dururken teğmenler böyle bir şey yapmaya kalkmış olsa bunu teğmenlerin romantik bir eylemi olarak kabul edebiliriz. Fakat mesele Türkiye olunca iş değişiyor. Gerçi dünyanın üçte ikisinde darbe kültürünü yerleştiren namussuz batılılar olduğu müddetçe dünyada darbe kültürü bitmez. Niçin namussuz diyorum çünkü son elli yılda çevremizdeki ülkelerde, Afrika’da ve Latin Amerika ülkelerinde alçakça yapılan tüm darbelerin arkasında batılılar ve özelde de ABD olduğunu artık sağır sultan bile duydu ve biliyor. Dünya üzerindeki bu alçaklıklar şu an bu yazının konusu değil o yüzden başka yazılarda değinmek üzere geçiyorum.
Tekrar dönelim ülkemize, bizim de Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden bu anlamda yani darbe geçmişi noktasında pek bir farkı yok. Bugüne kadar başarılı olamayan tek darbe en sonuncusu ve en alçakçası olan 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi oldu. Türk milleti, Osmanlıdan beri gelen, cumhuriyet döneminin başından beri siyasine, askerisine velhasıl birçok çeşidini yaşadığı darbeler konusunda çok tecrübeliydi. Fakat bu sefer, II. Abdulhamit Han’a yapılan ve hain İttihatçıların 10 yıl içinde imparatorluğu paramparça etmesine vesile olan 27 Mart darbesinden farklı olarak darbeye direnme kararlığı içinde olan bir liderin yönettiği bir ülke haline gelmişti. Tayyip Erdoğan kendisine yapılan birçok darbe girişimlerinden çıkıp gelen bir liderdi. Ve milletimizde öyle ya da böyle, ne 27 Mayıs’taki ne de 12 Eylül’deki millet değildi. Bu yüzden bu darbeyi her birlikte devirmeyi, püskürtmeyi başardık. İlk defa ABD’yi bu topraklarda yaptığı kanlı işlerde yıkmayı başardık. Bu yüzden şu anda cılız da olsa, genç teğmenleri kullanıp, kılıçlarla mesajlar vermeye çalışıyor. Artık kendisine köpeklik yapacak elemanları bulmakta zorluk çekiyor. Ama hala varlar ve hala fırsat kolluyorlar.
Bugün 12 Eylül ve 44 yıl önce bugün darbe yapan Kenan Evren ve şürekası için CIA Başkanı zamanın ABD Başkanı’na bilgi verirken “Efendim bizim çocuklar başarmış” diye mesaj veriyordu. Evet o günlerde komuta kademesinin tamamı, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın büyük kısmı CIA’in bizzat emrindeydi. Maaşlarını CIA’den ve Mossad’dan alan adı milli istihbaratçılarımız vardı. Bugün elhamdülillah geldiğimiz noktada yine bazı adamlarını kullanarak sadece kılıç sallayabiliyorlar. Ama bundan sonra o kılıçları sallayan eller çatır çatır kırılacak. Soruşturma devam ediyor ve bu konuda işin içinde olan herkesin kolunu kırmazsan yarın tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi onlar bizim kollarımızı, bacaklarımızı kırarlar. Hain fetöcüler 12 Eylül darbesinden sonra, 1980’li yılların başında, Kenan Evren denen şahsın darbe idaresinde orduya yerleşmiş olmasalardı, 15 Temmuz’da darbeye yeltenemezlerdi. 15 Temmuz sonrası darbe suçundan atılan 192 generalin tamamının, Harbiyeye giriş tarihleri 1985 ve 1986’yı yıllar. O tarihlerde darbecilerden habersiz Harbiyeye birisi girebilir miydi acaba? 192 generalin tamamı 30 yıl boyunca bekleyip darbenin uygun zamanını beklediler. Bizzat devlet içindeki mekanizmalarda beslenip, büyütülen darbeciler zamanı geldiğinde aldıkları emri yerine getirmek üzere harekete geçtiler. Nitekim 15 Temmuz’un hemen ardından yapılan NATO toplantısında, yapılan açıklama manidardır. Türkiye’de birlikte çalıştığımız tüm askeri yetkililer, komutanlar görevden alındı diye aslında sitem ederken yaptıkları alçaklığı ortaya koymuşlardı. Yani, “Şecaat arzederken merd-i kıpti, Sirkatin söyler” hesabı yaptıkları alçaklığı, namussuzluğu ortaya koyuyorlardı.
Ne 27 Mayıscılar, ne 12 Eylülcüler ne de 28 Şubat veya 27 Nisan e-muhturacıları bitmediler, tükenmediler. Sadece sindiler ve fırsat kolluyorlar. 15 Temmuz hainleri de, ABD’nin desteğinde, gözetiminde yeniden kendilerine görev verilmesini ve efendilerine hizmet etmeyi bekliyorlar. Uyanık olmaz ve ekonomiye aşırı derecede kendimizi kaptırıp, patates ve soğanla aşırı meşgul olmaya devam edersek, hem memleketi batıya teslim etmeye hem de o elimizdeki üç beş patates ve soğanı da almak için pusuda bekliyorlar.
Bu ülkede, Osmanlının son döneminden ve özellikle de cumhuriyet tarihi boyunca müthiş bir iş ve hizmet düşmanlığı yaşandı. Bir zamanlar büyük emeklerle ortaya konulan, uçaklar, silahlar, arabalar, fabrikalar özenle yok edildi. Bunun öyle tesadüf ü şeyler olduğunu düşünmüyorum. Maalesef bunun Türkiye Cumhuriyeti kurulurken batıya verilen taahhütlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir şekilde batıya endeksleyen, bütün kurum ve kuruluşlarını hatta yaşam tarzımızı bile batıdan almamız gerektiğini bize inandıranlar, hatta bunu zorlayanlar bizim bir tarım toplumu olarak kalmamız noktasında söz vermişler. Biz sizi tehdit edecek ne bir silah, ne bir ürün, ne de herhangi bir siyasi oluşum içinde olmayacağız taahhüdünü vermişiz. 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihini okuduğumuzda olayları sebep sonuç ilişkileri ile tarafsız bir gözle değerlendirdiğimizde bunu görürüz. Bu iş ve hizmet düşmanlığı öyle tesadüfü bir şey değildir. Bu bürokrasinin içine, kılcal damarlarına kadar işlemiş bir durumdur. Efendim yapılsaydı, yapılamadı gibi mazeretleri takip ettiğinizde, veya Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Şakir Zümre, Nuri Killigil, Devrim otomobilleri ve Necmettin Erbakan’ın pancar motor teşebbüslerini şöyle bir takip ettiğinizde, bu büyük projelerin nasıl ve ne şekilde sabote edildiğini görüyorsunuz. Bu saboteler öyle kişisel veya tek tük tepkilerle ortaya çıkan şeyler değildir. Bu saboteler bizzat devlet bürokrasisi tarafından örgütlü ve planlı bir şekilde yapılan provakasyonlardır. Eğer bu saboteler ve alçaklıklar örgütlü olmasaydı, Devrim otomobilleri üretilip Ankara sokaklarında dolaşırken, akıllarda kalan meclisin önünde benzin olmadığı için durması değil. Ertesi gün bütün gazetelerde istisnasız bütün basın yayın organlarında “KENDİ OTOMOBİLİMİZİ YAPTIKM” manşetleri olurdu. Fakat o dönemin basınını elinde bulunduran alçak ve namussuzlar bunun tam tersini yaptılar. “Araba yaptık ama benzin koymayı unuttuk” manşetleri ile çıktı o günün bütün gazeteleri. Bu 27 Mayıs artığı alçak basın tavrı yüzünden o mühendislerin emekleri bu başlıklarla heba edildi. Şimdi buna kibarlık yapıp, ne diyelim. Elbetteki alçaklık ve namussuzluktur. Ama bu örgütlü kötülük sadece bu işle kalmadı ki. Onlarca, yüzlerce proje aynı mantıkla yok edildi. Bu manşetleri atanların torunlarının boş durduğunu mu sanıyorsunuz. Eğer öyle düşünüyorsanız gerçekten çok safsınız. Öyle kibarlık yapacağız falan diye bu alçak ve namussuzları deşifre etmeyip, içimizde beslediğimiz için bugün de ellerine fırsat geçse bütün savunma sanayi projelerini sabote edeceklerinden zerre kuşkum yok. Bu yüzden öyle 12 Eylül’ın yıldönümünde ya 40 yıl geçti bir daha aynı şeyler olmaz falan diye düşünüp rehavete kapılmayalım. Maalesef AK Parti’nin bu geçtiğimiz 20 yıllık süreçte milleti çok fazla rahata alıştırdığını düşünüyorum. Bir zamanlar ekonomik sıkıntılarımız vardı ama bunların üzerinde bir davamız olduğunu unutmuyorduk. Bu ülkeyi bu darbeci zihniyetten kurtarmak için, ekonomik sıkıntılarımız hiç aklımıza gelmiyordu. Fakat şu anda millet tekrar ekonomik sıkıntılarla maalesef yeniden o pusuda bekleyen darbeci zihniyetin kucağına düşmek üzere. Bunda kendisi aşırı derecede iktidarın büyüsüne kapılarak milletten uzaklaşan parti kadrolarının da payı çok büyük. Bunun büyük bir vebal olduğunu unutmamaları gerekiyor.
Velhasıl 12 Eylülün yıldönümünde öyle 44 yıl geçti bir daha bir şey olmaz falan dememek gerekiyor. Nasıl 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta darbecilere methiyeler düzen basın yayın ve bürokrasi vardıysa bugün de herhangi bir olumsuz durumda, saklandıkları deliklerinden çıkarak, darbecileri alkışlayacak bir kitle bulunuyor. Bazen kafalarını cılız da olsa çıkarıp kendilerini hissettiriyor iyi ki de hissettiriyorlar çünkü o kafaları görmesek gerçekten rehavet, derin uykuya dönüşecek. Milletimizin şunu bilmesi gerekiyor. 100 yıl boyunca İş ve hizmet düşmanlığı yapanlar, bunların kaymağını yeme hakkının sadece kendilerinde olduğuna inanan, güruh asla yok olmadı. Pusuda büyük bir sabırla ve kararlılıkla bekliyor. Bundan sonraki yazıda da, bu pusuda bekleyen güruhun en büyük motivasyon kaynağı olan “Kemalist” düşüncenin nasıl olup da bu darbelerin hepsinde başat bir rol oynadığı üzerinde durmak istiyorum. Vesselam.