“FERDİ” ÜZERİNDEN NEYİ MEŞRULAŞTIRIYORUZ?
Geçtiğimiz günlerde Ferdi Tayfur vefat etti ve bu dünya macerası onun için bitmiş oldu. Fakat ülkede müthiş bir etki bıraktı. Evet milyonlarca hayranı vardı. Dinleyenleri, sevenleri pek çoktu. Bir zamanlar “Arabesk” müzik denen akımın en önemli temsilcisi olarak milyonlarca insanın gönlünde yer etti. Bütün bunlara söyleyecek bir şeyim yok. Bir sanatçının sanatından dolayı sevilmesinden doğal bir şey olamaz.
Fakat bazı şeyleri de düşünmemiz gerekiyor. Bir sanatçıya duyulan hayranlık veya sevgi gibi duygular yüzünden her şeyi meşru görebilir miyiz? Bizler Müslümanız ve bir Müslüman hassasiyeti ile hayata bakmamız olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Bu yüzden Ferdi Tayfur’un şahsı üzerinden bir şeyleri meşru hale getirmek, bizler için haram olan birtakım fiilleri meşru görme gibi bir yanlışa gidildiğini maalesef görmeye başladım. Önceki gün Ferdi Tayfur’un “Emmioğlu” şarkısını açınca bunu daha net bir şekilde fark ettim. Neyle başlıyor sözleri birçok kimse biliyor. “Bu kadeh senin şerefine Emmioğlu” yani filminde de benzer manzaralar var. Malum bir ortam ve kafalar çekiliyor ve çekilirken de bu şarkı dillendiriliyor. Bu ortamın bir Müslüman için meşru olabilmesi mümkün mü? Asla mümkün değil. Eğer böyle ortamları meşru sayacaksak Müslümanlığımızın ne bir anlamı ne de bir değeri kalır.
Bunun yanında “Arabesk” ile ilgili birçok şey yazılıp çizilebilir. Zaten yazılıp çizildi de. Aslında “Arabesk” müzik ceberrut Cumhuriyet elitlerinin Türk müziği üzerindeki yıkıcı etkilerini, tek tipleştirme çabalarını, Türk Halk Müziğinin, Türk Sanat Müziğinin 1933’lerde çıkarılan bir yasa ile yasaklanmasına karşı bir halk tepkisi olarak ortaya çıktı. Ve bir yönüyle bu mazlum ve mağdur bütün değerleri batılılaşma ihaneti ile elinden alınmış, bütün değerlerinin içi boşaltılmış, bütün varlıklarına el konulmuş, bütün bunlarda müstevlilerin siyasi emelleri için yapılmış birtakım yıkım ve yok etme hareketlerine karşı alınmış tedbirlerdi. Bir nevi doğal reflekslerdi. Bu anlamıyla Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay gibi, veya protest müzik diye adlandırılan müzik çeşitlerini de bu anlamda düşünmek gerektiğini çok iyi biliyoruz. Bu anlamda bu çabalar değerli ve kıymetlidir.
Fakat geçtiğimiz günlerde Orhan Gencebay’ın yaptığı açıklama ise bu meseleleri ya hiç anlamadığını veya birilerine Kemalizme, Atatürkçülüğe şirin gözükmek için yapılan bir açıklama olarak tarihe geçti. Yani 1930’larda Mustafa Kemal Türk müziğine sahip çıkmış, yani Kemalizm Türk müziğinden yana tavır almış. Yani o yaşanan yasaklar, sıkıntılar, TRT’ye bile çıkarılmadıkları yılları unutarak yapılan bu açıklama ne derece tarih cahili olduğunu veya bilse de bir yerlere şirin gözükme gayreti içinde olduğunu gösteren önemli bir açıklamaydı.
Kime şirin gözükmek için yaptı bu açıklamayı bilemiyorum ancak 1930’larda Türk Müziğine hizmet edildi demek cahilliğin zirvesidir. Yönetmen Sinan Çetin’in çektiği kısa filmi herkesi izlemiştir. Bu kısa filmde ceberrut Cumhuriyet elitlerinin 1930’lerde Türk Müziğini yasaklamaları ile nasıl dalga geçilip tiye alındığını izlemeyen yoktur. Orhan Babanın galiba bu kısa filmden de haberi yoktur. Veya yokmuş gibi davranıyor.
Arabesk müzik Türk milletinin, Ceberrut Cumhuriyet elitlerine karşı bir başkaldırısıydı. Batılı güçlerin eliyle yapılmak istenenlere bir karşı duruştu. Bütün bu ezme ve yok etme çabalarına karşı, Türk milleti yeterince donanıma da sahip değildi. Eğitim yoluyla ve yazının değişmesiyle geçmişle bağı tamamen kesilen milyonlar, çareyi “Arabesk” gibi müzik türlerine dalmakta ve şehirlerde de gecekondu mahallelerine sığınmakta buldu. Bilgisiz bırakılmış, toplumu yönlendiren alim şahsiyetlerden mahrum bırakılmış milyonlarca insan, okulla ya hiç tanışamadı. Ya da gittiği okullarda verilen batılılaşma direktiflerini benimsemedi, kabul etmedi, reddetti. Reddettiği için de kendi bilgisi ve görgüsü dahilinde tepkiler geliştirdi. Aslında bu tepkiler üzerinde bilimsel araştırmaların yapılması gereken tepkilerdi. Fakat bu araştırmalara cesaret edebilecek akademisyenlerin çıkması için daha uzun yıllar geçmesi gerekiyor.
Evet Türk milleti bu ve benzeri tepkilerle bir anlamda kendi kendini korumaya alabildi. Buralarda sıkıntılı da olsa, sancılı da olsa Türk milletinin değerleri, kültürü bir nebze olsun yaşatılabildi. Mesele bundan ibarettir. Bir gün bütün bu yaşananlar sağlıklı ve tarafsız bir şekilde bilimsel ve akademik çalışmalara konu olursa bizlerde yaşananlarla ilgili sağlıklı bilgilere ulaşabiliriz. Yani bu durum, bu insanların hayatlarının meşru ve doğru olduğu anlamına gelmez. Bugün Yeşilçam denen sinema ve televizyon sektöründe birçok insan hata ve yanlışlarını görüp istikametini de değiştirdi. Bunlarda olumlu gelişmeler. Son tahlilde bu insanların birçoğu inancı ve batılılaşma tavrı arasında kaldığında inancını tercih eden insanlar. Batının bozuk ve sahte değerlerinin toplumumuzu ne hale getirdiğini görebilen insanlar. Bu nedenle birçoğu söylemi ve eylemi ile bütün baskı ve yıldırmalara rağmen karşı tarafa yani inancının tarafına geçmeyi tercih etti. Müslüman insanlara mahalle baskısı yapıyorlar diyenler aslında Mahalle baskısının dik alasını yapan, kendi düşünceleri dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımayan, faşist, ırkçı, samimiyetsiz ve kendileri dışındakilere asla tahammül edemeyen insanlardır.
Bunu yaşadığımız olaylarla bizzat gördük. Hoşgörü ve barıştan bahseden insanlar, bizim ülkemizde en hoşgörüsüz, en gaddar ve karşısındakini yok etme üzerine kurulu bir zihniyeti taşıdılar hep. Ve bunu açıktan değil gizli ve farklı yöntemlerle yaptılar. Yani aslında mert ve cesur da değildiler bu insanlar. Devletin daha doğrusu Kemalist rejimin kendilerine sunduğu alanda pervasızca at koşturdular ve “Ali kıran baş kesen” edasıyla toplumda terör estirdiler. Bugün köşelerine çekilip görece sessiz olduklarına bakmayın bir gün fırsatını bulduklarında yeniden sahneye çıkmak için pusuda bekliyorlar.
Son olarak şunu altını çizerek belirtmek istiyorum. Vefat eden, Ferdi Tayfur ve daha önce Cüneyt Arkın ve diğer sanatçılar üzerinden yapılan güzellemeler de bu insanların hayatlarını ve yaşamlarında yaptıklarını meşru hale getirmez. Bu söylemler üzerinden birçok genç, içkinin güzel bir halt olduğunu düşünüp gittikleri yolun yanlışlığını sorgulama ihtiyacı hissetmiyor. Bu nedenle ölçüyü iyi tutturmamız gerekiyor. Müziklerini dinlerden dikkat etmek zorundayız.
Etrafımızdakilere bu insanların yaşam tarzları üzerinden hatalı işlerin meşru görülmesinin yanlışlığını anlatmamız, uyarmamız gerekiyor. Yoksa nasıl batılılaşma ihaneti ile Türk milletinin ve birçok İslam toplumunun değerleri elinden alınıp batının birer kuklası haline getirilmişse, bu sempatik görünümlü insanların, sanatçıların eliyle aslında yanlış olan davranışlar meşru hale gelebilir. Bu da zaten yaralı olan toplumumuzun tedavi olma, kendine gelme şansının tamamen ortadan kalkmasına sebep olur. Doğru ve yanlış, helal ve haram bellidir. Bu sınırları yok sayıp yıkanların bu dünyaları da, ahiretleri de berbat olur. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz” hadis-i şerifinin hükmünü hiç unutmayalım. Ahirette birlikte hasrolunmak istemeyeceğimiz işler yapanlardan uzak duralım. Kim ve neyi temsil ediyorlarsa etsinler. Bizi kurtaracak olan sağlam bir iman ve itikattır. Bunun dışındakiler boş işler ve boş uğraşlardır. Enam suresi 32. ayette buyrulduğu gibi “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? bunu ifade etmiyor mu? Cenab-ı Hak insanların akıllarını başlarına alması için çağrıyı yapar. Ne mutlu bu çağrıya uyan Müttakilere. Vesselam.