Vedat ÖNAL

Abdülhamid Han'ı, Çanakkale Zaferiyle beraber anmak

Vedat ÖNAL

 

Müttefik donanması Çanakkale önlerine yaklaştığında kimisi acemi, kimisi toy, kimisi de masonların kontrolünde olan İttihatçı güruh tahttan indirmelerine rağmen II. Abdulhamit’ten görüş almak hem de Payitahtı İstanbul’dan Bursa’ya taşıma fikrini iletmek üzere II. Abdulhamit Hanın huzuruna çıkarlar. 

Talat Paşa ve beraberindekiler durumun vehametini, müttefik donanmanın Çanakkale’yi geçmesi halinde İstanbul’un düşeceğinden dem vurur ve bunlardan bahsederler. Fakat Cennet Mekan Abdulhamit Han, kesin ve net bir şekilde, benim Çanakkale’ye yaptırdığım tabyaların yerini değiştirmediyseniz, müttefiklerin Çanakkale’yi geçmesi mümkün değildir cevabını verir. Bunun üzerine Talat Paşa ve avanesi biz İstanbul’un düşebileceği ihtimaline karşı Payitahtı Bursa’ya taşımak istiyoruz deyince, Abdulhamit Hanın tepesi atar, sinirlenir, hiddetlenir ve atam Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’a girerken İmparator Konstantin, askerlerinin yanında sonuna kadar savaşıp can vermişti. Ben Bizans İmparatoru Konstantin kadar da mı olamayacağım, askerlerimle birlikte şehit oluncaya kadar savaşırım. Yıkılın karşımdan diye net ve kesin tavrını koyunca kuyruklarını kıstırıp karşısından adeta kaçmışlar ve bir daha Payitahtın Bursa’ya taşınması fikri gündeme bile gelmemişti. 
Gerçekten de müttefik donanması, Çanakkale önlerine geldi ve tarihlerinde görmedikleri bir yenilgiyi tattılar. Öylesine muntazam yerleştirilen tabyaların yanı sıra, Nusret mayın gemisinin yerleştirdiği mayınlar onlarca müttefik gemisini Çanakkale’nin serin sularına gömdü. Ardından geri çekilen müttefik donanması binlerce askerini de bu gemilerle birlikte kaybediyordu. Kara savaşlarının aksine 18 Mart Deniz Muharebelerinde verdiğimiz şehit sayısı 6’dır. Evet Çanakkale Kara Savaşlarında verdiğimiz 250 bini saha da, 250 bini de hastanelerde olmak üzere 500 bin kaybı düşündüğümüzde 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin önemi daha iyi anlaşılır. Yani kısaca öyle sürekli dile getirildiğinin aksine Çanakkale’deki asıl zafer denizde kazanılan  işte bu zaferdir. 18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ. Kara savaşlarında Mehmetçiğin gösterdiği kahramanlık ve destanı ayrı değerlendirecek olursak, komuta kademesi, sevk ve idare anlamında çok büyük hatalar ve yanlışlar yapılmıştır. Aynı sevk ve idare zaafiyeti birçok cephede daha yaşanmış ve Mehmetçiğin destansı gayretleri, mücadelesi maalesef basiretsiz, toy ve beceriksiz komutanlar tarafından heba edilmiştir. Sarıkamış Harekatı, Kanal Cephesi ve savaşın sonunda Mondros’a giden yolu sonuna kadar açan en son büyük basiretsizlik mi yoksa, beceriksizlik mi yoksa daha bir başka nedeni mi olduğu hala anlaşılamayan ve maalesef tarih kitaplarımızda hiç anlatılmadan Filistin cephesindeki bozgun ve 7. Ordunun 75 bine yakın mevcudunun tek kurşun atmadan Adana’ya geri çekilmesi gibi vakalar hala aydınlatılmayı beklemektedir. Alman komutanlarla yaşanan uyum sorunu da, komutanların beceriksizliğine sebep olan önemli etkenlerden birisidir. Almanlarla bağımızın olmadığı cephelerde ise büyük başarılara imza atmışız. Örneğin Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafası, Kafkas İslam Ordusu’nun başında Sakallı Nurettin Paşa’nın (Nuri Killigil Paşa) Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye kadar ilerlemesi, Musul ve Kerkük cephesinde Selman-ı Pak zaferi bunlar arasında sayılabilir. Bu zaferlerin hepsinde de Mehmetçiğin sevk ve idaresi direk Osmanlı komutanlarının elindedir. Ve bu komutanlarda ellerinde bulunan orduyu en muhtazam şekilde komuta ederek zaferi getiren başarılara imza atmışlardır. Bu kara savaşlarındaki zaferlerde kesin başarı elde edilmiş ve net zafer kazanılmıştır. Çanakkale kara savaşları 15 ay sürmüş ve belki 1. Dünya savaşındaki en ağır zayiatı verdiğimiz cephe olmuştur. Bunda Alman komutanlarla uyumsuzluğun yanısıra Osmanlı komuta kademesinin de zaafiyeti, 18 Mart Deniz Zaferi’nin ardından İngiliz müttefik askerlerinin çıkarma yapacağı bölgeler bilinmesine rağmen karaya çıkan birliklerin karada tutunmaları zor olmasına rağmen, kim bilir hangi sebepten müttefik birliklerin karada tutunmalarına sebep olan kararların alınması birkaç saat içinde bitebilecek bir savaşın aylarca uzamasına sebep olmuştur. Bunun en büyük sebebinin İttihatçı Enver’in genel kurmay başkanı olarak Çanakkale’de onca Osmanlı Paşası varken komutayı Alman Limon Von Sanders Paşa’ya vermesidir. 

Bu Paşa tarihimizde iki büyük zayiatla kapattığımız muharebelerin tam ortasındadır. Birincisi Çanakkale’de bunca zayiatın sebebi Osmanlı genel kurmayı ile birlikte bu paşadır. Zamanında çıkarma yapan İngilizlere karşı konulmayıp karada tutunmalarına sebep olan kararları alan adamdır. Bu Alman Paşa daha sonra Filistin cephesinde karşımıza çıkıyor. Mustafa Kemal’in başında bulunduğu 7. Ordu 75 bini bulan mevcudu ile Filistin cephesinden büyük bir kaçışla geri çekilirken gerek Mustafa Kemal gerekse Liman Paşa’da dahil olmak üzere 7. ordunun bütün komuta kademesi önce Şam, sonra Halep ve sonra da Adana’ya kadar orduyu gere çekerek İngilizlerle mücadele halinde olan diğer 6. Orduyu iki ateş arasında bıraktırmış ve özellikle bu cephede on binlerce Osmanlı askerinin esir edilmesine sebep olmuşlardır. Bu konuda tarih kitaplarında maalesef yeterli bilgiye, araştırmaya ulaşmak mümkün değil. Bir gün askeri arşivlerle birlikte birtakım belgelerde ortaya çıkınca Mondros’a giden yolu açan bu olaylar silsilesi de daha yakından aydınlatılacaktır. Nitekim bu büyük hezimet sonrası küplere binen Enver Paşa, Liman Paşa ve Mustafa Kemal’i Divan-ı Harb’de yargılamak istemiş fakat Fevzi Çakmak’ın ve Liman Paşa’nın Alman olmasının getirdiği çaresizlikle bu kararından vazgeçerek ısrar ve tavsiyelere uymak zorunda kalmıştır.

SONRADAN HATIRLANAN ÇANAKKALE ZAFERİNDE MAALESEF ABDULHAMİT HANIN ADI BİLE ANILMIYOR

Cumhuriyetin ilk on yıllarında, 1945’li yıllara kadar uzun yıllar Çanakkale Zaferi ile ilgili ne tarih kitaplarında, ne de resmi hiçbir törenin varlığını göremiyoruz. Nihayet 1935’li yıllarda Avustralyalı Anzaklar ve Yeni Zelandalıların çocukları Çanakkale’de kaybettikleri babalarını ve dedelerini anmak için Çanakkale’ye gelmek isteyinceye kadar. 

Devlet bürokrasisinin bu istek üzerine tepkisi manidardır, “Nereden çıktı bu Çanakkale” olmuştur. Çünkü o yıllarda Osmanlı döneminde yapılmış şehitliklerin yerinde yeller esmekte ve şehitlikler adeta bir mezbelelik halinde harabe vaziyettedir. Evet maalesef Çanakkale’nin gündeme gelmesi, Anzakların ve Yeni Zelandalıların babalarını anmak istemesiyle başlamıştır. Daha sonra 1945’li yıllardan sonra Demokrat Parti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Mehmet Tevfik İleri’nin şahsi gayretleri ile burada anma törenleri yapılmaya başlanıyor. 27 Mayıs Darbesinin en büyük mağdurlarından birisi olan Tevfik İleri ilk defa Çanakkale’ye öğrencileri götürüp, şehitlikleri gezdirerek Çanakkale’nin hatırlanmasına vesile oluyor. Bir de 1936’lı yıllarda Mustafa Kemal’le yapılan bir gazete röportajında verdiği bilgilerden sonra bazı tarih kitaplarına geçen bilgiler ortaya çıkıyor. Meşhur 57. Alay meselesi falan tabii Kemalist bir söylemle o tarihlerden sonra 57. Alay kahramanlığı, Mustafa Kemal’in Anafartalar başarısı olarak önü, sonu ve yaşananlar tam olarak anlatılmadan sadece bir kahramanlık hikayesi olarak yerini alıyor. Tabii tarihe dikkat edelim. Yıl 1936. Yani Anzakların, Yeni Zelandalıların gelip anma yapmaya başladıkları tarihler. Yani gündeme gelme hikayesinin nasıl olduğu herhalde anlaşılmıştır. Yabancılara ayıp olmasın, adamlar kendi dedelerini anıyor biz bir şey yapmazsak nasıl açıklarız bu durumu hesabı. Yoksa Çanakkale ile ilgili bütün bugün bildiğimiz anlamdaki kutlamaların büyük çoğunluğu 1990’lı yıllardan sonra özellikle Turgut Özal’ın getirdiği Japon eğitim uzmanlarının sizin bizim Hiroşima’dan daha büyük Çanakkaleniz var tespitlerinden sonra olmuştur. Tabii her zamanki gibi, Mehmetçiğin bu destanı tek kişi kahramanlığına çevrilip, Kemalizme kurban edilmiştir. Bugün maalesef Çanakkale diğer tarih söylemlerinde de olduğu gibi tek kişinin kahramanlığı üzerinden anlatılan hükümsüz bir zafer konumundadır. 

Çanakkale daha sonra, Demokrat Parti döneminde hatırlanmıştır. Fakat o dönemde de yeterince ilginin olduğu söylenemez. Çanakkale’de bugün ki abidenin yapılması için yapılan çalışmalar da uzun yıllar sürmüş ve adeta yılan hikayesine dönmüştür. Hatta 27 Mayıs darbecilerinin tepkisi ile bir türlü de sonuçlanmamıştır. En sonunda üniversite öğrencileri ve bir gazete birlikte düzenledikleri bir kampanya ile bu abidenin bitirilmesini sağlamışlardır. Yani o yıllarda, bugün olduğu gibi Çanakkale edebiyatının falan yapıldığını görmek mümkün değildir.

Bugün de içimi acıtan en büyük yaralardan birisi. O kadar kutlamalar, etkinlikler yapılıyor. Bir tanesinde de II. Abdulhamit Hanın adının anılmamasıdır. Çanakkale’de sadece bir ay görev yapan Mustafa Kemal Çanakkale kahramanı gibi gösterilip, sanki Çanakkale’nin başkomutanı oymuş gibi anlatılırken, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin kazanılmasında en büyük pay sahibi olan Abdulhamit Hana hiç yer verilmemesini içime sindiremiyorum açıkçası. Çanakkale Kara savaşlarında komuta kademesi dışında, 450 civarında Yarbay vardı ve Mustafa Kemal’de bu yarbaylardan birisiydi. Buradan Bulgaristan Askeri Ataşeliği görevine gittikten sonra da Çanakkale Kara savaşları daha 15 ay daha devam etti. Peki nasıl oluyor da, denizci olmayan ve kara savaşlarında da sadece bir ay bulunan bir Yarbay Çanakkale’nin kahramanı olarak gösteriliyor. Tarihi bir kişi üzerinden anlatırsan böyle oluyor demek ki. Mustafa Kemal’in Çanakkale’de oynadığı rolün anlatılmasına elbette karşı değilim. Gerçek yeri neyse o anlatılmalı. Fakat asıl zafer olan 18 Mart Deniz Zaferi’nin unutturulmasının ve II. Abdulhamit Hanın adının bile anılmamasının maksatlı olduğunu düşünüyorum. Bu durum özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Osmanlıya ve özellikle de II. Abdulhamit Hana olan kinin ve öfkenin bir yansımasıdır. Kin ve öfke gözleri öyle bürümüş ki, tarihi gerçeklerin bile üstü örtülüp bambaşka bir tarih anlatılıyor. Fakat şuna inanıyoruz ki, gerçeklerin bir gün gelip ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var. Her ne kadar üstü örtülmek istense de, II. Abdulhamit Hanın tarihte oynadığı rolle ilgili tarihi çalışmalar yavaş yavaş da olsa gün yüzüne çıkıyor. Belki bir gün Selanik’ten gelen ve onu tahttan indiren Hareket ordusu ile ilgili de gerçekten gün yüzüne çıkacak elbet. O gün geldiğinde birçok karanlık yönün de aydınlanacağına ve ipliğin pazara çıkacağına yürekten inanıyorum. Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları