- Haberler
- Türkiye'nin bir zamanları
Türkiye'nin bir zamanları
O zamanlardan bu zamanlara şimdilerde çok şey değişti. Yıllar öncesinde yadırganan birçok şey bugün normal karşılanır bir hal aldı. Zihinde yaşadıklarımız, söylemde kalan ama eyleme dönüşmeyen, yaşamımızın parçası haline gelmiş onlarca nostalji dünyasının şimdiye uzanan kilometre taşları…
Bizler pek hatırlamayız ama altmış sekiz kuşağı dediğimiz dinamik gençlik bunu iliklerine kadar yaşadı. Bizlere de arkası yarınlar kaldı. Nostaljiyi şimdilerde pek yaşayamasak da -hani olur ya- bir cenahta dizi dibinde oturduklarımızdan dinleriz eskileri. Kısa süreliğine de olsa alır götürürler bizi çocukluklarına…
Onlar yaşarda bizlerde beraberinde gitmez miyiz onların? Eskilerde olduğu söylenen, çokta entelektüel olduğu bilinen, gençliğinde, gençlik kanının deli aktığı dönemlerinin olduğu söylenen Hayri amca etrafına oturduk. Yaşımızı sordu ve bizim yaşlarımızda olduğu o yılları içerisinde tüm enteresanlıkları ile bizlere anlatmaya başladı. Muhabbet koyulaşmaya hazırdı. Ama muhabbetimiz kadar sıcak değildi sokakların havası. Dışarı ayaz ve kar lapa lapa yağıyordu. Bizim kestanelerde tabi sobada… İki lafın belini Hayri amca kırmaya başlıyor, bizlerde kulakları kabarttık onu dinliyorduk.
…1970’lerde “Cin Ali ”serisi varmış. 16 sayfadan oluşan bu siyah beyaz kitapta Ali’nin okulda, denizde, müzede, piknikteki anılarında bahsedermiş. -Bende bunu ilkokul yıllarımda hatırlıyorum; 96’lar falan…- Müthiş bir kitapmış. Kolları bacakları çöpten bir çocuk. Herkes de bu tipi kolayca taklit edip çizerlermiş. Tabi 1980’lerden sonra kitap sektörünün hızlı yükselişi “Cin Ali”nin de sonunu getirmiş. Anlatırken büyüklerimiz o yılların hoşa giden hatıralarını, an be an dile dökülmüyor tabi anlatacakları. Vitesi yükseltip birde afili bir tavırla rollerince muhabbete, lügatlerindeki gençlik yıllarından gelen kavramlara dönüşüveriyor dillerinde hatıralar.
… “Sevdasına doyamadıklarımız” derken aşk maceraları da bir anda kendini ele veriyor. Uzaklardan sevemiyorlarmış birilerini nedense. Şimdiki gibi otobüse bindiksen sonra istediğimiz yere gideceğimiz zaman sabit ücret ile ulaşım yapıyorken o yıllarda 1’den 12’ye kadar sıra numarası alıp, gidilecek mesafeye kadar ücret alınıyormuş. -Ne kadar şanslıymışız şimdilerde –
Tabi büyüklerimizin anlatacakları biter mi? Anlat deyince muhabbetin seyrine giriveriyorsunuz. Tabi unuttuğumuz çayları yudumlarken arada bir de bisküvi atıştırıyordum ben. Sağımda oturan bir arkadaşımın bisküvileri çayla birlikte peş peşine ağzına tıkmaya başladı. Bunu gören Hayri amca başladı tabi anlatmaya. 1980’li yıllar… 30X30X30 ebatında bisküviler satılırmış bakkallarda. Şimdi olduğu gibi ambalajlı değil. Parana göre bakkal amca verirmiş. Bakkal deyip geçme! Gaz sobalarının yoğun olarak kullanıldığı 70’lerde ve 80’lerde mahalle bakkallarının kuytu köşelerinde, altlarında muslukları olan silindirik gaz depoları varmış. Bakkala ellerindeki plastik bidonlarla giden vatandaşlar, bunlara 6-12 litre arası gazı doldurtarak evlerine götürürlermiş.. Muslukları sürekli damlatan bu depolar yüzünden bütün bakkalların içi kesif bir şekilde gaz kokarmış. 70’lerin sonundaki akaryakıt darlığı yıllarında ise, bakkalların önünde yoğun kuyruklar oluşur, kişi başına 6’şar litreden fazla gaz satılmazmış. Aman Allah’ım. O zamandan insanların geçimi hep ite kaka oluyormuş.
Bu haberleri doğru düzgün televizyondan da izleyemezlermiş Hayri amcagil. Televizyon yayınlarının çok kısıtlı yapılabildiği 70’lerde hafta içi her gün 10.00-10.20 saatleri arasında “Arkası Yarın” adı verilen sürekli radyo piyesleri yayınlanır, dinleyicilerin konuya adapte olabilmeleri için, kapı gıcırtısı, ayak sesi, yağmur, rüzgâr, uğultusu, kuş cıvıltısı, motor çalışma sesi gibi birtakım ses efektleriyle zenginleştirilmiş karşılıklı diyaloglardan oluşan piyesler, Türk ve dünya klasikleri ağırlıklı olurmuş. Bu piyeslerin tanıtma yazısı açıklamalarında en akılda kalanı ise; “Efekt: Korkmaz Çakar”mış. Adı geçen şahıs, yukarıda anlatılan efektlerden sorumlu ses görevlisinin adıymış. Görmedikleri adama da bu ismi vermişler. Gazetelerin de bu yüzden ikinci baskısı olurmuş. Radyolarda kısıtlı yayın olduğunda 12 saatlik periyodik aralıklarla gazeteler çıkar, bu çıkan gazeteleri de iskelelerde, vapurlarda, caddelerde “…Yaazııııyoooorr!” diye gevrek bir ağızla bağırarak satan, günlük harçlığını çıkaran bizim yaşlardaki çocuklar da o yıllarda bu işi yaparmış. Okula şimdiki gibi haftanın beş günü gitmiyorlarmış. İlk ve ortaokullar, 1974 yılına kadar Cumartesi günleri de öğrenime devam eder, cumartesileri diğer günler gibi tam değil yarım gün kabul edilirmiş. Bu yüzden öğretim iki saatmiş. İlk ders 1 saat sürer, sonra on dakika teneffüs olur, ardından da 40 dakikalık ikinci ders yapılır ve bahçede hep bir ağızdan İstiklal Marşı okunduktan sonra bir buçuk günlük hafta sonu tatiline girilirmiş. Bu uygulama 1974-75 öğretim yılından itibaren kaldırılıp, Cumartesi günü tam gün tatil kabul edilmiş.
Hayri amca o yıllarda çok küçükmüş. Bizim şimdilerde pop, rock, arabesk… gibi dallarda şöhret olan kişileri ideol yapmak o yıllarda farklı bir modayı beraberinde getirmiş. Gençlerde “HİPPY” adı verilen bir tip özentisi varmış. 70’lerde Uzakdoğu orijinli dünya gezilerine çıkmaya başlayan ve Hindistan, Nepal, Katmandu gibi Budizm ağırlıklı yerlere ulaşmak için rotalarını genelde Türkiye’ye çeviren “hippiler” miş. Bunlar Vosvos denilen arabaya binen, kendilerine “Barış elçisi”, “Çiçek çocukları” adını veren Amerika’nın, Avrupa’nın işsiz ayak takıymış. Mekân olarak Sultanahmet’i seçmişler. İstanbullular bu turistlere “Bitli Turist” demişler. Sultanahmet’in adı da uzun yıllar “Bitli Sultanahmet” olarak kalmış. 1980’lerde ise hippy dalgası bitmiş ama izleri hala gitmemiş anlaşılan. Onlardan kalan pislikleri temizlemek hiçte kolay olmamış. Kastım yalnızca görüntüden değil tabi. Köşe başları ya da bir kenara iliştirilen çöpler, koku saçan yığınlar… Sokak aralarında çöp kamyonlarının geçmediği günlerde dolaşan tahta el arabalı çöpçüler olur ve bunlar, düşük bir ücret karşılığında evlere ara toplama hizmeti vermektelermiş. Çöpü fazla biriken ev kadınları, küçük bir bahşişle birlikte çöplerini belediyede kadrolu olan, resmi kasketli, kahverengi elbiseli bu temizlik görevlisine verir, el arabasının mümkün olduğunca fazla atık toplayabilmesi için çöpçüler, arabanın haznesinin yanlarına, birbiri üzerine bindirilmiş teneke levhalar, kalın kartonlar ve mukavvalar sokuşturarak, haznenin kapasitesini olabildiğince yükseltirlermiş. Ayrıca ellerindeki kalın çalı süpürgeleriyle, göstermelik olarak kaldırım kenarlarını da süpürüyorlarmış.
Tam bu sırada telefonu çaldı Hayri amcanın. Arayan eşi Makbule teyzeymiş. Merak etmiş. Eee tabi merak etmesi normal. Azıcık da eşi ile muhabbet etsin. Kim bilir? Hayri amcanın belki nasıl kendine âşık olduğunu, bilmem kaçıncı baharında yeniden dinlemek isteyecektir Makbule teyze. Bu arada kestanelerde kapkara olmuş… Birkaçının da gözleri uykuya kapanmış… Şunu anladım ki hatıralar geride bıraktıkları ile yaşıyor. Ardına bakan gözler gelenide gideni de şimdi bizlere aratıyor. Biz sadece genciz ama onlar tam bir gençlikmiş. Bizlerse neleri kaçırmışız diyorum.
Hazırlayan: Mahmut Hop
Yorumlar 2
Bakmadan Geçme

YKS’de ter döken öğrenciler; "Türkçe düşündürdü, matematik zorladı"

Gön Han, bu yaz hizmete açılacak

Kayseri’nin yeni sanayi sitesi, İncesu’da kurulacak

YKS’ye geç kalan öğrencileri, polisler yetiştirdi

Kocasinan’dan YKS’ye girecek öğrenci ile ailelerine ikramlık jesti

Hulusi Akar: 'Her an her şeye hazır olmalıyz'
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!