Bir Hafta Bir Yazar: Mehmet Akif Şöhretli
Kişisel duygularından küresel duygulara dualı ve duyarlı, vicdan sahibi bir yazar. Ülkenin ve ümmetin sorunlarına dikkat çeken bir aktivist. Hariçten gazel okuyanlardan değil Gazze için harı içinde taşıyan bir şair. Çocuklara şiir tadında hassasiyet vermeye çalışan bir öğretmen. Sözleri ünsiyete ve ülfete elçi bir insan.
Mehmet Akif Hocam, önce sizleri tanıyabilir miyiz?
İsmim Mehmet Akif Şöhretli, 1987 Yozgat, Boğazlıyan doğumluyum. Aslen de Yozgat Çayıralanlıyım. On sekiz yaşıma kadar Yozgat'ta yaşadım. Yüksek öğrenim görmek için 2005-2009 yılları arasında Ankara'da bulundum. On beş yıldır milli eğitim bakanlığına bağlı muhtelif okullarda din dersi öğretmenliği yapıyorum. On yıldır Kayseri'de ikamet etmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım. Benden desteğini esirgemeyen ailemle beraber huzurlu ve sakin bir hayat sürüyorum.
Pekala Hocam, yazma serüveni nasıl başladı. Kimlerin yazma isteğinizin oluşmasında, yazma yeteneğinizin gelişmesinde etkileri oldu?
İlkokulda öğretmenimin verdiği ödevi yapmak maksadıyla ilk şiirimi yazmıştım. Öğretmenim şiirimi beğenmiş ve şaşırmıştı. Benim yazmamış olabileceğimi düşünerek ağzımı aramıştı. Bu hadise aklımda birkaç soru işareti bıraktı. O kadar iyi mi? Ben şiir yazabiliyor muyum? Peki neden bana layık görülmüyor? Normal olanı, benim yazamamam mı? Bu sorulara cevap ararken şiir türüne daha büyük bir ilgi duymaya başladım. Öğretmenimiz Osman Aktaş çok iyi ve öğrencisiyle alakadar bir öğretmendi. Yıllar sonra okuluma bir teftiş için muvazzaf müdür olarak gelmişti. Bu güzel tevafuk ikimizin de yüzünü güldürmüştü. Her zaman için sevdiğim bir büyüğüm olageldi. Bu nedenle o gün bana verdiği yanlış tepkiye hiç kızmadım. Eğer ki öğretmenim "Şiirin çok güzel olmuş, aferin." deseydi belki de hiç şiir yazmaya azmetmezdim.
Bu hadiseden sonra en az sekiz yıl süreyle şiir yazmak benim için kolay yapılabilen bir ödev türü oldu. Öğretmenlerim ve arkadaşlarım hep şaşırdı ve yazılan şiiri bana yakıştırmadılar. Bu nedenle ben de şiire daha fazla alaka gösterdim. Okudukça bir şiir zevki geliştirdim artık kendi sevdiğim şiirler ve şairler vardı. Türkçe derslerimiz sebebiyle kompozisyonlar yazıyordum, bunlar da benim ilk yazı denemelerimdi. Kısaca her öğrencinin yaptığını yapıyordum ama iki farkla. Birincisi bu yaptığım işi ciddiye alıyordum, ikincisi destek gördüğüm için değil tam tersine güzel şiir ve iyi yazı yazmayı benim üzerime konduramadıkları için büyüklerime kızıyor ve daha iyilerini yazmaya çalışıyordum. Lise edebiyat öğretmenim Necdet Şahan hocam çok donanımlı bir insandı. Fakat maalesef bizim zamanımızda mesleğe küskün bir adamdı. Buna rağmen kendisinden az da olsa istifade edebildiğimi düşünüyorum.
İlerleyen hayatımda da imkansızlıklar yüzünden bir ustayla halef selef ilişkisi kuramadım. Ama bulduğum her fırsatı değerlendirdim. Farzı misal Ali Ural'ın fakültemizde yaptığı bir söyleşide verdiği tavsiyeler epey işime yaramıştı. Yine bazen, Kızılay'da gökkuşağı çay ocağını mesken tutmuş olan Bülent Akyürek'e merak ettiklerimi sorardım.
Sevdiğim büyüklerimi en azından bir kere görmek ve onlarla aynı havayı teneffüs etmek, bir fikrin ve bir hissiyatın mücessem halini müşahede etmek için yolculuklar yaptım. Benim için özel olan insanları ziyaret ettim. Gönülden gönüle bir şeylerin aktığına inanırım. Bu yönden kendimi nasipli sayıyorum. Ama maalesef usta çırak ilişkisini neredeyse hiç yaşayamadım. Bu nedenle bir yönüyle kendimi Jean Paul Sarter'ın otodidakt karakterine yakın hissederim. Zira kendi tarzımı geliştirene kadar onun kadar çaresiz ve acemiydim.
Ankara yıllarında Bülent ağabeyin "Debelenerek de olsa kendi okuma listeni oluşturmalısın." şeklindeki tavsiyesi bata çıka yüzmeyi öğrenmemi sağladı. Ayrıca bir kaç arkadaşımla beraber kendisinden ontolojik felsefe dersleri aldığımız Gürbüz Deniz hocamdan çok istifade ettim. Kendisi multidisipliner bir şahsiyettir. İlme talip olana elinden geleni her zaman yapmıştır. Onun şahsi odası başlı başına bir okuldur. Kuvvetle muhtemeldir ki kaldığı yerden kendi mektebinde talebeler yetiştirmeye devam ediyordur. Şiirlerimizi okur bazen de anlam bakımından değerlendirirdi. Fakat teknik meselelere girmezdi. Sanırım şiir yazmama ilk destek veren kişi de o oldu. Yaşayan şairlerimizin en güzide siması olarak gördüğüm İsmet Özel'i de onun vesileyle tanıdım. Ayrıca hocamın fikir hürriyetine erişmeme çok büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. Benim açımdan mühim olan bu bir kaç şahsı hariç tutarsak büyük oranda yalnız bir yolculuktu edebiyat yolculuğu. Ben dirilerden çok ölülerle yaşayan bir insanım. Benim arkadaşlarım Şehriyar, Karacaoğlan ya da Taylor Coleridge olageldi. Gün batımında Baudelaire'le dertleşip sabah bir Köroğlu koçaklamasıyla kendimi diri tutarım.
Her yaş grubundan yazma isteği olanlar var. Bu insanlara neler tavsiye edersiniz?
Yazarlık ve şairliğin asla bir tek yolu veya yöntemi yoktur. Hatta en iyi yol ya da yöntem de söz konusu değildir. Bu amaçla yazılmış kitaplar, oluşturulmuş fikir kuruluşları veya yazarlık okulları sizlere bir yol gösterebilir. Hatta bir marangozun, çırağının elinin üzerinden tutup işi gösterdiği gibi size bizzat rehberlik eden bir büyüğünüz de olabilir. Fakat sizi siz yapacak işlerde yine de yalnızsınız. Kayserili ve edebiyat aşığı bir büyüğüm olan Mehmet Esat ağabeyimin dediği gibi "Edebiyat emektir." Ve o emeği bir başınıza vereceksiniz
İnsanların birçoğu ekonomik getiri getirmeyen her işi boş sayarlar. Bu nedenle sanatkârlar hep yalnızdır. Çoğu insan destek değil köstektir bu işte. Bu nedenle sanatınızı belli bir olgunluğa gelene kadar ehli sanat olmayan tanıdıklarınızdan gizleyin. Bu kibir değildir. Yara almadan, incinmeden sanat üzere sebat edebilmeniz için bu tedbir çoğu kez elzem olabilir.
Sanatınıza teveccüh göstermeyen yakınlarınıza kızmayın. Onlar size gereken ihtimamı göstermedikleri için değil, ilgi alanları size uymadığı için o sanata karşı mesafelidir. Sanatın dolaylı anlatımını anlayamıyor bile olabilirler.
Gençlik yılları sanata meylin fazla olduğu yıllardır genelde. Bu yılları geride bırakırken çoğu insan sanatını da geride bırakır ve profesyonel iş hayatına atılırken kendi sanatına gençlik hevesi olarak bakar hale gelir. Gerçek sanatçılar, sanatına gençlik hevesi olarak bakma hastalığından kurtulan insanlar arasından çıkar. Sanat erbabının iç mücadelesi büyük oranda, bu gençlik hevesi zihniyetinin ruhuna yerleşmesine engel olma çabasından müteşekkildir.
Mehmet Akif Hocam, kitaplarınızın, eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?
Henüz sadece bir esere sahibim 2006 yılından 2025 yılına kadar tamamlamaya muktedir olduğum şiirlerimi " Kanlı Yaşa Övgü" isimli eserimde bir araya getirdim. Ayrıca masohretli.blpgspot.com isimli blogspot adresimde bu yıl sanat ve hürriyet yazıları isimli bir yazı dizisi yayınlamak niyetindeyim
Yazarlık serüveninizde anlatmak istediğiniz sizi çok etkileyen bir hatıranızı dinlemek isteriz.
Yirmi yıla yakın bir süre bu çaba benim için çok kişisel bir cabaydı. Bu nedenle verdiğim emeğe şahitlik eden kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Sahibul eser olma bahtiyarlığına da henüz eriştim. Bu nedenle masanın arka tarafındaki adam olarak bir hatıram söz konusu değil. Fakat benden istediğiniz bir tahrir anısı anlatmaksa bunu sebepleriyle birlikte anlatmak isterim. Tarih boyunca insanlar niçin yazmalı sorusuna cevap aramıştır. Edebiyatın özgür sularında tabi ki de bu sorunun da bir çok cevabı mümkündür. Benim de naçiz cevabım çoğu yazar ve şairle ortak bir sebebe dayanır. İsmet Özel'in küçük bir şiirinde dile getirdiği gibi:
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
Belki de şerhi için en az bir sayfa ayırmamız gereken bu şiirin içinden sohbetimiz için sadece bir detayı çekip almış olalım. Yaşamaya devam edebilmek için yazmak. Yazmazsam çıldıracak ya da çatlayacağım dediğimiz yaşanmışlıklar şiirimin özünü oluşturuyor.
Yıllar önce küçük bir çocukken annem; beni ve kardeşlerimi hiç kimseye emanet etmezdi. Fakat bir gün bir akrabamız vefat etti. Annem onun ölümüne çok ağladı. Açıkçası o yaşıma kadar hiç o denli üzgün görmemiştim annemi. Gurbette olduğumuz için annemi cenazeye dayılarım götürdü. Yer olmadığı için de sadece annemi alabildiler.
Genç bir akrabanın beklenmedik ölümü annemi çok sarsmış olsa da birinci dereceden bir yakınımızın ölümünde olduğu gibi hayat durmadı. Babam işten izin almadı. Annem cenazeye bizsiz gitti. Hem niçin gidilmeyecekti; en küçüğümüz bile iki yaşından büyüktü.
Babam bulunduğumuz ilçedeki camilerin birinde imamdı. Haliyle namaza gidip geliyordu. Yatsı namazı vakti geldiğinde henüz üç yaşındaki küçük kız kardeşim Meryem iyiden iyiye annemi ister oldu. Belki kardeşimin huysuzlanmasının tazyikiyle belki de gerçekten babamın bir şeylere takılıp gecikmesiyle ağabeyim ve ben epey bunalmıştık. Bir noktadan sonra babamın gelip kardeşimi avutmasından ümidimizi kestik. Ağabeyimle beraber kardeşimize acemice bir mizansen düzenledik. Çarşaftan pelerinler giyip tek satırını bile hatırlamadığım doğaçlama bir oyun sergiledik. Meryem'in yeşil gözleri bizi izlerken mutluluktan parıl parıldı. Annemin yokluğunu bir süreliğine unutmuştu. Bu hatıra yıllarca havsalamın derinlerinde unutulmuş bir hadise olarak kaldı. Ta ki kanlı yaşa övgü şiirini yazdığım güne kadar: Batman'da öğretmenlik yaptığım yıllar kitabı bırakıp filme, filmi bırakıp kitaba sarıldığım yıllardı. Boş vaktim çoktu ve onu paylaşacağım insan pek yoktu. Bir akşam Çağan Irmak'ın "Ulak" filmini yalnız başıma izliyordum. Bir sahnesinde kendi çocukluğumu gördüm. Beni ağabeyimi ve Meryem'i... Bir çocuk pelerinini çıkarıp yere serdi ve yarım kalan hikayeyi kendi hasta ablasına kendi meşrebince anlattı. İşte o anda şiirin ilk mısraları döküldü kalemimden:
Hatırlayan gözden boşalır bir yaş
Yitiğini bulanın payına düşen ağlamaktır…
Teşekkürler Mehmet Akif Hocam.
Bakmadan Geçme





