- Haberler
- Cidde'den mektuplar
Cidde'den mektuplar
İlk umrem için Harem-i Şerif'e girişimi anlattığım yazıma Kbe ile buluşmamı ve ilk tavafımı anlatarak devam edeceğim.
Esra Yıldırım'dan Cidde'den mektuplar...
…İşte o an, Kâbe’yle bakışıyoruz. Kuzey, güney, doğu, batı birbirine giriyor, yeni bir yön kavramıyla tanışıyorum. Nerde başlayıp nerde bittiği belli olmayan yön. Kendimce bu yeni yöne bir isim buluyorum; hale-in’ nûr…
Sonra ilginç bir şey oluyor, ellerim beynimle bağlantısını kesmiş olmalı… Baksanıza kendiliğinden havaya kalkıyor. İki elim iki kanat oluvermiş. ‘Allaha dua etmek için ellerinizi havaya kaldırmayın, ona mekan tayin etmeyin’ diyen aklı evvellerin tüm iddiaları ellerimden aşağı kayıp paramparça oluyorlar. Bir elim acz, bir elim fakr içinde o Rahmanü’Rahime, o Esmâ’nın sahibine, o kuzeyin ve güneyin, o doğunun ve batının, O hale-i nûr’un sahibine iltica etmenin mukayese kabul edilmez huzuruyla huzurlanıyorum…
Bunun bir rûya olma ihtimali beliriveriyor sonra. Yani tüm insanlık içinde beni bir müslüman olduran Rabbim, tüm müslümanlık içinde beni bu ayrıcalığa layık görmüş mü oluyor şimdi??? Utanıyorum, mahcubum, hicabım dudaklarıma dökülüyor. Ne yaptım da buralardayım? Esbab içinde bu şerefi hak edecek bir sebep bulamayınca bu kez bunun bir imtihan vesilesi olup, huzurda sigaya çekildiğimi düşünüyorum. Ve affedin dostlarım… Kâbe’yi ilk gördüğünde beni hatırla, dua et demiş olsanız bile ilk duamın şu oluşunu engelleyemiyorum:
“Layık değilken layık gören Rabbim. Eğer bu bir rûya değil de hakikatse hangi halimden dolayı bana bu nimeti vermişsen o hal üzere öldür beni. Bu ikramına liyakat göstermem için kuvvet ver şu şaşkın kuluna.” Rabbimin ikramına ancak bu dua, iki damla gözyaşı, bir yürek ürpertisi, bir de titreyen bir bedenle karşılık verebiliyorum. Dostların, akrabaların, komşuların ve arkadaşlarımın dualarını da hatırlayıp andıktan sonra, eşimin sesiyle kendime geliyorum…
Kolumdan tutuyor eşim, ‘şimdi tavaf zamanı’ diyor. ‘Arkaya bakmak yok, geride ne kalırsa kalsın dönmek yok geriye.’ Ama diyorum ya oğlum geride kalırsa, ya kızım kaybolursa??? Saatin tersi istikamette hiç geriye bakmadan dönmek… Geride oğlum, kızım kalmışmış, işim gücüm kalmışmış, yaşanmış yaşanmamış bir otuz altı senem kalmışmış, mış mış mış… Nokta. Bitti. Çıkar aklından tüm kaygılarını… Dön, sadece dön. Bütün diğer oğullarla ve kızlarla beraber, dön… Tüm otuz altılarla, kırklarla, yetmişlerle, dön… Sonra bir hesap yapıyorum zihnimde: Yaşım otuz altı, Peygamber aleyhisselamın fetih sonrası kırdığı put sayısı üç yüz altmış. Her bir senem için on put… Yine İbrahim Peygamber geliyor aklıma. O’nun yıldız, ay ve güneş sembolleri üzerinden Rabbine şeriksiz imanını hatırlıyorum. Ve doğuya dönüp, sonra batıya yönelerek, batıdan yüzümü çevirip kuzeye dönerek, kuzeyden tebberri edip güneye göz dikerek ve Kâbe’nin tüm bu yönlerinden gelip geçip en nihayet tüm bu yönlerin Rabbine iman tazeliyorum… Dönmeliyim ki dönüşümün her saniyesinde bir putumu bırakmalıyım. Üç yüz altmış putumdan arındırmak istiyorum gönül binamı. Baltamı İbrahim bilesin, duama İsmail amin desin, devireceğim her bir put şubesini Efendim, Peygamberim işaret etsin istiyorum.
Fakat bu bir görevse, yani ruhumu, aklımı, gönlümü şeriklerden temizlemek bir ibadet, bir görev ise bu görev akdinin altına imza atmam gerek. Ve parmak izimi basacağım şeyi görüyorum solumda… Hacer’ûl esved…
Tavafın ilk şaftı için Hacer’ûl esved hizasına gelince ellerimi uzatıyorum, anlıyorum ki Hacer’ûl esved parmak izimi aldı, yevm-i mahşerde benim oradan geçtiğime, benim İbrahimce bir teberriye imza attığıma şahidlik edecek. Efendim aleyhisselamın sözleri çınlıyor kulaklarımda;
"Andolsun ki şu Hacer’ûl esved kıyamet günü gören gözleri ve konuşan dili olduğu halde gelecek ve onu hakkıyla istilâm eden kimseler lehine şahitlik edecektir"
Sonra manyetik bir boşluğa düşüyorum. Dünyanın tam merkezinin bu nokta olduğunu, bunun bir rezonans olduğunu okuduğum makaleleri hatırlıyorum. Öyle bir çekim kuvvetine bırakıyorum ki kendimi, adeta bir atomun çekirdeği, su döngüsünün bir damlası, Güneş sistemi içinde bir gezegen, bir yıldız oluverip döngüme başlamak istiyorum… Parmak izimi Hacer’ûl esved’e verip, ilk şafta dönmeye başlıyorum. Rabbena diyorum, ey rabbimiz, âtina fid-dünya hasenaten ve fil-ahireti hasenaten ve kina azaben- nar..Allah'ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru… ve edhilnel-cennete meal abrâr… Ve bizi iyilerle beraber cennetine girdir…
Tevbeler ederek Kâbe’yi soluma alıp yürümeye başlıyorum. Kâbe’yle kolkola yürüyorum. Yerkürede Allah’ın evi olan Beytullahı yine Allah’ın evi olan kalbimle yanyana getirerek paralel bir dönüşüme başlıyorum. Paralel yürüyüşün paralel kalabilmesi için sağa sola çekmeden dimdik yürümeliyim. Güzergâhımdan en ufak bir sapma beni bu paralel halkadan dışarı atacak. O halde bana ağırlık yapan yüklerimden kurtulmalıyım. Tabiri caizse x-rey cihazından geçmeliyim. Bu his bana kalbimin içine bakmayı işaretliyor. ‘Bak’ diyor ‘nasıl Allah Resulu Beytullahtaki putları temizledi ise sen de gönlünü yokla. Esas olması gereken Allah aşkı orada duruyor mu?’
Üç yüz altmış puttan üç yüz altmış derece dönerek tavaf ediyorum. Yedi kat sema deyip tavaf ediyorum. Yedi nefis mertebesi deyip tavaf ediyorum. Yedi kıt’a deyip tavaf ediyorum. Batıya giden yedi oğul deyip tavaf ediyorum. Velhasılı kesretten kinaye veya değil tüm yediler aşkına tavaf ediyorum. Tavafı bitirip namazımı kıldığımda sa’y etmek için ilerliyorum… (devamı gelecek İnşallah) Selametle…
estağfirullah, adım hıdır elimden gelen budur... beğeninize layık olmak dilerim...ercan gök ve keyser...
mevlam sizlerden razi olsun .insallah bizlerede dua edin .bizleri bilgilendirin
Çok güzel ifadeler, yaşanmışlıkları kaliteli cümlelerle ifade edebilenlere hep hayranım, dönmediyseniz dua temennisiyle ...