• Haberler
  • TÜRKİYE'NİN MÜSLÜMAN COĞRAFYAYA VEFA BORCU VAR

TÜRKİYE'NİN MÜSLÜMAN COĞRAFYAYA VEFA BORCU VAR

Yazar Ümit Aktaş Türkiye'nin Müslüman coğrafyaya Osmanlı döneminden süre gelen bir vefa borcu olduğunu belirterek '' İslam dünyası da önemli bir siyasi güç ama bu gücün dünya üzerinde bir etkisi ağırlığı yok çünkü dağınık bir güç. Bu dağınıklığın bir şekilde toplanması gerekiyor bir toparlayıcı güce ihtiyaç var. Recep Tayyip Erdoğan işte bunun için strateji üretmeye çalıştı'' dedi.

 Yazar ve şair Ümit Aktaş ile Türkiye’nin dünya politikasındaki yükselişi,  Türk siyaseti, çözüm süreci, Recep Tayyip Erdoğan ve muhafazakâr kesimin siyasi alandaki ilerlemesi gibi birçok konuyu içine alan söyleşimizin ilk kısmı sizlerle olacak. Türkiye’nin önemli kalemlerinden biri olan Ümit Aktaş hakkında kısa bir bilgi verecek olursak 1955 yılında, Erzincan’ın Refahiye ilçesinde doğdu. Orta öğrenimini Erzincan’da tamamladıktan sonra, İstanbul’da, YTÜ Elektrik Mühendisliği bölümünü bitirdi. “İslâmcılık” dâhil her görüşe, siyasî projeye eleştirel bakabilmesi okurları tarafından en çok takdir gören özelliği.

Öncelikle söyleşi talebimizi kırmayıp kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum Hocam.  Söylemişimize başlarken genel bir giriş yapacak olursak gezi olayları ile başlayan ve 17 Aralık ile devam eden süreçte ülkeyi bir kaos ortamının içine çekmek isteyenler hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Genel olarak baktığımız zaman bu zor süreçte ülkemizin en büyük sorunu sizce nedir?

Türkiye’nin şuanda en büyük sorunu Kürt sorunu bu çok bariz bunu çokta tartışmaya gerek yok. Bu yeni bir sorunda değil 40 senelik bir sorun hatta Osmanlının batılılaşmasıyla birlikte başlayan ve cumhuriyetle birlikte derinleşen bir sorun. Dolayısı ile asıl sorun 90 senelik ama 40 senelik bir fili savaş durumu var diyelim. Bu fili savaş durumunda da Türkiye askeri yöntemle bur sorunu çözemeyince siyasi çözüm aşaması başlatıldı. Bu aşamada ak parti tarafından başlatılan ve devam ettirilen bir aşama. İkinci büyük sorunda İslam sorunuydu o sorunda ak partinin iktidara gelmesiyle bir şekilde kendiliğinden çözülmüş gibi oldu. En azından Müslümanlığı temsil eden o kitleler bir nebzede olsa tatmin edilmiş oldu. Cumhuriyetin karşısında iki büyük sorun vardı biri Müslüman sorunu diğeri Kürt sorunu Müslümanlar iktidara gelince gelemeyen diğer kesimin sorunu çözme işini de üzerine almış oldu. Dolaysı ile yürütülen süreç böyle belki biraz aşırı bir iddia olabilir ama ak partinin iktidara gelmesinde Kürt sorunun büyük payı olabilir. Ak parti bu sorunu çözmek üzere gelmiş olabilir. Cumhuriyetçi iktidarların bunu yapması mümkün değil çünkü onların paradigmasına uymayan bir şey bu sorunu çözmek. Netice de MHP CHP gibi partiler bir bakıma bu ideolojiyi temsil eden oluşumlar ve onlar hala bu sorunu çözümüne karşı direniyor. Ama askeri yöntem denendi ve başarılı olunamadı ve süreç devam ediyor çözülür mü henüz buna cevap vermek için erken.

Peki, hocam bu sürecin baş aktörlerinden bahsedecek olursak, süreci sırtlayan ve ileriye taşımak isteyen ve bu sorunu bir nihayete kavuşturmak isteyen isimler arasında kimler ön plana çıkar.

Şimdi ak parti diye bir parti var mı bilmiyorum. Burada temel aktör Recep Tayyip Erdoğan. Ak partinin kurumsal bir yapısının olduğunu düşünmüyorum. Zaten parti içerisinde çıkıp kendi inisiyatifiyle çok fazla bir şeyler söyleyen isimlerde yok. Partinin genel olarak sözcülüğünü, fikir üretimini,  stratejisini belirleyen Tayyip Erdoğan. Çözüm surecide bir bakıma onun yürüttüğü bir süreç. Tayyip Erdoğan’ın risk aldığı mecbur kaldığı üstelendiği bir süreç ve o yürüyor. Partinin içindeki diğer isimler ise Bülent Arınç, Beşir Atalay ve yalçın akdoğan gibi isimlerde Erdoğan kendilerine bir rol biçtiğinde devreye giriyorlar. Dolaysı ile süreçte temel aktör Recep Tayyip Erdoğan.

Hocam AK partinin kurumsal bir yapıya sahip olduğunu düşünmediğinizi ifade ettiniz. Peki,  Recep Tayyip Erdoğan ’sız bir AK Parti 2015 Genel seçimlerinde ne yapar.

Bu durumun ak partiyi etkileyeceğini düşünmüyorum. Çünkü halk seçmen ak partiyi hala recep Tayyip Erdoğan’ın partisi olarak görüyor. Dolayısı ile yine ak partiye oy verirken yine Tayyip Erdoğan’a oy verir gibi verecekler. Tayyip Erdoğan’da yine ak parti için çalışacaktır diye düşünüyorum.

Recep Tayyip Erdoğan’dan söz açılmışken,  Tayyip Erdoğan ‘’van minute’’ çıkışıyla birlikte Müslümanların yüreğine su serpen bir söyleme büründü.  Dünya mazlumlarının yanında olan bir görüntüsü var. Kapalı kapılar ardında konuşulan birçok konuyu BM kürsüsünden dillendirmeye başladı. Türkiye’de büyük rejim eleştirileri getirmeye başladı. Bu değişiklik bu özgüvenin kaynağı nedir?

Biraz özgüveninden kaynaklanıyor. Yani söylediğim gibi başta iktidara gelirken mahcup bir şekilde geldi ama süreç içeresinde ikrardaki yerini sağlamlaştırınca söylemini de değiştirmeye başladı. Ama o ‘’van minute’’ süreci birazda dünya konjonktürde ki değişmeye bağlıydı. Yani Amerika’da obama iktidara geldi. ABD de genel olarak dünya politikasında bir değişim istediği için obama iktidara getirildi. Tayyip Erdoğan’ın o ‘’van minute’’ söylemi de aslında onunla örtüştü. ABD’nin tem konjonktürde politika değişikliği istemi İsrail üzerineydi. İsrail’in politikaları nedeniyle Amerika,  Müslüman dünyadan bir tepki alıyordu. Sadece İslam dünyasından değil dünya genelinde ülkelerden tepki görmeye başladı. Dolaysı ile ABD, İsrail’i biraz frenlemek, saldırgan politikadan vaz geçirmek gibi bir proje vardı. Tayyip Erdoğan’da tabi politik bir aktör olarak bunu bildiği için kendi söylemini de bu doğrultuda değiştirdi. Tayyip Erdoğan gerçekten sınırları zorladı. Onun yerinde bildiğimiz geçmiş politikacılarımız olsaydı bu alandan yaralanamaya bilirdi. Erdoğan o alandan yaralandığı gibi o alanında sınırlarını zorladı. Hatta son zamanlarda ABD ile politikası ters düşmeye başladı. Ama o genel konjonktürde de gözden uzak tutmamak gerek. Ama sınırları zorlayan yapısı ile Türkiye’nin Tayyip Erdoğan gibi bir lidere sahip olması da bir şans.

Bir röportajınızda AK parti içerisinde 3 farklı guruptan bahsederek Parti içerisinde İslamcı, doğucu ve muhafazakâr şeklindeki ayrışmadan bahsetmiştiniz. Bu ayrışma devam ediyor mu? Ne boyutlarda?

Evet devam ediyor. Bu ayrışma aslında bir bakıma Türkiye’nin de haritası. İşte Ziya Gökalp’in cumhuriyetin ideolojisini çizerken o meşhur, ‘ Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmaktır’’ yaklaşımı bu ayrışmanın ak partideki iz düşümü gibi. Türkiye’nin tarihsel macerasının bir özetidir aslında bu. Yani Osmanlının yıkılma süreci ile başlayan dönemde bu eğilimler ortaya çıktı. Ama bu eğilimler diyelim ki cumhuriyetin kurulduğu Kemalist dönemde batıcı bir ağırlık kazandı ama neticede ne kadar batıcı bir ağırlık kazanırsa kazansın muhafazakâr ve doğucu tepkiler onun içinde de vardı. İslamcı eğilim bastırılmıştı. Ama İslamcı eğilimde süreç içerisinde kendi çabası ile mücadelesi ile o bastırılmayı aştı ve bir ölçüde iktidara geldi. Şuandaki iktidarı tam anlamıyla İslamcı bir iktidar olarak görmek doğru değil ama partinin içerisinde İslamcı bir damar var onu inkâr etmek doğru değil. Üstelikte ideolojik üretimde çoğunlukla İslamcı kanattan geliyor. Diğer kanatların bir ideoloji üretecek potansiyelleri yok. Öyle fazla bir dertlerinin olduğunu da düşünmüyorum. Dolayısı ile ak parti ideolojik donanımını büyük ölçüde İslamcılıktan devşiren bir parti. Zaten son yıllarda da dikkat ederseniz Tayyip Erdoğan ilk dönemlerdeki mahcup edasını üzerinden attı ve biraz daha İslamcı bir söyleme başvurmaya başladı.

Bakıldığı zaman yüzde 99’u Müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve söylemler sizin de belirttiğiniz gibi öylemler İslamlaşıyor. Ülke gündemini hayli işgal eden ve herkesin merakla beklediği bir konu daha var ‘’Yeni Anayasa’’. İçinde bulunulan şartlara bakıldığı zaman sizce İslamcı bir anayasanın ortay çıkması mümkün mü?  

Tabi ki Anayasada çok devrimci bir anayasa çıkacağını beklemek hayal etmek pek doğru değil. Sonuçta ak parti her ne kadar muhalif bir mücadele sonucunda iktidara gelmiş olsa da geldiği kulvar bir ölçüde demokrat partiye başlayan o sağcı siyasi geleneğinde yer aldığı bir kulvar. Dolaysı ile bu kulvarın öyle çok beklediğimiz nitelikte devrimci bir anayasa yapacağını düşünemiyorum. Yani en fazla mümkün olabilecek şey anayasanın eki olan devrim yaslarının anayasadan çıkarılması, belki Kürt sorunu çözülecekse eğer o çözümün babında vatandaşlık tanımını, Türk yerine Türkiyelilik kavramının kullanılması Atatürk milliyetçiliğinin çıkarılması gibi şeyler düşünülebilir. Onun ötesinde sizin sorduğunuz gibi İslamcı ideallerin anayasaya gireceğini çok düşünmüyorum.

Demokrat Parti sonrasında kayda değer ve sürekliliği olan bir çıkış yakalayamayan ve farklı yollara başvurularak sürekli bastırılan muhafazakâr kesim AK parti iktidarı ile bir uyanışa geçti. Muhafazakâr kesimdeki bu siyasi ve ekonomik yükselişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anadolu halkı özünde muhafazakâr bir halk. Bu halk Osmanlı döneminde muhafazakârlaştırılmış bir halk. Şöyle söyleyeyim,  Osmanlı bu halka reaya diğer hitap ediyor ve reaya sürü demek. Halkın çoğunu toprağa bağlı tutuyordu ve siyasetten uzaktı. Dolaysı ile bu tip bir yapı sosyolojik olarak muhafazakârlığa üreten bir sistem. Cumhuriyette bunu devraldı. Mesela Osmanlı döneminde bir kişinin toprağını bırakıp başka yere gitme hakkı yoktu. Büyük Şehirlere gidemezdi kimse. Hatta cumhuriyette uyguladı bunu bu demokrat partiye kadar devam etti. Demokrat partiyle başlayan bir serbestleşme dönemi oldu. Bir bakıma o muhafazakâr kesim dediğimiz yapının İslamcı ideolojinin de etkisiyle bir siyasi mücadeleye girmesi de onunla başladı, o serbestleşme döneminin akabinde başladı. Dolaysı ile bu halk geleneksel olarak muhafazakâr bir halk.  Yani bakıldığı zaman aslında bütün partilerin seçmenleri muhafazakâr çünkü muhafazakârlık bu toplumun temel karakteristiği.

Geride kalan 80-90 yıllık bir süreçte batı endeksli bir politika izleyen Türkiye’nin yönünü doğuya dönmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu dönüş batıyı köşeye sıkıştırma politikası mı yoksa batıya karşı bir alternatif arayışlarımı?

Türkiye’nin temel politikasını değiştirebileceğini düşünmüyorum. Türkiye batılılaşmayı bir politik esas olarak tercih etmiş bir ülke. Osmanlı sonrası Cumhuriyetten bahsediyorum. Ama onun öncesinde Osmanlı devleti Anadolu’nun en batısında kuruldu ve yönü de hep batıya doğruydu. Yönü hiçbir zaman doğuya olmadı. Doğuya mecbur kaldığı zamanlarda döndü. Ne zaman döndü mesela diyelim ki bir Şia veya bir Alevilik tehdidi olduğunda döndü. İşte Portekizliler Hindistan’a gidince Osmanlıda umman ve kızıl denizden bir tehdit oluşturulmaması için bu tarafa yönünü döndü. Yani Osmanlı batıyla mücadeleyi doğuda yapmak için yönünü doğuya döndü. Şuanda da bu yönelişi çok fazla değiştireceğini düşünmüyorum. Bu şartlar içeresinde batı ittifakından kolay kolay vaz geçilebileceğini sanmıyorum. 

 Uzun zamandır dillendiren ve hepimizin görmek istediği bir konum var. Türkiye, Doğu’ya ve Müslüman coğrafyaya lider olsun. Batıyla bu kadar yakın ilişkiler varken Türkiye’nin Müslüman coğrafyaya liderlik etmesi söz konusu mu hocam?

Yani bunu ideolojik bir araç olarak kullanılıyor. Bu anlamda Türkiye’nin de doğuya bir borcu var. Çünkü Osmanlı yüz yıllar boyunca bu ülkeleri yönetti sonrada sahipsiz bırakıp çekildi. Buraların sömürgeleştirilmesine bir şekilde göz yumdu. Dolayısı ile ülkemizin bu bölgelere bir vefa borcu var ve bunu ödemesi lazım. Onun ötesinde İslam dünyası da önemli bir siyasi güç ama bu gücün dünya üzerinde bir etkisi ağırlığı yok çünkü dağınık bir güç. Bu dağınıklığın bir şekilde toplanması gerekiyor bir toparlayıcı güce ihtiyaç var. Recep Tayyip Erdoğan işte bunun için strateji üretmeye çalıştı. Ama maalesef bu bölgede bulunan batılı veya yerli ideolojik güç odakları tarafından bu çabanın önü kesildi. Ancak yıllar öncesine bakıldığı zaman bu tür bir siyasetin izlenmesi dahi düşünülemezdi umuyorum ki ilerleyen yıllarda bu strateji meyvelerini verecektir.

Peki, hocam ülke olarak bir siyasi istikrar yakaladık. AK Parti iktidarı yada Recep Tayyip Erdoğan sonrasını düşünecek olursak nasıl hareket etmeliyiz sizce? 

Burada Müslümanlara çok büyük işler düşüyor. Bütün gücünü AK Partiye angaje etmek yerine, AK Parti sonrasını düşünen hesap eden bir stratejiyi Müslümanların üretmesi gerekiyor. Tabi bu stratejinin önünü kesecek bazı önemli unsurlar var mesela bir İŞİD sorunu var veya ülke içindeki bazı hareketler var. Bunlar arasında daha orta yolcu bir alternatifin ayakta tutulması gerekiyor.

Medeniyeti ayakta tutan iki şey vardır biri musiki diğeri mimari. Medeniyet tasavvuru anlamında gelişmeyi nasıl sağlayabiliriz. Sizin bu konudaki öngörüleriniz nedir hocam?

 Medeniyet emaresi olarak tanımlanan şeyler bir toplumların, toplumsal hareketler sonucu ürettiği şeylerdir. Toplumların önce temel ihtiyaçlarını bir tatmin etmesi gerekiyor ki sonrasında pozitif üretimlere geçebilsin. Ülkemizde böyle bir aşamaya geçilebilecek mi tartışılır. Ama burada tabi ki medeniyetçilik yada medeniyete dair emareler de ne kadar doğru, ne kadar gerekli bir toplumsal hareket açısından. Diyelim ki şimdi biz Sultan Ahmet Camii veya Süleymaniye Camisinin ihtişamından bahsediyoruz ama bu ihtişamı ortaya çıkartan yatırımların neler olduğunu çok ta hesaba katmıyoruz. O dönemde bir çok insan buna karşı çıkmış ve gidip namaz kılmamıştır. Bu güne gelecek olursak Fas’ta Kral Hasan Camii var. Dünyanın en büyük yapılarından bir tanesi. O dönem bu yapının yapılabilmesi için halk 7 vergiye bağlanmış ve insanlar ekmek paralarından kısarak buraya vergi vermiştir. Şimdi dışardan bakıldığı zaman çok görkemli bir mimari eser, ama bu camii gerçekten peygamber mescidi ile kıyaslandığında hangisi daha görkemli? Müslümanların bu tür duyarlılıkları da hesaba katması gerekiyor.

Peki, bu neden kaynaklanıyor? 

Bu birazda bizim aşağılık kompleksimizden kaynaklanıyor. Batıyla yarış etmeyi önümüze koymuşuz biz daha iyisini yaparız diyoruz. Şimdi Dolmabahçe’yi Abdul Mecid yaptırırken Osmanlı ilk defa Avrupa’dan borç alıyor ve aldığı bu borç ile saray yaptırıyor. Aslında medeniyet ihtiyaçlarının sıralamasını yapabilmektir. Bence bu doğru bir tanım. Öncelikle temel ihtiyaçların karşılanması gerek. İhtiyaçlar beklerken yapılan gösterişli şeyler aslında tam bir medeniyetsizliktir. Mısırda piramitler kalmıştır ama niçin yapılmıştır ve neye mal olmuştur.  Müslümanlar açısından medeniyetçilik bakış açsının bir sorun olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu bakış gerçek ihtiyaçlarımızı gözden kaçırmamamıza mal oluyor.  O yüzden bu bakış açısından çıkarak gerçekten neye ihtiyacımız var bunu konuşmalıyız. Mesela şuan İran’ın nükleer çalışmalar yapması veya Türkiye’nin savaş sanayisine bu kadar fazla yatırım yapmasını doğru bulmuyorum. Müslüman toplumların esas sorunu eğitim sorunu. Müslüman dünyasında bir eğitim sorunu var ve ekmeğimizden suyumuzdan artırarak eğitime yatırım yapmamız gerekiyor. Bence en büyük medeniyet sorunu bu.

Yeni  gençlik için neler söyleyeceksiniz, sizce gençliğin sorunları neler hocam?

Bakın Kuran ‘’İkra’’  ile başlar. Yani bundan sonraki dünya okuyanların dünyası olacak. Okumakta yetmiyor okuduklarımız üzerine tefekkür etmek gerekiyor. İslam dünyası dünyanın en az okuyan toplumları arasında ne yazık ki. Nüfus gücü var, siyasi gücü var, doğal kaynakları var, dünyanın en güzel coğrafyalarına sahibiz ama okumuyoruz.  Batının İslam dünyasına galeve çalması batılıların gücünden kaynaklanmıyor. Müslümanların güçsüzleşmesinden, okuma tefekküründen uzaklaşmasından kaynaklanıyor.  

 

  

 

 

 

 

 

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!