İhsan ÖZKAN

Vahiyce Düşünmek

İhsan ÖZKAN

Varlık nasıl dinamik ise insanın ruhu da aynı şekilde dinamiktir. Düşünmek ruhu keşfe çıkmaktır. İnsan kendi ruhunu keşfettiği oranda canlıdır. İnsanı insan yapan düşünme eylemi, varlık içindeki yerini ve ruhunu anladığı ölçüde hayatını anlamlı hale getirir. Nasıl ki nefes almayan beden yaşamıyorsa, düşünmeyen zihin de ölüdür.
İslam terminolojisinde temel teşkil eden ve Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen düşünce eylemi, İslam kültür tarihinde gelenek ve göreneklere yön veren insani bir çabadır. Arapçada düşünceyi ifade eden kelimelerin başında; tezekkür, tedebbür, teakkül, tefakkuh gelmektedir.

Tezekkür

Zihnin sebepler üzerinde yoğunlaşmasıdır. Geçmişe yöneliktir. Hatırlama eksenlidir. Derin düşüncedir. Unutan insanın hatırlamasını ister. Zihinde hıfzedilmiş bilginin kalple hatırlanması ve dille telaffuz edilmesidir.

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de “And olsun biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer, 17) “Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19) buyurmaktadır.

Tezekkür öğüt almak demektir. Ölümden, kıyametten, insanın çaresizliğinden, Allah’ın mutlak hükümdarlığından, cennet ve cehennemden bahseden, yer yer dehşetli uyarılarda bulunup yer yer müjdeler veren ayetler, eski ümmetlerin başına gelenleri ortaya koyan Kur’an kıssaları... Bütün bunlar silkinip toparlanmamız, kendimize gelmemiz için bizlere haykırıyor.

Tedebbür

Zihnin sonuçlara ve maksatlara yoğunlaşmasıdır. Geleceğe yönelik derin düşüncedir. Tedbir alma eksenlidir. Bir şeyin önüne arkasına bakarak geleceğe yönelik tedbir alma amacıyla düşünmektir… Bir işin neticelerini, akıbetini başından hesaplama, bir konunun ve bir kelimenin kökenine inerek arkasındaki hakikatin araştırılması yani herhangi bir sorunla karşılaşmadan önce tedbir alma eylemidir.
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de “Onlar Kur’an’ı tedebbür etmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli mi? (Muhammed, 24) buyurmaktadır. Başka bir ayet-i kerimede ise “(Resulüm) Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. (Sad, 29) buyurmaktadır. Rabbimiz bu ayet-i kerimelerde muttakilere yol gösteren Hz. Kur’an-ı ve çağımıza ışık tutacak olan mesajlarını düşünüp onun hükümlerine göre hayatımıza yön vermemizi, muttakilerden olmamızı istiyor.

Kendi yaşadığı döneme de günümüze de ışık tutan büyük mütefekkir İmam Gazali şöyle der; “Tedebbür huzur-ı kalb’den yani kalbin dünya meşgalelerinden sonra gelir. Kur’an-ı Kerim’i okumaktan maksat onun ayetleri üzerine derin bir düşünce ile yaklaşmaktır. Bunun için Kur’an’ı ağır ağır okumak sünnettir. Günümüzde gözümüzden kaçan veya ikinci planda tuttuğumuz, günlük hayatımızı işgal eden bazı unsurlar Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla tedebbür etmemize engel teşkil etmektedir.”

Teakkül

Zihnin sebepler ve sonuçlar arasında derinlemesine bağ kurmasıdır. Sebep sonuç, illet hikmet, eser müessir, fail fiil, Halik mahlûk, sanat sanatkâr hülasa her şeyle bir şey arasında bağ kuran düşünceye teakkül denir. Akıl, bağ kuran demektir. Geçmişe yönelik tezekkür ile geleceğe yönelik tedebbür arasında bağ kurma yeteneğini kullanmaktır. “And olsun; o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz?” (Yasin, 62)

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’am, 32)

Tefakkuh

İlmihal tefakkuh ile elde edilir. İnsanın halinin ilmini bilme ilmi olan fıkıh ilmine bunun için fıkıh adı verilmiştir. Aslolan fıkıh tahsil etmek değil, tefakkuh etmektir. Bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene ulaşmaktır. Eşyanın hakikatine varma, perdenin arkasını görebilmedir.

Asıl fakih, fıkhı derinlemesine bilen değil işin özünü kavrayandır. İbn Abbas radiyallahu anh’a göre fakih, dünyaya mesafeli olan kişidir.
Kardeşlerim, Hz. Kur’an’ı, eşyanın hakikatini, bâtıni âlemin manevi esintisini, kâinatın dilini anlamak için zühdü hayatımızın merkezine yerleştirmemiz gerekmektedir. İslam’ı önce hakkıyla tatbik etmemiz ardından da tebliğ etmemiz gerekmektedir. En güzel akıbet muttakilerindir.

Zihnin yaşamı bedenin yaşamına göre daha hareketli, daha hayretamiz ve daha harikuladedir. Bedenin ihtiyaçları, zihnin ise hedefleri vardır. Teknolojik aygıtların özellikle gençlerimize verdiği en büyük zarar, onları ruhsuz hale getirip hedefsiz, amaçsız, anlamsız bir hayat sunmasıdır. İnsan kemale, bedeninin istediği her ihtiyacı karşılayarak değil zihnin yaşamını canlı tutarak ulaşır. Zihnin dolu dolu yaşaması insanı, ilahi ve sonsuz olana yaklaştırır. Sonlu ve fani olan bedeni aşıp, mutlak ve sonsuz olana yakınlaşmak ve O’na benzemek de ancak zihnin canlı olmasıyla mümkündür.

Bedenimizi nasıl sağlıklı ve temiz tutmak istiyorsak aynı hassasiyeti ruhumuz ve kalbimiz için de göstermeliyiz. Bedeni temiz, ruhu kirli olan kişinin hayatı büyük çelişkilerle doludur. Sürekli huzursuzdur. Zihni ve kalbi temiz tutmak için bazı kurallar vardır. Öncelikle ruhun vahiyle, fıtratla ve vicdanla eğitilmesi icap eder. Ayrıca ahlakı bozuk, ruhu kirli olanların yanında bulunmak fiziksel temasla bulaşan virüsler gibi insanın ruhunu hasta eder. Bu yüzden ruhumuzun hangi ruhlarla temasa geçtiği çok önemlidir. Ahıra girerseniz tezek, hamama girerseniz sabun korkarsınız.

Bedenin savunma sistemi zayıf olduğunda nasıl saldırılara açık hale gelirse, zihin ve kalp terbiye edilmezse hastalıklı hale gelir. Zihnimiz etrafındaki zihinlerle etkileşimde olmayı çok sever. Bu yüzden Jim Rohn adlı yazar insan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır der.

‘Kendini bil’ sözü öncelikle neyi bilmeliyim sorusunun cevabıdır. Kainatı, siyaseti, vahyi, hikmeti, adaleti ve daha birçok şeyleri bilmenin asıl amacı, insanın kendini bilmesidir. Bu bilgi insanı aklen kamil, ahlaken erdemli kılar. Bizi mutluluğa ulaştırır. İnsanlar eksik gördükleri şeyleri tamamlamak ister. Eksik olan bir şey tamamlanmayınca yetersizlik hissine sebep olur ve bizi harekete geçirir. Bilgimizi tamamlamak için okuruz, borcumuz varsa ödemek için daha çok çalışırız, Ben’in ötesine geçmek için sevmek ve sevilmek isteriz. Hayatımızı zenginleştirmek için değişik alanlarda kendimizi geliştiririz. Anlamsız hayat insanı intihara kadar sürükleyebilir. Hayatımızı anlamlı kılmak için hakikati ve mutluluğu ararız.

Akıl ve erdeme dayanmayan mutluluk kalıcı değildir. Haz gelip geçicidir. Kolayca tüketilen bir duygudur. Bu yüzden, kapitalizmin en çok kullandığı ve teşvik ettiği duygudur. Haz derinlikten yoksundur.

Hiçbir insan gelip geçici olan hazla mutlu olamaz. Hazzın öte dünyayla bağlantısı olmadığı için eksiktir. İnsan tamamlama ihtimali olmayan şeyden dolayı mutlu olamaz. Kapitalizm hazzın geçici bir duygu olduğunu bildiği için sürekli insanları değişik hazları denemeye teşvik eder ve hayatın amacının, mutluluğun burada olduğunu söyler. Bunun çok büyük büyük bir yalan olduğunu hepimiz tecrübe etmişizdir.

Eflatuna da nasıl mutlu olabilirim diye sormuşlar. ‘İyi ol, mutluluk peşinden gelir’ demiş. Mutlu olma duygusu iyilik erdemiyle bütünleşmezse, geçici hazlar gibi olur. Mutlu olmak istiyorsan, önce iyi olmayı öğrenmelisin. Bu da iyiliğin bilgisini öğrenmeyi gerektirir.
Hakim bin Hizam’ın rivayet ettiği hadiste bir gün sahabenin biri peygamberimize şöyle bir soru soruyor: Cahiliye döneminde yaptığım hayırlar var. Dua, köle azad etme, sadaka vermek gibi. Bana bunlardan bir sevap gelecek mi? Peygamberimiz de şöyle buyuruyor: ‘Sen zaten daha önce yaptığın bu iyiliklerin hayrına Müslüman olmuşsun.’ Demek ki iyilik yapmayı alışkanlık haline getirmek, bizi doğru yola doğru kanalize eder. Hakikatin yolcusu oluruz. Yaşadığımız menfaatperest çağda kendimizi kaybetmemek için iyiliklerimizi artırmanın yollarını aramalıyız. Ayrıca Maide Sûresi 93. Ayeti Kerime’de Yüce Allah'ın sevgisini kazanmak istiyorsak, iyilik yapmamız gerektiği emrolunuyor.

Evreni, materyalist bir kafayla açıklamaya çalışan bilim adamları hayatın anlamını mutluluğa, mutluluğu da hazza indirger. Her şeyi sadece duyu organlarıyla izah etmeye çalıştıkları için, mutluluğu da beynin salgıladığı bazı kimyasallara atfederler. Örneğin uyuşturucu alan bir insan haz alıyorsa, onlara göre mutludur. Ne kadar haz, o kadar mutluluk. İnsan, kendisinden daha aşağıda bulunan varlıklara bağlanarak değil daha yüksek bir varlığa ya da değere tutunarak kendini bulabilir.

Yazarın Diğer Yazıları